Rabbimiz Verdiği Kararlarını Değiştirir mi?

Hüseyin Odabaşı

Hüseyin Odabaşı

05 Eki 2021 09:27
  • Hayat sorunlar ve problemler sarmalıdır aslında. İnsan hayatı Allah’ın yarattığı kolaylıklar hariç biraz zorluk biraz da sıkıntılar üzerinde dönüp durur. Hayatımızdaki zorluklara karşı, bizi Yaratan(c.c.) “kebed” ifadesiyle uyarır:  “Hiç kuşkusuz biz insanı zahmetli bir hayat için yarattık.”(Beled Süresi,4)

    Bu bakımdan hayatın sorun ve sıkıntılarını bir insan, tek başına beşer karihasından çıkan fikri gücü, zihnî kuvvet ve maharetiyle bir yere kadar çözse de hayat memat meseleleri karşısında suskundur, el pençe divandır. “Bu durumda iken ölüm sarhoşluğu kaçınılamaz bir gerçek olarak çöküverir.”(Kaf Süresi, 19) Ve “ayaklar birbirine dolaşır.” (Kıyame Suresi, 29)

    Bizim insanoğlu olarak yaşadığımız düzensizlik, kaos gibi sorunları gökler, yıldızlar ve sema alemi yaşamaz: “O, yedi göğü tabaka tabaka yaratandır. Rahman'ın yaratışında hiçbir uyumsuzluk göremezsin. Bir kere daha bak! Hiçbir çatlak (ve düzensizlik) görüyor musun? (Mülk, 3) “Eğer geometri ve hesap bilirsen sema alemini bir çöp gibi eline alıp tutabilirsin” der Yusuf has Hacip.
    Fakat aynı matematik ilminin insan, toplum ve milletlerin her türlü sorununu karşılar ve ihtiyaçlarını giderir diyemeyiz. Matematik bilme ibadet ihtiyacını karşılamaz mesela. Ruhsal problemleri insanlara matematik öğreterek halledemeyiz. Kısacası matematikle gök cisimlerinin nasıl davranacağını önceden kestirebilsek de aynı matematikle insan ve topluların nasıl hareket edeceklerini kestiremez, tespit edemeyiz. Hesap ilmi sayesinde yarın güneşin doğuş ve bitiş saatlerini bilsek de insanlar için yarının neler doğuracağını bilebilir miyiz? Evet geleceği biz bilemeyiz ama bütün bilimleri konularıyla beraber yaratan Allah bilir. (Lokman, 34)

    İnsanların ihtiyaçlarının giderilmesinde Matematiğin yaşadığı acziyet hemen her ilim dalı için de geçerlidir. Yani insanı tarif edip anlamada beşer karihasına dayanan ilimler aciz kalır. Özellikle bu ilimler insanın biyolojik yapısı, fiziki durumu ve kimyasal prensiplerini çözüp anlamada işe yarasa da ruhu, kalbi, hissi ve şuurla alakalı idraklerini anlamlandırmada yetersiz kalır, iflas eder. 

    Evet iş gelip dayanıyor insanı diğer mahlukattan farklı kılan ilimlerin pek de sahasına girmeyen ruhani özelliklerine ve yansımalarına. İşte bu saha insan beyninin kâinatı tecessüs ve taakkulu  neticesinde meydan gelen ilimlerin söz söylemekte aziz kaldığı, yanıldığı ve ayağının dolandığı bir sahadır. Eğer insanı asıl insan yapan öz mesabesindeki ruhu olamasaydı hayvanlar ve bitkisel alemlerde olduğu nispette bilimin insan üzerinde de hakimiyetine şahit olurduk. 

    Bilimin toplum ve insan üzerindeki etkisini idrak eden hemen her zalim de bu gerçeğe dayanarak bilimi, insanlığı kendi emel ve ideallerine bağlayacak şekilde Hitler gibi kullanmak istediler fakat muvaffak olamadılar. Örneğin ta o erken dönemlerde bile Nazi ordusunun gizli projelerinden biri, radara yakalanmayan savaş uçağı Horten 2-29’u üretmekti. Bu ve benzeri teknik projelerinde kısmen de başarılı oldular.  

     Eğer insanoğlu sadece biyolojik yapı ve benzerlerinden meydana gelseydi diktatörler tarafından bir koyun gibi sorun çıkarmadan kıyamete dek gütmek mümkün olurdu. Çünkü ruh noktasında onu muhteşem olarak kendi ruhundan üfleyerek yaratan Allah(c.c) onu eskilerin ifadesiyle külli yapısıyla bütün bütün başkalarının eline verip teslim etmemiştir.    Yaratanını istisna etmek kaydıyla insanoğlu, insanın kendisi dahil hiçbir gücün işgal ve istila ederek bütünüyle sahip ve hâkim olabileceği bir varlık değildir.   Çünkü varlığımızın asıl mayesı olan ruhumuz O’nun ruhundandır. “Sana ruh hakkında soru sorarlar. De ki: “Ruh rabbimin emrindendir ve size pek az bilgi verilmiştir.”(İsra, 85)

    Dolaysıyla İnsan ruhuna hâkim olmak Onun ruhunun Yaratanına (Allah) hâkim olmak kadar zordur; yani mümkün değildir. 
    Diğer taraftan ruhlarımızın ilahımız olan Allah’la olan nispet, ilgi ve bağlantısını görmemek de her ruhu ilah olduğu zehabına, yanılgı ve sapıklığına sürükler. “Kendi nefsinin arzusunu kendisine ilâh edineni gördün mü?”(Furkan, 43) Allah'tanız fakat haşa Allah, İlah, Melik ve Rab değiliz. 
    Varlığımızın asıl mayası olan ruhumuz Ruhundan olan Rabbimizin bize gönderdiği dinine göre şu hayatta sorunlar sarmalından kurtulmak için nasıl bir metot, yol ve yöntem takip etmeliyiz?
    Örneğimiz Örnek İnsan’dan olsun:
    “Efendimiz(sav) devesinin arkasına oturttuğu Muaz Bin Cebe’i vali olarak yolcu ederken sorar:
    “-Sana bir dava gelince ne ile hüküm vereceksin?
    -Allah’ın Kitabı ile.
    -Ya Allah’ın kitabında bulamazsan.
    -Resulünün(sav) hükmettiği ile.
    -Resulünün hükmünde de bulamazsan.
    -O zaman kendi reyimle hükmederim, bundan kaçınmam.
    -Resulün elçisini, Resulü razı olacak şekilde razı kılan Allah’a hamdolsun, demiştir.”(İbn ı Hambel, el Müsned,241/855)

    Ruhumuzu ruhundan yaratan Rabbimiz ’in göndermiş olduğu elçi olan Peygamberimize(sav) göre hayatımızda karşılaştığımız sorunlarımızı bu ana sıralamaya, metoda göre halletmeye bakmalıyız.
    Fakat “edille - i şeriye” diye de tarif edilen bu sıralama metot olarak takip edilirken nefret ettirmemek, sevdirmek, müjdelemek de bir usul olmalıdır.  
    Çünkü Peygamberimiz ’in(Sav) Hz. Muaz’dan istediği de tam budur. “Ayrıca halka kolaylık gösterip zorluk çıkarmamalarını, müjde verip nefret ettirmemelerini (Muaz bin Cebel’e) tembih etti” (Buhârî, “Megazî”, 60; Müslim, “Cihâd”, 7)
    Toleranslı olma, beşerî şartları göz önünde bulundurarak verdiği kararlarında inat etmeyip daha iyisi ile değiştirebilme, nefret ettirmeme gibi hususlarla alakalı “tehallaku bi ahlakullah (Allah’ın ahlakıyla ahlaklanın)” sırrına uygun olarak en büyük örneğimiz de yine  Rabbimizdir. 
    Kuran -ı Kerim’de nesh ve mensuha konu olan ayetler, Rabbimizin verdiği bazı karalarını daha iyisi ile uygulamalı olarak değiştirdiğini gösterir. Evet evet yanlış duymadınız,  Rabbimiz Kuran’da kendi söylediği sözleri, ayetleri daha sonraki gönderdiği ayetleriyle, sözleriyle geçersiz kılmıştır. Sonsuz ilmiyle sözlerini değiştireceğini bilerek bunu yapmıştır. Bundan daha büyük esneklik, realiteleri kabul etme, fikre saygı ve düşünceye hürmet olabilir mi?

    Makul gerekçelerle ilme dayalı olarak fi tarihte mevcut şartlar muvacehesinde aldığımız karaları neden benzer gerekçelerle biz de değiştirmeyelim ki. Aslî mevzuları muhafaza ederek sıralamasına da metot olarak riayet etmek kaydıyla fikirlerin ve düşüncelerin değişebilmesi Kuran’da temeli nesih ve mehsuh ayetlerine dayana bir konu diye kabul edebiliriz.  
    Bir kere neshin olduğunu Rabbimiz bizzat kendisi ifade ediyor. Ayetlerde çelişki nesh veya unutturma var mı yok mu bunu bizim tartışmamıza, ispat etmemize de bu nedenle gerek yok:
    “Biz, daha iyisini veya onun gibisini getirmeden bir âyeti nesh etmez veya unutturmayız.” (Bekara, 106)

    Rabbimizin vahyettiği Bekara süresinin 180. ayetinde, ölüm hastasının ana, baba ve yakınları için vasiyette bulunma şartı vardı. Nisa süresinin 11. ayetinde, herkesin ne kadar miras alacağı bildirilmiş ve böylece vasiyet şartını Allah(c.c) bu sefer kaldırmıştır.

    Nisa süresinin, “Yeminlerinizin bağladığı kimselere de hisselerini veriniz” mealindeki 33. ayetine göre, akraba olmayan iki kişi yeminleşir ve biri diğerine mirasçı olurdu. Ama Enfal süresinin, “Yakın akrabalar vâris olmaya daha uygundur” mealindeki 75. ayeti ile neshedildi. (Ebu Davud)

    Bekara süresinin “Ölüm gelince, ana baba ve yakınlara vasiyet farzdır” mealindeki 180. ayeti, “Vârise vasiyet yoktur” hadis-i şerifi ile nesh edildi. (Ebû Dâvûd, “Vesâyâ”, 6)
    Müslümanların önce Mescid i Aksa olan kıblesi daha sonra gönderdiği ayetle Allah kıbleyi Kâbe olarak değiştirdi (Bakara, 144)

    Örnekleri çoğaltmak mümkün. Ve bu örnekleri ve daha fazlasını ilgili kitaplarda fazlasıyla rahatlıkla bulabilirsiniz.  

    Yani Rabbimiz aldığı karaları, verdiği hükümleri değiştiriyor da bize ne oluyor! 
    Hizmette de yaşanan süreçler veya herhangi makul sebeplerle alına kararların bir zaman sonra gözden geçirilmesi kadar daha tabi ve doğal ne olabilir ki.
    Bu sebeple,  Afsv’nin “Hizmet Hareketinin Temel Değerleri” çalışmasını da bu değerleri deklere edip ilan etmesini de zamanın ruhunu yakalamak bakımından önemsiyorum.
    Halbuki beyinlerimizle beraber dinimizi donduranlar, maalesef bugün Ortadoğu'yu tarihin çöplüğü, sapık mezheplerin mezarlığı haline getirmediler mi?  
    Öyle anlaşılıyor ki; tarihte son 10 asırdan beri bir taraftan dinin aslî konularından(edille - i şeriye) kopukluk yaşayanlar ile diğer taraftan taassubun cenderesinde düşüncelerine beton döken ruh hastalarının arasında kaldık.

    Fakat her şeye rağmen Üstadımızdan zamanın kulak kesilip dinleyeceği müjdeler var: 
    “Evet, binler sene şerrin galebesi yalnız bu dünyada en ekall bin sene mağlubiyet-i mutlaka ile netice verecektir.”(Bediüzzaman, Muhakemat, Birinci Makale, Dokuzuncu Mukaddeme, Sf; 41)
    Allah'ım 10 asır öncesinden başlayan son 3 asır da derinleşen bu dağınıklığımıza mukabil gelecekte bize en az 1000 senelik bir çıkış, mahreç ve kurtuluş yolları nasip eyle! Âmin!

    05 Eki 2021 09:27
    YAZARIN SON YAZILARI