Tarih ilmi, medeniyet birikimini nesilden nesile aktarıp daha yaşanır bir dünyanın temellerini atma fırsatını meydana getirmek için vardır. Misyonu budur.
Tarih ilminin sunduğu bu fırsat olmasa, her jenerasyon (nesil) kendi imkân ve tecrübesini esas almakla sıfırdan medeniyet ve kültür inşasına koyulmak zorunda kalırdı. Bu durumda hiçbir nesil bir arpa boyu mesafe kat edemezdi. Şayet insanlık için olduysa bir mağara dönemi, halen daha o mağaralarda yaşıyor olurduk.
Kültürel, dini veya teknik ne olursa olsun her jenerasyon bu mirası derinlemesine tetik ederek yeniden öğrenir. Öğrenmek zorundadır. Örneğin babamız tarihe, kültüre, ilme ve medeniyete vakıf olan kendini yetiştirmiş kamil biri olsun. Babamızın böyle donanımlı olması evlatları olan bizlerin de genetik olarak donanımlı olmamızı gerektirmez, zorunlu kılmaz. Babalarımızı o seviyeye gelmek için neler öğrendi ve ne yollardan geçti ise bizim de aynı yollardan geçmemiz, bilgiye ulaşmamız ve kendimizi yetiştirmemiz gerekir. Yoksa Osmanlının son dönemde zuhur ettiği üzere, sırf babaları alim olduğu için kendi alim kabul edilen “beşik uleması” gibi garip bir durum ortaya çıkar ve medeniyetimiz çöker.
İşte aynen öyle de, eksik ve gediği ile beraber babalarımızın kurduğu medeniyeti derinlemesine öğrenme, idrak etme çabası, tarih ilmini doğurdu. Bu nedenle, tarih ilmi olmazsa veya istifade etmesek pek çok insanlık birikimini kaybeder, çağların gerisine düşerdik. Çünkü geleceği kucaklamak için geçmişimize yaslanmamız gerekir. Yahya Kemal’in dediği gibi “Kökü mazide bir ati olmak”; bütün mesele budur.
Şayet tarihimizi bilmez, insanlık mirasının ne olduğundan bihaber yaşarsak, medeniyet birikimi ve terakkisi açısından irtifa kaybetmemiz ve geride kalmamız kaçınılmazdır. Şu anki medeniyet trenini kaçırmış olmamızda bir önceki neslin veya nesillerin müktesebatlarını öğrenip özümseyerek günümüze transfer edemeyişimizin payı oldukça büyüktür.
Allah razı olsun Prof. Fuat Sezgin Hoca, tam da bu kader denk noktasında, dünya ilimler tarihindeki Müslüman ilim adamlarının yerini, değerini ve araştırmalarını göstererek, çok önemli bir misyon eda etti.
Aslında hicri 5. asırdan sonra insanlık, özellikle günümüzde büyük bir seviye mesafe kat etti. Bugün fezalar arası seyahatler başladı, yapay zeka icat edildi ise bunda Müslüman ilim adamlarının da payı vardır. Örneğin sıfır rakamını Müslüman ilim adamı olan Harizmi icat etmeseydi, bugünkü medeniyet olamazdı. Müslümanların teknoloji dünyamızdaki bu payını, katkısını kesin bir bilgi ile bilmek, günümüzün medeniyet ve teknik birikimine, günümüz Müslümanlarının da kendi malı gibi sahip çıkmalarına sebep olur, yabancı olarak görmezler. Çünkü yabancı olarak görülenler tehlikeli olarak algılanır. Tehlikeli olarak algılananlar reddedilir. Red, bir savaş demektir.
İnsanlık tarihi kadar eski olan ve çocukluğumda gördüğüm kağnılar, at arabaları artık yerini uzun zamandan beri arabalara, uçaklara bıraktı. Fakat Müslümanlar olarak şöyle ciddi bir sorunumuz var; Müslümanlar olarak bu teknik, bilgi medeniyet çağının sadece tüketicisi olmaktan öteye geçemedik. Hemen her icat, teknik veya edevat bizde Harun Reşit'in Ortaçağ'da Alman Kralı Şarlken’e gönderdiği çalar veya duvar saati etkisi yaptı. Kendi kendine çalışan veya belli zaman aralıkları ile çalarak ses çıkaran bu saat, Avrupalıları korkuttu. Avrupalılar bu saatin cinli perili olduğunu düşündüler. Şöyle bir iki asır geriye baktığımızda bugün biz de Avrupa’dan bizim dünyamıza gelen teknoloji karşısında aynı tepkiyi gösterdik. Matbaayı kullanmak dinsizlikti, bisiklet Şeytan icadıydı gibi...
Tüm bunlar, bu teknoloji ve bilime bizim düşman yabancı gözüyle baktığımızı gösteriyor. “Bu teknoloji iyi bir şey olabilir fakat bize ait değil, gavur icadıdır.” Bu bakış veya duruş, ilmi ve tekniği Müslümanlar olarak benimsememize mâni oldu. Avrupa’daki oryantalist yaklaşım da zaten bu Müslümanlardaki çarpık yaklaşımı destekler mahiyetteydi. Oryantalist çalışmalar için devletlerinin içerisinde dev bütçeler ayıran Avrupalılara göre bugün istifade edilen ilim, teknik ve teknoloji ne varsa sadece Avrupa’nın veya onlara ait Grek medeniyeti gibi medeniyetlerin ürünüydü. Müslümanlığı konu alan Avrupa kaynaklı bütün oryantalist çalışmalarının temel amacı da buydu zaten. Biz sizi sizden daha iyi araştırdık ve gördük ki sizde bir numara yok. Bütün ilim, teknik ve medeniyet Avrupa milletine aittir. Evet, bize dayatılmak istenen bu düşünce, bize çok büyük zarar verdi. Bütün Müslümanları, kaynağına zehir kattıkları bir şehir şebekesinden içtikleri suyla aynı anda zehirletip öldürselerdi dahi, şuur altımıza belletilen bu tür düşünceler kadar bize zarar verilemezdi. Herkes ölürdü, fakat köle olmazdık. Ruhlarımız kurtulurdu en azından. Her şeyin ilme dayalı olduğu şu terakki dünyasında geçmişimizle tecrübe bağını sağlıklı bir şekilde kuramadığımızdan dolayı kendimizi, elinden bir şey gelmeyen çaresiz ve acuze kölelere dönüştürdük.
“İnsanlık ve medeniyet olarak gördüğünüz her şey Avrupalılara dayanır” tezi veya savı, Batılıların varlık postulatıdır. Postulat, bir görüş, ideal veya fikrin dayandığı sarsılmaz temeller demektir. Maalesef doğru olmayan bu postulatı hal-i alem de üstelik destekler mahiyettedir. Dünyadaki halkların ve devletlerin durumuna bakanlar bütün medeniyet faziletinin Avrupalılara ait olduğunu sanabilir.
Evet, Fuat Sezgin Hoca’nın İslami ilimler tarihi çalışması ile ruhlarımıza vurulan zincirlerden bir nebze de olsa kurtulma şansına sahip olduk. Çünkü Hoca, bugün Avrupalıların temsilciliğini yaptığı medeniyetin temelinde Müslüman ilim adamlarının emeklerinin ve gayretlerinin var olduğunu şüphe götürmez bir şekilde ispat etti. Yani sen de bu ilerlemede, terakkide pay sahibisin. Bu medeniyet sadece Avrupalıların değil aynı zamanda sana da aittir. Bir kere medeniyet duvarına bir tuğlada da bizden diyerek katkı saylayabilmek, o emekte bizim de payımızın olduğunu ta baştan kabullenmekten geçer.
Avrupa oryantalist çalışmalarının iddialarının aksine Fuat Sezgin Hoca, bu medeniyet hamurunda Müslümanların da harcının olduğunu ispat etmek için 4 binden fazla el yazması eseri gözden geçirdi. Her gün on altı, on yedi saat çalışarak 17 ciltlik “Müslüman İlimler Tarihi” kitabını oluşturdu. Bugünkü tekniğin temelinde, beşinci asırdaki Müslüman alimlerinin icatlarının olduğunu göstermek için icat edilen eşyaların maketlerini yaparak, “İslam Bilim ve Teknoloji Tarihi” müzesinde sergiledi. Bu çalışmalar karşısında Batı bir taraftan takdir ederken diğer taraftan anlamsız bir tavır sergiledi. Örneğin Almanya 50 bin kitaptan meydana gelen kütüphanesinin Türkiye’ye götürmesine kısmen de olsa müsaade etmedi. Aslında Almanlar bu tavırlarıyla pek de haksız sayılmazlardı ya. Çünkü Fuat Hoca 1960’ta Türkiye’de yapılan darbe ile 147’likler listesinde işinden gücünden edildi ve kalbini verdiği Üniversitesinden gözünün yaşına bakılmadan atıldı.
Dolayısıyla Alman makamları, demokrasinin sık sık kesintiye uğrayıp beyin insanların kolay bir şekilde terörist ilan edilerek harcandığı Türkiye’ye, Fuat Hoca’nın altın değerindeki kitaplarının götürülmesini riskli veya sakıncalı bulmuş olabilirdi.
Evet, aslında medeniyet ve terakki toplumlar arasında dönerek değişerek yol alır. Özellikle Doğu ve Batı arasında yuvarlandıkça büyüyen bir kar topu gibi ilimler ve teknolojiler günümüze kadar yuvarlanarak ve büyüyerek geldi. Toplumlar veya kıtalar arası milletlerin oluşturduğu kültürel fark dinlere dahi dayalı olsa da teknik ve medeniyet söz konusu olduğunda bu farkın meydana gelmesine sebep olan perdeler ve duvarlar fevkalade geçirgen olmak zorundadır. Yani ilim, teknik ve medeniyet, kültürü ve dini farklı olan milletlerde dahi gelişse, inkişaf etmiş bile olsa, çok rahat bir şekilde dini farklı olan bizler, yabancıların bahçesinde gelişmiş olmasına takılmadan ilme de, tekniğe de sahip çıkabilmeliyiz. Kendi malımız gibi alıp kullanabilmeliyiz.
“Hikmet, değerli bilgiler müminin yitik malıdır, onu nerede bulursa almaya daha hak sahibidir.” (Tirmizi, İlim 19; İbn Mâce, Zühd 17)
“Çin’de de olsa ilmi arayınız. Çünkü ilim öğrenmek her Müslümana farzdır. Melekler, yaptıkları işten hoşlandıkları ilim talebeleri için kanatlarını yere sererler.” (Câmiü’s-Sağîr, 1/310)