Bu zulüm sürecinde vatanının cehenneme çevrilmesi karşısında yurt dışına çıkmak zorunda kalan hizmet gönüllüleri, bazı yaranlarını, akrabalarını, dostlarını ve refiklerini Türkiye'de bıraktılar. Ve bu geride kalan bu dostlar tehlike çanlarının çaldığı bu günlerde oralarda ne yaparlar ne ederler ne yerler ne dilerler?
Mekke’den Medine'ye göç edenler de yaranlarını, inananların önemli bir kısmını bırakarak Medine'ye göç etmek durumunda kalmıştı. Fakat Peygamberimiz(sav) bu geride kalanlarla en azından bildiğimiz kadarıyla Hz. Abbas (r.a) üzerinden irtibatı vardı. Gerçi eli ayağı tutan her Mümin Medine’ye göç etmeli, yerleşmeliydi. Bu hususla alakalı ilahi tembih vardı. Hicret etme imkânı olup da hicret etmemek veya düşmanların safında savaş etmek zorunda kalmak büyük günahtı, fısktı, isyandı.
"Öz nefislerinin zâlimleri olarak canlarını alacağı kimselere melekler derler ki: "Ne işte idiniz?" Onlar: "Biz yeryüzünde dinin emirlerini uygulamaktan aciz kimseler idik." derler. Melekler de: "Allah'ın arzı geniş değil miydi? Siz de oradan hicret etseydiniz ya." derler. İşte onlar böyle. Onların barınakları Cehennemdir. O ne kötü bir yerdir. Erkeklerden, kadınlardan, çocuklardan zayıf ve acz içinde bırakılıp da hiçbir çareye gücü yetmeyen ve (hicret) için bir yol bulamayanlar müstesna." (Nisâ, 4/97, 98).
İbni Abbası’ın rivayetine göre Müslüman olup da Müslümanlığını gizleyen bazı Mekkeliler, müşrikler tarafından Bedir'e savaşa getirildiler de bu ayet nazil oldu (İbn Kesîr, Tefsiru'l-Kur'âni'l-Azim, I, 542): Bu ve benzeri ayetlere göre; Mekke'de kalanların zayıfları mazeretli olsalar da hicret etme gücü ve kuvveti olup da mazereti olmayanlar hicret etmeliydiler.
Evet geride zalimlerin elinde, etkisinde kalanlar ne olacaktı? Medine'ye göç ederken Müslümanların sayısını 176 veya 186 aile olduğu veya buna yakın bir sayı olduğu biliniyor. Ya geride kalanlar kaç kişiydi? Peygamberimiz(sav) onları kime emanet ederek veya tedbir alarak Medine’ye hicret etti? Onlara ne tembihledi, neler söyledi? Bilmiyoruz. Ekseri siyer yazarları Peygamberimizle(sav) Mekke'nin Müslümanları Medine'ye göç ettiler ve orada İslam adına yeni ve farklı bir hayat başladığını yazarlar, o kadar! Ya Mekke'de kalanlara ne oldu? Çalışıp para kazanma, dinini hür bir şekilde yaşama ve sosyal hayatta ayakta kalma imkanlarından men edilen bu insanlar Mekke Fethi dönemine kadar ne yediler, ne yaptılar veya nasıl bir hayat sürdüler? Bu noktalardan siyer kitaplarında pek bahsedilmez.
Bedir’de Uhud’ta veya Hendek savaşında yenilgi üzerine yenilgi alan Mekke'nin zalim müşrikleri, Medine'de aldıkları bu yenilgilerle Mekke'ye döndüklerinde hicret edemeyip oralarda saklanmak durumunda kalan Müslümanlara nasıl eziyet ettiler; bir bilgimiz yok. Çünkü zalimlerin adetidir düşman olarak gördükleri devletlere ait milletlerden, dinlerden veya ırklardan kendi sınırları içinde yaşayanlarına zulüm edebilirler, yaşadıkları mağlubiyetin acısını elindeki halklara eziyet ederek çıkarabilirler.
En kaba siyer bilgisine dayanarak Mekke’deki zalim müşriklerin elinde müminlerin olduğunu gösteren pek çok veri mevcuttu:
Birincisi; Hudeybiye anlaşmasına “Mekke'den Medine'ye göç edip Müslümanlara sığınmak isteyenler geri verilecek,” maddesi eklenmiş olması ve bu maddeye önem verilmesidir. Antlaşmanın bu maddesinden anlıyoruz ki Mekke’de hicret etmemiş veya edememiş hatırı sayılır sayıda Müslüman vardı. Ve öteden beri aralarında yaşayan müminlerin varlığı müşrikleri rahatsız ediyordu. Onların Medine'yle irtibatını kesmeli ve eriyip yok olmalıydılar. Hudeybiye anlaşmasını mezkûr maddesi aslında bunun içindi.
Bu bakımdan Hudeybiye antlaşması zamanında gündeme gelen ve aynı zamanda Mekke'de yaşayan Müslümanların varlığı meselesi daha önce müşriklerin değer vermediği bir mesele değildi diyemeyiz. Bedir’de yaşadıkları yenilginin acısını ellerindeki bu Müslümanlardan çıkarmış olabilirler. Müslümanlar da yenildikçe agresifleşen bu zalim güruhun elinden kurtulmak için kendilerini sakladıkça saklamak zorunda kalmışlardır. Aslında Medine’de yaşayan Müslümanların Mekke’de kalmış zayıf Müslümanların imdadına yetişmek gerektiğini ifade eden bu ayet, Mekke’de yaşamak zorunda kalan Müslümanların haline tercüman oldu:
“Size ne oluyor ki, Allah yolunda ve “Rabbimiz, bizi halkı zalim olan bu ülkeden çıkar, bize katından bir koruyucu sahip gönder, bize katından bir yardım eden yolla” diyen erkekler, kadınlar ve çocuklardan zayıf bırakılmış ezilenler adına savaşmıyorsunuz?” (Nisa, 75)
Bu ayetin sebep -i nüzulü adına şunları söyleyebiliriz. Hicri 6. yılda yapılan Hudeybiye antlaşmasının bir maddesine göre bundan sonra Müslüman olup Mekke’den kaçanlar iade edilecekti. Böylece hicret imkânı bulamayan Müslümanlarla bu madde gereği iade edilen Müslümanlar, bunların eşleri ve çocukları Mekke’de kaldılar, müşriklerin çeşitli zülüm ve baskıları altında yaşamaya devam ettiler. Bu zulüm müminler, işkence ve baskı dayanılamaz hale geldikçe Allah’a yalvarıyor ve bir kurtarıcı göndermesini istiyorlardı. Bu ayetler Mekke'de yaşamak zorunda kalan zayıf müminlerin dua niyazlarına bir cevap niteliği taşıyordu.
İkincisi: Aslında Nisa suresindeki 97, 98. ayette Bedir savaşına müşrikler tarafından getirilen müminlerden bahsettiğini yukarıda ifade etmiştik. Hatta Hz. Abbas üzerinden Peygamberimiz bilinemeyen bu türdeki Müslümanların yanlışlıkla öldürülmemesi için isim listesini ve bilgisini aldı. Malumunuz Birinci Dünya savaşında İngilizler tarafından getirilen Müslüman Hindular da Müslüman Osmanlı askerlerine karşı Çanakkale’de savaştılar. Daha doğrusu savaştırıldılar.
Üçüncüsü: Nisa 75. ayetteki zalimlerin zulümleri altında inleyen zayıflar, kadınlar ve çocukların imdadına yetişmek gerektiğini ifade eden ayete göre mezkûr mağdurlar Mekke’de kalan Müslümanlardır. Demek zalim idarelerin altında hakkı hukuku elinden alınmış mağdurların seslerine ve soluklarına kulak vermek gerekir. Allah (c.c), Medine'ye hicret etmiş müminleri; hicret edememiş müminlerin seslerine kulak verin ve onlara yardım etmek için elinizden ne geliyorsa yapın” şeklinde ikaz ediyor.
Dördüncüsü: Peygamberimiz(sav) hicretin 6. senesinde Kâbe'yi tavaf edip hep beraber umre yaptıklarıyla alkali rüya gördü. Biliyorsunuz Peygamberlerin rüyaları vahiydir, ayettir. Ayettir fakat ya vahyi metluv olarak ya da vahy -i gayri metluv olarak ayettir:
“Andolsun, Allah, Peygamberinin rüyasını doğru çıkardı. Allah dilerse, siz güven içinde başlarınızı kazıtmış veya saçlarınızı kısaltmış olarak, korkmadan Mescid-i Haram’a gireceksiniz. Allah, sizin bilmediğinizi bildi ve size bundan başka yakın bir fetih daha verdi.”( Fetih, 27)
Bu sebeple kurbanlık devlerle Mekke'ye doğru Müslümanlar umre yapmak için yola çıktılar. Her birisi Kabe’ye gideceğinden ve umre yapacaklarından ümitliydiler. Çünkü Peygamber(sav) bu gidişi rüyasında görmüştü. Ancak Mekkeli müşrikler Hudeybiye mevkiine gelerek bu gidişe mâni oldular. Aslında Müslümanlar, savaşı göze alarak da olsa Mekke’ye girmeye karar vermişlerdi. Fakat Hudeybiye’de müşriklerle anlaşma yaparak Mekke'ye gidip umre yapmaktan vazgeçtiler.
Evet hicretin 6. senesi Medineli Müslümanların Kâbe'ye gidip umre yapamamalarının sebebi buydu; Hudeybiye antlaşması... Yani bu işe Mekkeliler mâni olmuş ve Hudeybiye antlaşması yapılmıştı. Fakat bu görünen sebepti. Görünmeyen hakiki sebep ise Müslümanların sayısını bilmedikleri ve tanımadıkları Mekke'de yaşayan müminlerin varlığı idi. Anlaşmayı değil de savaşmayı tercih etselerdi gerekli istihbari bilgiler hazır olmadığından masum müminlerin kanlarını dökme ihtimali vardı. Savaş yerine anlaşma olmasının daha hayırlı olduğu şeklindeki gerçek sebebi yine bize Kur'an haber veriyor:
“Onlar, inkâr edenler ve sizi Mescid-i Haram’ı ziyaretten ve (ibadet amacıyla) bekletilen kurbanlıkları yerlerine ulaşmaktan alıkoyanlardır. Eğer, oradaki henüz tanımadığınız inanmış erkeklerle, inanmış kadınları bilmeyerek ezmeniz ve böylece size bir eziyet gelecek olmasaydı, (Allah, Mekke’ye girmenize izin verirdi)....” (Fetih, 25)
Mekke'de yaşayan masum Müslümanların eziyet görmemesi o kadar önemli bir meseleydi ki; Mekke fethinden önce savaşla alakalı bazı bilgileri müşriklere haber ettiğinden ihanetle suçlanan Hatip Bin Belta daha çok bu nedenle affedildi. Gerçi Bedir ashabından olması gerekçesiyle affedildi. Fakat bu manevi bir nedendi. Maddi neden masumların bilmeden eziyete maruz kalmaması için Hatip Bin Belta kendine göre bin önlem alma yoluna gitmiş olmasıydı. Fakat Mekke fethinde masumlar zarar görmesin diye Peygamberimiz, başka türlü bir önlem alacaktı.
Evet Mekke'de kalan mazlum mağdur mevkuf mahpusların Medineli kardeşleri tarafından unutulmadılar. Bir keresinde zalimlerin yönetimi altında yaşayan bu mazlumları tarih berraklığı ile kaydedememiş de olsa savaşta barışta; iyi günde kötü günde Medineli Müslümanların gündemindeydi. Mekke'de kıtlık olduğunda Peygamberimiz(sav) develerle yardım erzağı gönderdi. Mekke müşriklerinin kalbini hem imana hem de müminlere karşı yumuşatacak bir davranıştı bu.
Evet Mekke’de kalan müminler gibi Türkiye'de kalıp sıkıntı gören kardeşlerimiz var. Tevhitname'nin 122. maddesine göre ellerimizi Rabbimize açıyor ve onlar için nusret diliyoruz:
“Allah’ım! Tutuklanan, hapsedilen ve derdest edilen “mescûn” kardeşlerimize; tevkif edilen, işinden alıkonulan ve hürriyeti kısıtlanan “mevkuf” kardeşlerimize; darda bırakılan, kendisine sebepler üstü bir yardım elinin uzanmasına muhtaç olacak şekilde üzerinde baskı kurulan “muzdar” kardeşlerimize; gadre ve haksızlığa uğramış, hak ettiği imkanlar zorla elinden alınmış “mağdur” kardeşlerimize; hak etmediği muameleye tâbi tutulan ve zâlimin gaddar eliyle zulme maruz bırakılan “mazlum” kardeşlerimize, tez zamanda serbest kalmalarını ve hak ettikleri hürriyet ve imkanlara kavuşmalarını lütfeyle. Öyle ki, bu lütfunun keyfiyeti, Sen’den gayrı “mâsivâ”dan gelebilecek iyiliklerden müstağnî kılacak ölçüde olsun!”
Amin!