Kürtler kendi haklarını istiyor. Yıllarca süren kavga mücadele bunun için. Daha doğrusu bu memlekette azınlık olmalarından ötürü meydana gelen haklarını talep ediyorlar. Sadece Kürtler yok ki kardeşim bu memlekette denebilir. Çerkezler, Arnavutlar, Gürcüler, Lazlar da var. Var oğlu var. 72 millet var. Fakat iki nokta, Kürtlerin haklarını talep etmelerine diğer milletlerin de hak talebinden vaz geçip kendilerini milletin ana gövdesinden saymalarına sebep olmuştur.
Birincisi; Anadolu topraklarında yaşayan hiçbir millet Kürtler kadar büyük bir nüfusa sahip değiller. Bütün dünyada 30 milyon olduğu tahmin edilen Kürtlerin 15 milyonu Türkiye'de yaşamaktadır.
İkincisi; Kürtler hariç bu topraklarda yaşayan ırklar bu topraklara Osmanlının küçülmesine paralel olarak sonradan göç ederek geldiler.
Bu bakımdan Kürtler, Türkiye'de azınlık haklarının pürmelalini görmek anlamak ve idrak etmek için çok önemli bir laboratuvardır. Osmanlı dönemindeki azınlık kriterlerine göre Kürtler azınlık değildi. O dönemde Kürtler de Müslüman olduğundan gayr-ı müslim gibi görülmeleri dolaysıyla zimmi adıyla isimlendirilen “azınlık” olarak değerlendirilmeleri mümkün değildir. Fakat günümüzde Türk Anayasası laik esaslar üzerine teessüs ettiğinden azınlık haklarının kriterini Müslüman olmaya veya olmamaya göre belirlenemez. Irklara göre belirlenmesi gerekir. Çünkü ana gövde Türk'tür ve Anayasamıza göre devlet de Türklerin devletidir. Dolayısıyla azınlıklar da çoğunluğu meydana getiren ana unsura uyumlu olmalıdır. Yani azınlıklar da bugün dini değil ırkı esas alan bir kritere göre belirlenmelidir.
Şimdi ise can alıcı sorumuza gelelim? Şu an devletimizin sınırları içinde yaşayan Türkler kimlerdir? Türk dediğimiz kitle veya an gövde sadece Türk ırkından mı meydan geliyor yoksa Türkler; Türk ırkı dahil farklı ırkların toplamı, bileşkesinden mi meydana geliyor? Bu konuyu anlayabilmek için ta Lozan’a kadar gitmemiz ve azınlıklar konusuna bir göz atmamız gerekir.
Lozan Barış Antlaşması'nda (1923) azınlık, Müslüman olmayanlar olarak belirlenmiştir. Tüm ırka veya millete dayalı azınlıklar Türk uyruklu kabul edildi ve hiçbir şekilde ayrıcalık tanınmayacağı belirtildi. Bu azınlıkların üzerine beton dökmek demekti. Irkları yok saymak veya başka bir ırk olarak görmek temel insan haklarının ihlalidir. Bu duruma dinen de cevaz vermek mümkün değildir. Osmanlı da böyle yapmış diyemeyiz. Osmanlı aynı dinden olanları farklılıklarına müdahale etmeden ayrı bir sınıf olarak değerlendirmiştir. Dinin referansıyla oluşturulan bir sınıflamada resmiyette onun ırkının ve dilinin yeri vardır. Bakın Bediüzzaman’ın Rusya esaretinden firar edip Almanya yolu ile geldiği zaman, Sofya Ateşemiliterliği tarafından verilen pasaportta Kürt olduğu özellikle yazıyor:
“İsmi: Sait Mirza Efendi
Kıtası: Gönüllü Kürt Süvari Alayı
Tabiiyeti: Osmanlı ….” (Tarihçe i Hayat, sf, 108)
Çünkü Müslüman olmak için ırk birliğine ve dil birliğine kesinlikle gerek yoktur. Hucurat Suresi'ni iyi dinlersek konuyu daha iyi anlarız: “Ey insanlar! Şüphesiz sizi bir erkek ile bir dişiden yarattık, tanışasınız diye sizi kavim ve kabilelere ayırdık, Allah katında en değerli olanınız O’na itaatsizlikten en fazla sakınanınızdır. Allah her şeyi hakkıyla bilmektedir, her şeyden haberdardır.” (Hucurat, 13)
Yani ırk farklılığını dinimiz değerli bir umde olarak kabul eder. Hatta buna ayrı bir kıymet verir. Daha da ilerisi Allah (c.c) insanlardaki bu renk, ırk ve lisan farklılığının kendisini gösteren işaretler, deliller ve ayetleri olduğunu beyan buyurur: “O'nun varlığının ve kudretinin delillerinden biri de: Gökleri ve yeri yaratması, lisanlarınızın ve renklerinizin farklı olmasıdır. Elbette bunda bilen ve anlayan kimseler için ibretler vardır.” (Rum, 30/22)
Evet Rum ve Hucurat suresindeki ilgili ayetlere göre, farklı dillerin ve ırkların varlığını yok etmek veya yok saymaya çalışmak zulümdür ve zulmün kaynağıdır. Allah'ın ayetlerini silmek, yok etmeye çalışmak gibidir.
Lozan Antlaşması’nda (1924) Anadolu sathında yaşayan bütün ırkların Türk milleti olarak görülerek tek ırka indirgenmesini konjektürel siyasi bir davranış olarak değerlendirmek gerekir. Lozan'da (1924) Türk tarafı, Osmanlının çok milletli hukuk sisteminin suiistimal edilmesinden kaynaklanan kapitülasyonlar batağından kurtulmak istiyordu. Evet, millet tanımını aynı dine inananlar çerçevesinden kurtararak yabancı büyükelçilere ve konsoloslara yargılama yetkisi veren kapitülasyonlardan kurtuldular ancak bütün ırkları tek bir ırk olarak deklere etmekle de ileride Türkiye'nin başını devamlı ağrıtacak bir konuya onay verdiler. Medine’den Lozan’a kitabında bu konuyla alakalı çok can alıcı bir nokta vardır:
“İngiltere ve müttefiklerinin teklif ettiği tasarının 8. maddesinin birinci fıkrası şöyledir: Türk hükümeti Türkiye’deki soy, din, dil azınlıklarından her biri için Türk devletinin denetimi altında 1 Ağustos 1914 tarihinden önce var olan biçimde din, hayır, ve öğretim işlerinde özerklik (autonomie) tanımayı ve özerkliğe dokunmamayı kabul eder.” (Taha Akyol, Medine’den Lozan’a, sf. 149) Tabi ki İsmet Paşa ve arkadaşları bu maddeye şiddetle itiraz ettiler ve kapitülasyonlarla irtibat kurmaya sebep olacak olan bu fıkrayı, tasarıyı metinden çıkarmayı başardılar. Elbette Avrupalıların azınlıklarla alakalı otonom teklifi muhakkak reddedilmeliydi. Olması gereken buydu. Fakat bir yanlıştan kurtulayım derken Anadolu topraklarında yaşayan ırkları da kültürleri de yok sayarak ayrı bir yanlışa düştüler.
Şimdi ise aradan artık tam bir asır geçti. Yabancı devletlerin elini güçlendiren hatta sömürülmemize sebep olan kapitülasyonlar da şimdi tarihin dehlizlerinde kaldı. Artık her ırkı her milleti olduğu gibi kabul edip özellikle dil, eğitim ve temsiliyet noktasında devletin imkanlarını onların kültürel varlığını koruyacak şekilde seferber etmenin vakti gelmedi mi? Yani Lozan'ın 40. maddesi gereği Anadolu’da yaşayan dini azınlıklara verilen haklar, yaratılıştan zaten farklı olan ırklara, kavim ve milletlere de hukuk ve egemenlik birliğine riayet ederek tanınması gerekmez mi? Bu devletimizi ayrıştırmak, bölüp parçalamak asla değildir.
Eğer azınlıkları tanımak, onlara devlet olarak haklarını teslim etmek kötü ve zararlı bir şey olsaydı bundan en büyük zararı Avrupalıların görmesi gerekirdi. Dünyanın finans merkezi olan İsviçre'de Almanca, Fransızca, İtalyanca ve Romansça olarak tam 4 dil konuşuluyor, yazışmalarda kullanılıyor, herkes bu dillerde eğitim görebiliyor. Resmi dili olmayan Amerika’da da durum farklı değildir. Resmi bir daireye telefon açtığınızda isteğinize uygun olarak İngilizce veya İspanyolca veya O eyalette konuşulan hangi dil kabul görmüşse o dille iletişim kurabilirsiniz.
Şimdi Fransız ihtilalinden sonra millet ve ırklara göre azınlık hakları belirleniyor, dinlere göre değil. Çünkü bugün dinler hakların belirlenmesi nokrasında kriter olma özelliğini kaybettiler. Fakat ırklar kavimler ve milletler azınlık haklarının tayin ve tespitinde en önemli kriterdir.
Demem o ki azınlıklar konusunu Anadolu coğrafyasında yaşayan farklı kavim ve milletleri esas alacak şekilde yeniden ele alıp onları da kendi konumunda kabul ederek devletimiz imkân ve olanak sağlamalıdır. Böyle yaparsak Kürt sorunu da kendiliğinden ortadan kalkar. Çünkü Kürt sorunu, aslında bir azınlık sorunudur.
Tüm okuyucularımızın bayramını kutluyorum.