Tarih boyunca milletine karşı sorumluluğunu idrak eden gerçek mana, ilim, ahlak ve maneviyat sultanları, “müşar-ü bil-benam”(parmakla gösterilen) olmaları sebebiyle toplumlarının temelinde ihtilaf ve parçalanmaya karşı sağlam bir blokaj oluşturdular. Bulunduğu dönemde toplumuna sağlam bir blokaj hazırlayan ustalardan biri şüphesiz Mevlana’dır.
Mevlâna'nın (1207, 1273) yaşadığı dönemde bir taraftan Moğolların baskısı (1215) diğer taraftan barbar Batılıların haçlı seferleri (1096) ile Müslümanlar parçalanma ve gerileme dönemine girdiler. 1071’ de Anadolu, Malazgirt zaferiyle daha taze fethedildi ancak Müslümanlar açısından yeterli doygunluğa ulaşamadı. Bu fetihten kısa bir zaman sonra haçlı seferleri diğer taraftan da ondan 30 sene sonra da Moğol baskıları artmaya başladı. Alemi İslam her iki taraftan da bir kıskaca maruz kaldı. Moğol zulmünden kaçan büyük Asya'nın halkları ise daha taze fethedilmiş olan Anadolu'ya sığındı, göç etti. Anadolu'ya sığınanlar arasında Mevlâna'nın babası Bahattin Velet de vardır. Yani Anadolu Moğol zulmünden kaçan Müslümanların mecburi göçmeleri ile Müslümanlaştı. Bu hengamede küçük Mevlâna ailesiyle Anadolu Selçuklu devletinin içinde bulunan Konya’ya gelip yerleştiler.
Konya'ya geldiklerinde burada Sadrettin Konevi Hazretleri (ö. 673/1274 )
vardı. Belki de bu iki mana sultanlarının tavırlarına göre Anadolu şekillenecektir. Bu iki sultan yakın yaştadırlar fakat araları soğuktur. Biri muhacir ta Belh’ten(Afganistan, Harzemşah) kalkıp gelmiş diğeri Medine'nin Ensar'ı gibi Konyalıdır. Sadrettin Konevi’nin idareciler halkası içinde mühim bir yeri, itibarı vardır. Büyük Asya’nın Müslümanları Moğol zulmünden Mekkelilerin şerrinden kaçan muhacirler gibi sığınırlar medenileşmekte olan Anadolu'ya. Haliyle her Medine'nin ensarı olmalıdır. Bu soylu ailenin incilerine Anadolu, ensarlık gösterecek midir? Sır, tılsım, püf nokta buradadır.
Çünkü bir şehir de insan vücudu gibidir. Dışardan geleni yabancı olarak tanımlar hemen içeri almak istemez, reddeder. Örneğin bir zamanlar Bursa'nın velileri de Emir Sultana soğuk davranmışlardı. Emir Sultan 20 kusur yaşlarındayken Buhara'dan kalkıp 1391 yılında Bursa'ya geldiğinde oranın şeyhleri suyla dopdolu bir tası Emir Sultana gönderdiler. Bu şu demekti; nasıl bu tas suyla dolu bir damla suya dahi yer yoktur öyle de Bursa zaten alim ve velilerle doludur, sana buralarda yer yoktur. Kendine su dolu tası getiren müridi kapıda bekletir Emir Sultan evinin içerisinden getirdiği gülleri olan taze dalı su dolu tasın üzerine koyar. Ve suda herhangi bir taşma da olmaz. Kış mevsiminde su dolu tasın üzerinde buram buram kokan gülü gören veliler bu kerametle kendilerine verilen mesajı net bir şekilde alırlar. Bu gül su dolu tası taşırmadan yer bulduğuna göre ben de veliler ve şeyhlerle dolu olan Bursa'da kendime yer bulabilmeliyim. Çünkü ben Bursa’nın gülü gibiyim.
Emir Sultanın Bursa’da yaşadığını Mevlâna Konya'da yaşar. Evet bu nedenle ilk zamanlar Sadrettin Konevi ile Mevlâna'nın arası soğuktur. Ensarla muhacir arasında olması gereken sevgi yoktur. Fakat arayı gönüllerin fatihi olan Allah bulduracaktır. Rüyasında Sadrettin, Mevlâna'nın ayaklarını ovduğunu görür. Üstelik “olur böyle şeyler” der Mevlâna rüyasında; “bazan sen benim ayağımı ovarsın bazan de ben senin ayağını ovarım.” Bu kerametvari rüya ile şok olur Sadrettin. Aradaki buzlar erir. Erimesine erir lakin bu bir rüyadır işte. Kalp soğukluğun zahire bakan tarafında Mevlâna'nın dini ve ilmi disiplinlere tam bağlı olmadığı kanaati vardır. Disiplin ve tertip Sadettin’de özellikle hadis ilminde bir prensiptir. Sadrettin'deki dinin temellerine riayet ve disiplin, hocası ilham kaynağı, manevi güneşi hükmündeki Muhyiddin'i Arabi'den bile aşkındır.
Sadettin Konevi’nin ihtisas alanı hadis ilmidir. Her alime her veliye bu adeseden bakar, değerlendirir. Bir gün Mevlâna Sadettin'in dergâhına(meclisine) ziyarete gider. Ders halkasında hadis okunmakta, takrir edilmekte veya şerh edilmektedir. Madem geldin, aramızdasın dersi sen anlat derler Mevlâna'ya. O da o günkü sırasına ve konusuna göre hadislerden mürekkep o dersi öyle güzel anlatır; mezkûr hadislerin derin manalarını ortaya çıkaran öyle değişik ilgili hadislerden bahsederler ki hepsi Mevlâna'ya hayran kalır. Anlatılan bu etkili dersin sonunda Mevlâna'nın mana aleminin bir yıldızı, gönülleri aydınlatan bir ilim güneşi olduğunu anlarlar. Aradaki buzlar erir, hikmet denizinin birlik sırrına ererler.
Bu hadiseden sonra Sadrettin Konevi ile Mevlâna ve aileler arasında öyle bir dostluk başladı ki Sadrettin, Mevlâna'nın gölgesine dahi ayağını basmadı. Az da olsa ona saygıda kusur edecek gibi olan müritlerini sırf bu yüzden ikaz ettiği dahi oldu. Ve vefatı esnasında Mevlâna, cenaze namazını kıldırmak üzere Sadrettin'den istirhamda bulundu.
Evet Anadolu'da veya İslam aleminde o günlerde siyasi parçalanmaya mukabil mana sultanlarının toplumun bağrına attıkları birlik ve ittifak tohumları kısa zamanda neticesini verdi ve Osmanlı gibi bir cihanşümul devletin temelleri atıldı.
Sosyal yapı bir toplumda beden ise ahlakı, manayı ve ilmi temsil eden alimler ve veliler o toplumun ruhu mesabesindedir. Kol kopunca yaşayabilen vücut, ruhunu kaybettiğinde hayatiyetine ait bütün fonksiyonlarını kaybeder.
“Bize birlik lazım” diyen Bediüzzaman Hazretleri de bu milletin ruhudur, manasıdır.
“...Farzda riya yoktur. Bu zamanın en büyük farz vazifesi ittihad-ı İslâmdır.” (Sada-i Hakikat) “Lakin ittihat cehl(cehaletle) ile olmaz. İttihat, imtizaç-ı efkârdır.” (Münazarat)
Hizmet hareketi de Mevlanalar, Yunuslar ve Sadrettin Konevi’ler gibi toplumun birlik ve beraberliğini temine çalışan bir ruhu mesabesindedir. Bu günlerde özellikle Anadolu'da bizim için muhalif rüzgarlar esiyor da olsa Bediüzzaman’la temsilini bulan bu birlik ruhu, bir gün meyvesini verecek ve bahar kendini gösterecektir.
İnşallah!