İnsan hayatının kıymet ve değerinin azaldığı hatta hiçe sayıldığı garip bir dönemi yaşıyoruz. Zaten bu asır başlarken I. ve II. Dünya savaşları ile kıyım makinasında kıyılır gibi 80 milyona yakın insan kıyıldı ve ölüme gönderildi. Bu türlü savaşlarda bu denli insanların öldürülmesi Dünya insanlığında terörü ve cinayetleri sanki masumlaştırdı, normalleştirdi. Zira medeniyetten ahkam kesenler kelle kesmekten çekinmediler. Fakat bugün tüm bu şenaatleri işleyen Batı tarihte yapmış olduğu bu tür hatalarından nispeten ders almış gibidir.
Devlet Terörü
Günümüzde insan canına kıymanın en kötüsü de devlet eliyle olanıdır. Terör ve mafyanın insan hayatına kastetmelerini anlayabiliriz. Fakat devletlerin de hukuku arkadan dolaşarak insan hayatına son veren organizelerde parmağının olması düşündürücüdür. Çünkü cinayetlerin devlet eliyle organize edilmesi bu işe hevesli olan kişi veya gruplar için çok kötü bir örnektir. Halbuki her devletin ilan ettikleri bir hukuku, işleyişinde tabi oldukları anayasa eksenli kuralları vardır. Devletler de kendi koyup ilan ettikleri kuralların dışına adına “devletçilik” diyerek çıkarlarsa insan hayatını güvence altına alamaz, mafyatik oluşumların önüne geçemeyiz. “Hâkim müddei olursa kimi kime şikâyet edeyim” cinsinden acı bir durum oluşur.
Bir keren hukukun dışına çıkarak cinayet işlemek devlet olmanın temel mantığına terstir, zıttır. Bir toplum neden devlet kurar? Hukuki bir zeminde kendi can güvenliğini teminat altına alabilmek için. Bu temel gayeyi temin edemeyen devletler, varoluş gayelerinden o nispette uzaklaşmışlar demektir.
Makyavelizm anlayışı
Cinayetlerin artmasına, yaygınlaşmasına sebep olan ikinci durum ise Makyavelizm anlayışının dünyada halen daha rağbet görüyor olmasıdır. Hedefe giderken manileri bertaraf etmek cinayet işlemeyi dahi gerekli kılıyorsa her türlü yola baş vurmak mübahtır anlayışı dünyada maalesef çok yaygınlaştı. Bu türden cinayetleri hemen her devirde, dönemde pek çok devlette veya ideolojilerde görmek mümkündür. Fakat günümüzde cinayet bir yol, metot haline geldi sanki. Düşünebiliyor musunuz Susurluk kazasına adı karışan bir Özel Harekatçı Ayhan Çarkın 1000 tane masum insanın kanını döktüğünü pişmanım sosuyla itiraf edebiliyor. Kim bu öldürülen 1000 kişi? Kamuoyu belki öldürülen bu insanların sadece birini ikisini tanıyor. Çoğunu kimse bilmiyor. Ayhan Çarkın gibi binlerce insanı devlet adına katleden nice caniler var fakat bunların çoğunu ilgimiz olmadığından veya medya arkalarında onlar hesabına çalıştığından bilme şansına sahip değiliz. Ancak kurbanlar çok meşhursa o zaman sis perdesi de olsa bir şeylerin döndüğünün farkına varabiliyoruz.
Özellikle devlet imkanlarını kullanarak insan hayatına kastedilmesine biz “fail i meçhul” cinayetler diyoruz. Ziya ül Hak’kın, Kıral Faysa’lın, Menderesin, Muhsin Yazıcıoğlu'nun, Mumcu’nun, Hırank Dink, Sinan Ateş’in hatta Özal’ın öldürülmeleri bu tür bir cinayetlerdir. İttihatçıların parmağının olduğu Sultan Abdülaziz'in (1876)'da intihar süsü verilerek katledilmesi kolay kolay unutamayacağımız bir cinayettir. Koca hünkarın bilekleri kesildi. Çünkü dünya saltanat, güç ve iktidara giden yolda bu tür manileri bertaraf etmenin en etkili yolu muhalifleri cinayetle ortadan kaldırmaktır.
Bir devlet veya o devletin hâkim güçleri zararlı insanları pasifize edip etkisiz hale getiremezler mi? Getirebilirler fakat bu tür mücadeleler, yasalara ve hukuka uygunluk içinde adalet mekanizmaları işletilerek verilmelidir.
Ölüm Cezası
Bu bakımdan yasalarda öngörülen cezalar, cinayetlerin önüne geçebilmek için öncelikle caydırıcı olmalıdır. 5237 sayılı TCK.nın 81.nci maddesinde; “Bir insanı kasten öldüren kişi, müebbet hapis cezası ile cezalandırılır”. Fakat her TCK’nın 82. maddesine göre de adam öldürmeyi aynı kategoriye dahil etmek mümkün olmadığından bu ceza her zaman geçerli değildir.
Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesinin 2. maddesine göre de; “Herkesin yaşama hakkı yasanın koruması altındadır. Yasanın ölüm cezası ile cezalandırdığı bir suçtan dolayı hakkında mahkemece hükmedilen bu cezanın yerine getirilmesi dışında hiç kimse kasten öldürülemez”
Evet cinayetler için kanunlarda öngörülen cezalar caydırıcı bir niteliktedir. Ancak bu cezalar, alt üst demeden “devlet adına” “millet adına” veya “Allah adına” gibi hukuk dışı yollara mahal vermeden bu işin faili olan canilere büyük bir adaletle uygulanabilmelidir.
Dinimiz ve Öldürme
Diğer bir konu da adam öldürmenin dinimizde küfre denk geldiğini veya tutulduğunu bilmek gerekir. Din adına, Allah adına diyerek cinayete cihat süsü vererek insanları katletmenin dinimizde kesinlikle yeri yoktur. İki dünyasını karartmak istemeyen bir mümin bu tür cinayeti işlemeden uzak durmalıdır. “Kim bir mü’mini kasten öldürürse, cezası, içinde ebediyen kalacağı cehennemdir. Allah ona bu dünyada gazap etmiş ve öteki dünyada da rahmetinden uzak tutmuş ve ona büyük bir azap hazırlamıştır. (Nisâ suresi, 93)
Ebû Bekre Nüfey` İbni Hâris es-Sekafî radıyallahu anh’den rivayet edildiğine göre Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurdu:
“İki Müslüman birbirine kılıç çektiği zaman, öldüren de ölen de cehennemdedir”.
Bunun üzerine ben:
- Yâ Resûlallah! Öldürenin durumu belli, ama ölen niçin cehennemdedir? diye sordum .
Resûl-i Ekrem sallallahu aleyhi ve sellem:
- “Çünkü o, arkadaşını öldürmek istiyordu” buyurdu
Nefsi Müdafaa
Bunun tek istisnası Türk ceza yasalarına (82. Madde) ve dinimize göre de nefsi müdafaa cinayet suçlamasından muaftır. Nefsini müdafaa etmek ise, dinin emridir. Nitekim sahâbîlerden biri ile Peygamber Efendimiz(sav) arasında şöyle bir konuşma geçer:
- Yâ Resûlallah! Adamın biri gelip malımı elimden almaya kalksa, ne yapmalıyım?
- “Malını ona verme!”
- Ya adam benimle kavga etmeye kalkarsa?
- “Sen de onunla dövüş!”
- Ya beni öldürürse?
- “Şehid olursun.”
- Ben onu öldürürsem?
- “O cehennemlik olur” (Müslim, Îmân 225).
Hz. Adem’in cehennemlik olan oğlunun aynı zamanda bir katil olması da tesadüf değildir.
Allah'ın mükerrem bir varlık olarak yarattığı insanın hayatına son vermenin niyet ve kastından dahi uzak durmak gerekir: “Bir Müslümanı öldürmek(savaşmak) Küfürdür, sövmek ise fasıklıktır. (Buhârî, Îmân 36, Edeb 44, Fiten 8; Müslim, Îmân 116. Ayrıca bk. Tirmizî, Birr 51, Îmân 15; Nesâî, Tahrîm 27; İbni Mâce, Mukaddime, 7, 9, Fiten 4) )
Radikal ve Siyasal İslamcılar
Hal böyle olunca günümüzde bazı müslüman grupların kendi meşrep ve mezhebinden olmayan diğer müslümanlara ve müslüman olmayanlara karşı tutum ve tavrı maalesef yukarıdaki mezkûr hadis ve ayetlere uygunluk gösterdiğini söyleyemeyiz.
Özellikle radikal İslamcılar ve siyasal İslamcıların cinayet işlemedeki pervasızlıklarına şahit oluyoruz. Özel arızi ve istisna olarak ele alınması gereken ve kendine göre bir hukuku olan savaş esnasındaki öldürmenin çerçevesini genişletip suistimal ediyorlar. Sanıyorum radikaller devlet olma şartı ile yalnızca üzerinize silahlı birliklerle geldikleri takdirde söz konusu olan savaşa, devlet olma şartına çok da bakmadan dahili düşmanlara karşı da baş vurarak cinayetlerin önünü açtılar. Halbuki harici düşman zahir ve açık iken dahildeki düşmanlarımız daha çok mücerrettir, cehalet, ihtilaf veya fakirlik gibi. Dahildeki düşmanlığa özne olanları kılıçla yok etmeye kalkmak bu düşmanlığı azaltmaz bilakis daha da arttırır. Çünkü fakirleri değil fakirliği, cahilleri değil cahili, muhalifleri değil ihtilafları ortadan kaldırmak gerekir.
Küllün selameti için cüz feda edilir
Diğer taraftan “küllün selameti için cüz feda edilir” kuralını Siyasal İslamcılar suistimal ettiler. Halbuki “Hiçbir suçlu başkasının suçunu yüklenmez.”(Enam, 164) diyordu ayet. Bu da istisnai bir durumdur. Feda edilen cüz, küllün hukukunu hayatını temin edici bir keyfiyette olmalıdır. Yoksa feda edilen her fert bütün dünyadaki insanların hukukuna ve hakkına girmek anlamı taşır (Maide, 3). Bu da hukuki bir kuraldır siyaset ve idareye göre değildir. Çünkü her siyasi ve idari gücü elinde bulunduranlar, kendilerini “küllün selameti” yerine koyup, muhalefeti de “şerri kalil” çerçevesine yerleştirerek onları yok etmek ve ortadan kaldırmak isterler. Böyle olunca da cinayetlerin ve haksızlıkların önünü kimse alamaz.
Hadislerde 100 kişiyi öldürdüğü halde Allah'ın affına mazhar olan bir şahıstan da bahsedilir. Bu gibi cinayet işleyenleri dahi Allah'ın affedebileceğini haber veren dini kaynaklara bakıp küfre denk bir günah olduğunu görmemezlikten gelmek dinin ruhuna uygun düşmez. Ayrıca hadiste söz konusu edilen caninin İlahi affa mazhar olması son anda büyük bir riskle gerçekleşmiştir. Rahmet melekleri eski kötü arkadaşları ile varıp ulaşmakta olduğu nurani topluluk arasındaki mesafeyi ölçmüş ve kıl payı bir farkla mezkûr şahsı azap meleklerinin elinden alıp cennete götürmüşlerdir.
Asrı saadette cinayet işleyen Muhallem’e Peygamberimiz(sav) beddua etmiş ve onu toprak kabul etmemiştir. Ve Üsame Bin Zeyd’in savaş esnasında bile şehadeti söyleyen bir düşmanını öldürmesi sebebiyle Peygamberimizin(sav) onu şiddetli ikaz ve azarlamasını unutmamız mümkün değildir.
Evet hukukun dışına çıkarak adam öldürmek terördür. Cinayet işlemenin ve teröristliğin ise dinimizde kesinlikle yeri yoktur; küfürdür...