Suriye'de Esad, rejimi ile beraber düştü. Mişel Eflak’ın akıl hocalığını yaptığı Baas rejimi (7 Nisan 1947) son kalesini de böylece kaybetti. Ortadoğu'da kaos, bilinmezlik ve herc ü merc daha da arttı. Evet, kısa süre içinde Suriye’nin bir devlet olarak eskisine benzer bir tarzda varlık göstermesi artık mümkün gözükmüyor.
Türkiye’nin yok edilmesi için çalıştığı bir rejim gitti de ne oldu? Yerine kimler geldi? Esad idaresi gitti yerine HTŞ’nin ve Mazlum başkanlığındaki SDG’nin önü açıldı. Suriye’deki bu tablonun Türkiye açısından nasıl sonuçlar doğuracağını zamanla göreceğiz.
Tarih, bazı coğrafyaların kaderini elinden bırakmıyor. Birbirine benzer şekilde tekerrür edip duruyor. İslam tarihine baktığımızda Şam’da Emevî devleti kurulduğunda, hilafet saltanata dönmekle kalmadı; bu yeni idare ile Bilad-Şam zulmün ve baskının da merkezi haline geldi. Bu baskıdan kaçanlar daha çok ehl-i beyt olanlar çareyi Anadolu'ya sığınmakta buldu. O gün Anadolu demek Bizans yani Batı medeniyeti demekti. Günümüzde yine Esad zulmünden kaçanlar Anadolu'ya dahası Avrupa’ya sığınarak mülteci oldular.
Hani diyoruz ya, “Türkiye’de peygamber soyundan insanlar nereden geliyor? Doğru mu bu? Peygamberimiz’in (sav) soyunun yaşadığı Mekke ve Medine neresi, Doğu Anadolu neresi?” diye! Anadolu, Emevi-Şam devletinin zulmü sonucunda (daha sonraki devletlerin zalimlikleri de dahil) Peygamber (sav) soyundan olanların sığınağı haline geldi. Son bir asırdan itibaren Şam idaresini ele alanlar da zalim olunca, özellikle son on beş yıldan beri Sünni Müslüman olan 10 milyon Suriyeli, Anadolu ve Avrupa istikametine doğru göç etmek zorunda kaldı. Sefalet içinde yaşıyorlar. Tarih değişiyor, ancak hadiselerin cereyan etme şekli bir türlü değişmiyor.
Rum Suresi’nde de anlatıldığı gibi, peygamberliğin ilk yıllarında Rumlarla (Bizans-Batı) İran (Pers) devleti bu topraklar üzerinde savaş ettiler. İlk önce İranlılar, Heraklius krallığındaki Bizans askerlerini İstanbul surlarına kadar kovaladı. Fakat Kuran’ın da Rum Suresi’nde haber vermesi ile tekrar yapılan savaşta, İran çok kötü bir yenilgi aldı. Gerçekten de Bizans kralı Heraklius, 624’de İranlıları mağlup edip Azerbaycan’a kadar ilerlediğinde, Müslümanlar da aynı tarihlerde Bedir zaferini kazandı. (Tirmizî, Kırâât 4; Tefsir 30/2) Bedir, yani bizim zaferimizle Batılıların zaferinin aynı tarihlere denk düşmesinin günümüze bakan bir şifre yönü veya mesaj anlamı olduğuna inanıyorum.
Sanki şimdi de aynısı oldu. Bir tarafta Amerika–Avrupa; Ruslarla beraber hareket eden İranlılarla, Suriye üzerinden bilek güreşi yaptılar. Önce İran ve müttefikleri Suriye üzerindeki bu mücadelede başarılı oldu. Şimdi ise Suriye’de Esad idaresinin devrilmesi ile İran devleti de Rusya da yenildi veya çaptan düştü. Yani Rum Suresi’nde bahis mevzu edilen Heraklius'un torunu olan Batılılar, bugün yeniden galip geldiler.
Tarihi akış içerisinde Heraklius, devrin en önemli gücü olan İran’ı Suriye topraklarında yendi de ne oldu? Bu yenilme ve tekrar yenmenin ardından Heraklius, bu sefer İslam devletinin kumandanı Halit Bin Velid karşısında gerçek bir hezimet yaşadı.
Fakat bu Ömer (r.a) döneminde Bilad-ı Şam’ın Bizanslıların elinden Halit Bin Velid ile alınıncaya kadar, Efendimiz (sav) dönemindeki gayretler, mücadeleler buraların zapt edilmesi bakımından bir temel oluşturdu. Peygamberimizin (sav) Heraklius’u İslam’a davet eden elçisi öldürülünce, 3 bin kişi ile 100 bin kişinin karşılaştığı Mute Savaşı gerçekleşti (Eylül, 629). Halit Bin Velid komutasındaki Müslümanlar bu savaştan zarar görmeden Medine’ye döndüler. Zarar görmeden geriye dönebilmek güçler dengesi açısından başlı başına bir zaferdir.
Daha sonra Bizans’ın Müslümanlar üzerine büyük bir ordu topladığını ve yürümekte olduğunu duyan Peygamberimiz (sav), 30 bin kişilik bir ordu toplayarak, Şam-Suriye tarafındaki Tebük’e kadar sefere çıktı (Ekim 630). Suriye o zaman Bizans’a ait idi. Tebük, Bizanslılarda yani Suriye’deki bulaşıcı (veba) hastalıktan ötürü savaşa dönüşmedi. Bulaşıcı hastalıkla boğuşan Bizans askerleri bir müddet muharebe için beklendi fakat yapılan istişare sonucu Medine’ye İslam ordusu geri dönme kararı aldı.
Peygamberimiz (sav), hayatının sonlarına doğru, Üsame Bin Zeyd komutasındaki bir orduyu Şam’ın yani Suriye’nin yani Bizans’ın üzerine gönderdi. Vefat etmekte olan Peygamberimizin (sav) her türlü dedikodu ve hoşnutsuzluğa rağmen, bu orduyu Bizans topraklarının üzerine yollaması kendisinden sonrakiler için bir işaret ve hedef anlamı taşıyordu. Hz. Ebu Bekir (r.a) döneminde, Usame (r.a) ordusu Suriye'ye ulaştı ve Bizans topraklarına başarılı bir şekilde baskın düzenleyen ilk Müslüman güç oldu. Böylece Bizans İmparatorluğu'ndan Suriye ve Mısır'ın gelecekteki Müslüman fetihlerinin önünü açtı.
Bu bakımdan Suriye topraklarında meydana gelen olayların eskiden beri bizim için ayrı bir önemi ve değeri vardır. Şam daha doğrusu Bilad-ı Şam İslam alemi için bir gösterge, rezultat (sonuç), yani durumumuzu gösteren bir ayna hükmündedir. Bilad-ı Şam eskilerin ifadesiyle Şam beldeleri; Lübnan, Suriye Filistin ve Ürdün’ü kapsıyordu. Aynı zamanda bu topraklar Yahudilerin Arzı mevud’unu da bakar.
İslam devletinin ilk önce Medine sonra Küfe sonra da Şam vilayeti başkenti oldu. Hz. Hasan Efendimiz, Hz. Muaviye ile yönetimi halifeliğe dönüştürmemek kaydı ve şartı ile idareyi ona teslim etti. Fakat daha sonra idarede Şam’ın ağırlık kazanması halifeliği sultanlığa çevirdi. Yani halifelik Sultanlığa Şam’da dönüştü.
Şam yani Suriye veyahut Bilad-ı Şam’ın, Deccal veya Mehdi olayları ile de ilgisi ve alakası vardır. Şam, Mehdi ile Mesih’in veya Deccalın buluşma yeridir. Deccalın çıkacağı yerle alakalı Horasan, Isfahan, Şam ve Irak arasındaki bir köy gibi değişik mekânlar gösterilir. (Tirmizi, Fiten, 57. Müslim, Fiten, 34, 110; Ahmed b. Hanbel, el-Müsned, 3/224) Rivayetlere göre Hz. İsa, iki melekle birlikte Şam?ın doğusundaki minareye inecek, Deccâlı arayacak ve Lud kapısında onu öldürecektir (Müslim, Fiten, 11).
Birinci Dünya Savaşı’na bir bütün olarak giren Osmanlı, yani şeriatın son devleti savaşın sonunda paramparça oldu. Osmanlı ilk ve en önemli yenilgisini de Suriye’deki Filistin-Sina cephesinde aldı. Bir daha toparlanamadı. Rivayet odur ki bazı önemli Osmanlı paşaları bu cephede İngilizler karşısında anlaşmalı olarak geriye çekildi ve Osmanlı Devleti'nin belini kırdı. Yani Suriye’deki kayıp Osmanlının kaybolmasına sebep oldu.
1911 senesinde Üstadımız Said Nursi, bahar mevsiminde Emevi’ye camiinde Şam’da bir hutbe okudu. Bu etkileyici hutbeyi dinleyen Şamlı Hafız Tevfik’in babası Ona, Üstadı göstererek; “Bu zata iyi bak, ilerde bu Zata hizmet edeceksin.” tembihinde bulundu.
Hutbe i Şamiye’de Üstadımız, Alem- i İslam’ın dirilmesinin ve düşmanların işgali ile oluşan zilletten kurtulmanın reçetesini dinleyen on bin kişiye hitap ederek izah etti.
Mehdi ve Deccal hadislerine baktığımızda görürüz ki Şam, Alem-i İslam’ın durumunu yansıtan bir aynadır. Alem-i İslam’ın durumu Şam’ın durumundan farklı değildir.
Evet, Alem-i İslam’ın huzur ve sükûnu adına Bilad-ı Şam’ın sükûna ve huzura kavuşması gerekir. Bu nedenle de Türkiye’den sonra Ehl-i Sünnetin kalesi hükmündeki bu kardeş topluluğun başına fitneler salacak hal, hareket ve müdahalelerden kaçınmalıyız. Ortadoğu'nun kalbi hükmündeki Suriye’ye sulhun ve sükûnun hâkim olması için çokça dua etmeliyiz.