Hizmet Hareketi’ne gönül vermiş kimseler olarak yaşlanıyoruz. Gençlerimizin yaşlılarımıza oranının fazla olduğunu belirten kaynaklar, duyumlar olsa da otuz senedir böyle bir hareketin içerisinde sadakat gösterenlerimizin çoğaldığını düşünürsek, önemli bir kesimin yaşlandığını veya en azından olgunluk çağının son devresine doğru evrildiklerini var sayabiliriz. Gerçi Salah Birsel gibi yaşlılığa farklı bir tanımlama getirenlerimiz de olabilir:
Yaşlılık elin ayağın tutmaması değildir. Yaşlılık aklın, zihnin ve kafanın çalışmamasıdır.” Salah Birsel’in bu tarifine göre yirmi yaşında bile ihtiyarlamak mümkündür, seksen yaşında genç kalmak da.
Fakat biz, bir neslin büyükleri olan ihtiyar ve yaşlılığı inanç ve gelenekler noktasında sosyolojik olarak ele almaya çalışacağız. Bu hususun aydınlanması için de asr-ı saadete kadar gidip Kuran’ın rehberliğine müracaat edeceğiz.
Türk atasözünde; “Su küçüğün söz büyüğün denir.” Yani bir toplumda büyükler konuşmalı, küçükler onları dinlemeli, ancak su içme sırasını küçükler saygı duyarak büyüklere verseler bile, büyükler kabul etmemeli, suyu önce küçükler içmelidir. “Su küçüğün yol büyüğün” de denir. Bir toplumun ahlak ve fazilet yolunu genellikle büyükler beliler. “Balık baştan kokar” atasözü de aynı gerçeğe işaret eder.
Tabiatta yola çıkan geyikler bile sürüye ağırlık yapıyor diye düşünüp yaşlılarını terk etmezler. Bilakis onların rehberliğinde yol alırlar. Sürünün en yaşlısı uçsuz bucaksız ormanlarda ne tarafa bakar da işarette bulunursa sürü oraya doğru kaybolmadan selametle yol alır.
Büyüklerin önde olmaları ve tecrübelerinden dolayı daha genç nesil üzerinde etkili ve tesirlidirler. Küçüklerin dünyasının tesisinde büyüklerin emeklerinden ötürü küçükler, büyüklerin yoluna iradi veya gayr-i iradi tabidirler. Menfi veya müspet durum böyledir. Bu bakımdan üç aşağı beş yukarı gençlerimiz vazifesini yapan veya görevlerini ihmal eden yaşlılara göre şekillenir. Zira bir önceki jenerasyonun görevlerini yapıp yapmadığını gençlerin haline bakarak anlamak, çıkarmak mümkündür.
Bu nedenle Peygamberimiz (sav) yaşlıların ihmalkarlığını ahir zaman olumsuzluğu içine dahil etti: “Ahir zamanın yaşlıları irşat ve tebliğde bulunmaz ve ahir zamanın gençleri de oldukça serkeştir, başı bozuktur.” (Fethullah Gülen, İrşat Ekseni). Dolayısıyla Peygamberimiz (sav) bu hadisinde gençlerdeki serkeşliği, yaşlıların nâsihlik ve nezirlik görevini yapmamalarına bağlar. Bencil bir hayat yaşayan büyüklerin gençleri de bencil olur. Gençler de büyükler sınıfına girdiğinde aynı şekilde davranıp hiçbir sosyal mesele ile ilgilenmez ve bencilce bir hayat sürebilirler.
Toplum olarak ne tür bir önder, lider veya büyüklere tabi olduğumuz sadece dünya hayatımızı değil ahiret hayatımızı da etkiler:
“Her insan grubunu önderleriyle çağıracağımız gün, kimlere kitapları sağ yanlarından verilirse onlar kitaplarını okurlar ve bir iplikçik kadar bile haksızlığa uğratılmazlar.” (İsra, 71) Hatta dünyada tabi olunan sapık liderler, ahirette arkalarına alıp sürükledikleri kalabalıklar tarafından lanetlenirler. Çünkü bu tarz küfrün imamlarına uymak insanın cehenneme gitmesine sebeptir. (Kasas, 41)
Şimdi de önderleri, liderleri ve büyükleri açısından Mekke, Medine dönemini ve Çanakkale sonrası Türk toplumunun durumuna ele alacağız.
Mekke’de İslamiyet büyük bir dirençle karşılaştı. Bu direnç sonucunda 13 sene de 200 aile dahi İslamiyet’i kabul etmedi. Özellikle Daru’n Nedve’de toplanan Mekke’nin yaşlı liderleri organizeli bir şekilde Peygamberimiz’e (sav) karşı zulümden bir duvar ördüler. Çünkü Mekke’de Efendimiz (sav) irşat hayatına başladığında adet ve gelenekleri bir din inatçılığı ile bayraklaştıran yaşlıların ve önderlerinin çoğu hayattaydı. Bu yaşlı önderler İslamiyet’in halka inmesine bir duvar gibi mâni oldular. Bu nedenle Mekkî ayetlerin çoğunda Efendimiz’in (sav) davetine Mekkeliler; “Babalarımızın yolunu bırakıp da sana mı tabi olalım yani” diyerek itiraz ettiler (Bakara, 170). Yasin 6. ayette ise “Kuran’ın özellikle babaların uyarılması için indirildiğinden” bahsedilir.
Medine’de durum ise farklıydı. Medine’nin Evs ve Hazreç kabilesi nerdeyse yüz seneden beri birbirleriyle savaş halindeydiler. Bu uzun savaşlar Medine yaşlılarını ve önderlerini tırpanlayıp geçmişti. Bu bakımdan Musab Bin Umeyr tarafından Medine’de tebliğ edilen İslamiyet babalarımızın dinine baş kaldıracağız gibi hiçbir engele takılmadan kabul gördü. Fakat Mekke’de ise hem ticaret merkezi olması hem de her senenin en az 4 ayında savaşın haram olması sebebiyle yaşlıları da önderleri de hayattaydı. Mekke Müşrikleri bu nedenle asıl darbeyi yaşlı liderlerinin ölümleri ile sonuçlanan Bedir savaşında aldılar. Bedir Savaşı’nda babalarının putçuluk inancını koruyup kollayan liderler tepelenince, Mekke halkı ile İslamiyet’in tanışması arasındaki en büyük engel de böylece kalktı, bertaraf oldu. Bir toplumda gücü ve kuvveti elinde bulunduran kötü liderlerin halkın sapmasına nasıl bir sebep olduğunu, Hz. Musa’nın bu husustaki münacatından da anlayabiliriz. Hz. Musa (r.a) Rabbine “Allah’ım sen Firavun’a ileri gelenlerine güç ve iktidar verdin ve bu husus, halkın doğru yoldan sapıtmasına onların tesirinde kalmasına sebep oldu. Onları bertaraf et” (Yunus, 88) diye dua etmek zorunda kaldı. “Artık onlara mühlet verme” diyordu.
İşte tam bu aşamada dinimiz, halkın doğruyu ve Allah yolunu görmesine mâni olan büyükleri ve yöneticileriyle savaş etmeyi cihadın ta kendisi olarak kabul etti. Tarihte yapılan savaşların en büyük anlamı budur. Halkla Allah arasındaki manileri bertaraf edebilmek, o devrin şartları içinde daha çok Allah yolunda o toplumun zalim önderleriyle savaşı göze almaktan geçiyordu.
“Ateşin içerisinde karşılıklı suçlamalarda bulunup tartıştıkları zaman, zayıf bırakılmış (mustazaflar), büyüklenen (müstekbirlere) diyecekler ki: “Şüphesiz ki biz, sizin tebaanızdık. Şimdi siz, ateşten bir parçayı bizden savabilir misiniz?” (40/Mü’min (Ğafir) 47)
Günümüzde sosyolojik olarak halkın sapıtmasına sebep olan önderlerle meşru bir zeminde savaş ederek onları etkisiz hale getirmek mümkün olmadığına göre, başka yollar başka metotlar bulmamız gerekir. Mesela sağlıklı diyaloglar kurarak halkın önderlerini ikna etmeye çalışmak bir yol olabilir. Veya eğer gücümüz yetiyorsa iyi bir dayanışma ile önderler ve öncüler tabakasında yer edinebiliriz. Binlere baliğ birlerle ilgilenmeyi açıkçası ben böyle anlıyorum.
Çanakkale savaşları gibi savaşlarla da bizim önderlerimiz doğrandı yok oldu. Türkiye Cumhuriyeti kurulurken hayırlı önderlerini kaybetmiş olan Türk toplumu, Batı’nın etkisine çabuk girdi. Hızlı bozuldu. Pusulasını kaybetti. Bu hamur çok su götüreceğinden fazla sözü lüzumsuz görüyoruz kısa kesiyoruz.
Evet, bugün Hizmet Hareketi olarak bizim de önderlerimiz, yaşı büyük ağabeylerimiz var. Fakat bizim önderlerimiz kendilerine uyulacak rehberlerdir. Onlar Hizmetimizin çile ve ızdırabını çekerek, bedel ödeyerek bugünlere geldiler. Kuran bu tür hayırlı önderlere “sabikun” der. Ve bu tür rehberleri; “Öncüler, öncülerdir”(Vakıa, 10) diyerek de takdir eder.