İşkence kabul edilmesi mümkün olmayan bir insanlık suçudur. Ve bu suçun zaman aşımı yoktur. Bir insanın veya bir grubun veya kendilerini devlet yerine koyanların başkalarının yaşam haklarına zarar verecek şekilde müdahale etmelerine engel olmanın en etkili metodu hukuka, yasalara ve kanuniliğe dönmektir. İşkenceyi kurdukları rejimin ayakta kalabilmesi için bir metot diye kullanan diktatörlerin dahi kural ve kanunları vardır. Fakat bu kanunların evrensel hukuk normlarına uyum ve uygunluk içinde olmaları gerekir. Okullarımızda öyle bir eğitim verilmelidir ki görüşü mezhebi ırkı, fikri ve yaşam şekli ne olursa olsun hiçbir gerekçe işkence yapılmasını halkın nazarında mazur hale getirmemelidir. İşin püf noktası burasıdır. “Bizden olmayan gerekirse her türlü kötü muameleyi hak eder” anlayışının şuur altı müktesabatlarımızdan silinmesi gerekir.
Ne yalan söyleyeyim 80 darbesinden sonra Türkiye'de özellikle hapishanelerdeki işkencelerin artık tarihin derin kuyularına gömüldüğünü sanmıştım. Çünkü 700 binden fazla kimse adli işlem gördüğü bu darbe arifesinde sistematik hale gelen işkencelerle hukuki hakların ihmal etmenin ağır faturasını bu millet ödedi. Bu ağır fatura ödendi ve bitti sanmıştım. Ama yanılmışım. Kürtlere yapılan işkenceleri görememişim. Ölsün diye helikopterden insanlar yere atıldı bu memlekette. Çırılçıplak soyulup halkın gelip geçtiği meydanlarda itilip kakılanlar, teşhir edilenler oldu. 2016’da ne olduğu belli olmayan darbe girişiminden sonra ise zaten belli seviyede varlığını devam ettirmekte işkence olağanüstü hal ilan edildiğinden kanserli hücrenin metastaz olup bütün vücuda yayılması gibi yayıldı, önlenemez bir hal aldı. Şimdi ise mağdurları, mazlumları, adli işlem görme süreci yaşayan namzetleri Allah korusun!
Deva Partisi kurucularından olan Mustafa Yeneroğlu’nun ifadesine göre darbe sürecinden sonra 2 milyona yakın insan adli işlem gördü. Adli işlem sayısının artması dahi işkencelerin sayısını bizim ön göremediğimiz bir şekilde çoğalması anlamına gelir. Çünkü 2016 Birleşmiş Milletler Türkiye işkence raporundaki tespit edilen bazı hususlar sistemli olarak adli süreç içerisinde hukuk ve kayıt dışı ve aynı zamanda işkenceye açık alanların oluşturulduğunu gösteriyor:
6. Tespit: 4 Nisan 2015’te kabul edilen “İç Güvenlik Paketi” olarak adlandırılan 6638 sayılı Kanun, resmi olmayan gözaltı yerlerini meşrulaştırmak adına atılan ilk adımlardandır. Ceza Muhakemesi Kanunu’nun (CMK) 91. maddesinde, idari amirler tarafından atanan güvenlik amirlerine “toplumsal olaylarda güç ve şiddetin karıştığı suçlarda”, “Terörle Mücadele Kanunu (TMK) kapsamındaki tüm suçlarda” ve “Toplantı ve Gösteri Yürüyüşleri Hakkında Kanununda (TGYK) yapılan değişikliklerde ayrıntılandırılmış suçlarda” 24 saate kadar; toplu olarak işlenen suçlarda ise 48 saate kadar önleyici gözaltı uygulama yetkisi veren bir değişiklik yapılmıştır. Bu değişiklik, gerçekleşen işlemler hakkında güvenlik güçlerinin savcıyı yukarıda belirtilen süreçlerin sonunda haberdar etme zorunluluğu olmadığını ortaya koymaktadır. Ayrıca, kişilerin hâkim karşısına en geç 48 saat; toplu suçlarda ise 4 gün içinde çıkacağını düzenlemektedir. Kolluk görevlilerinin bu şekilde hiçbir hukuk denetimi olmaksızın gözaltı yetkilerinin genişletilmesi, işkence ve kötü muamele yasağının ihlal edilmesi riskine yol açacaktır.
7. İl İdaresi Kanunu'nun (İİK) 11. maddesine getirilen eklemeye göre, siyasi otoriteye doğrudan bağlı bir mevkide bulunan Vali gerekli gördüğü takdirde güvenlik amirlerine ve görevlilerine suçu aydınlatmak ve failleri bulmak amacıyla acil tedbirler almaları yönünde doğrudan emir vermeye yetkili kılınmıştır.
Evet, gözaltı sürelerinin uzatılması ve valilerin suçu aydınlatma gibi yetkilerinin olması bile Türk hukuk sistemini işkenceye açık hale getirmek için yeter de artar bile. Çünkü bu iki durum savcıyı hâkimi yani hukuku devre dışı bırakmak demektir. Yasalar çerçevesinde karar verme sorumluluğu olan bir erkin devre dışı bırakılması demek direk siyasetin emrinde olan bir yapı tarafından ön görülemez insan hakları ihlalleri gibi sonuçların doğması adına keyfi muamelelerin önünün açılması anlamına gelir. Oluşturulan bu hukuk dışı alan, zulmün anası işkencelerin de kaynağıdır. Aslında hukuk çerçevesiyle telifi mümkün olmayan her ceza bir işkencedir ve insan hakları ihlalidir. Adli bir süreç yaşamadan verilen her ceza işkencedir. Adli süreçler de evrensel hukuk normlarına uygun olmalıdır.
Dinimize gelince işkenceyi reddetmiş ve firavun ve zalimlerin sıfatı, tavrı olarak değerlendirmiştir. Kur’an-ı Kerim’de işkenceler çoğu zaman “fitne” kelimesi ile ifadesini bulur. Evet, işkence Allah’ın nazarında her türlü ayıp ve kötülüğü içinde barındıran bir fitnedir. Dolaysıyla yeryüzünden işkenceler ortadan kalkıncaya kadar mücadele etmek Bir Müslümanın görevi ve vazifesidir: “Fitne ortadan kalkıncaya ve din yalnız Allah’ın oluncaya kadar onlarla savaşın; fakat vazgeçerlerse, artık zalimlerden başkasına saldırmak yoktur.”(Bakara, 193)
Fitne "altın ve gümüş gibi değerli madenlerin saflığını anlamak için ateşte eritmek" anlamına gelen fetn kökünden türeyen bir kelimedir. Eskiye bakıldığında "derisini daha kolay yüzebilmek için kurbanı sıcak kuma gömmek; kandırmak, gönlünü çelmek" ve "pusu kurarak yol kesmek" anlamlarını verenler de olmuştur.
Bakara Suresi 49. ayetine göre işkence Firavunlara izafe edilen bir suel azaptır. Yani azabın en kötüsüdür. Allah bu ayette İsrailoğulları’nın işkenceden kurtulmalarını Allah’ın bir lütfu olarak anlatır.
“Hatırlayın o zamanı ki, size azabın en kötüsünü (işkence) revâ gören; oğullarınızı boğazlayıp kadınlarınızı hayâ edilecek işler için sağ bırakan Firavun hânedânından sizi kurtarmıştık. Bunda da Rabbinizden size büyük bir imtihan vardı.” (Bakara 49)
İşkencelere karşı Allah’a güvenip dayanmadan da sabretmek mümkün değildir. “Hem bize yürüyeceğimiz doğru yollarımızı Allah göstermişken niçin O’na dayanıp güvenmeyelim ki? Bize çektirdiğiniz her türlü ezâ ve cefaya (işkence) elbette sabredip katlanacağız. Zâten tevekkül sahiplerine de düşen, yalnız Allah’a dayanıp güvenmektir.”(İbrahim, 12)
Mihnet ve işkenceye maruz kalanların yegâne yardımcısı Allah’tır: “Sonra şu da kesin bir gerçek ki, elbette senin Rabbin, mihnet ve işkencelerle, zulüm ve baskılarla sınandıktan sonra hicret eden, ardından Allah yolunda cihâd eden, çalışıp didinen ve sabredenlerin yardımcısıdır. Doğrusu Rabbin, onların bütün bu güzel davranışlarına karşılık olarak gerçekten çok bağışlayıcıdır, engin merhamet sahibidir. (Nahl, 110)
Masum Allah kullarına işkence edenler her ne kadar Müslüman dahi olsalar kendilerini cehennem ateşine sokacak veya o ateşe yaklaştıracak Allah’ın nefret ettiği kötü bir iş yaptıklarının farkında olmalılar. İşkence tövbe i istiğfar edilmesi gereken büyük bir günahtır.
Mü’min erkeklere ve mü’min kadınlara her türlü işkenceyi yapan, sonra da pişman olup bundan vazgeçmeyenlere cehennem azabı, bir de yangın azabı vardır. (Buruc, 10)
Zorla insan kaybetmeler, kaçırmalar, korkutmak veya yıldırmak için işkenceye maruz bırakmalar artık çağ dışı, hukuk dışı ve din dışı uygulamalardır. Evrensel hukuka uygun verilmeyen her ceza da işkencedir, hak mahrumiyetidir. İşkence zaman aşımı olmayan bir suç olmakla beraber Allah’a ve ahrete inanalar açısından aynı zamanda bir kul hakkı ihlalidir. Peygamberimizin (sav) vermiş olduğu gaybi haber çerçevesinde kul haklarını ihlal edenler de ahrete ibadet servetleriyle gitseler de işledikleri kul hakkı nispetinde iflas edecek, cennete girmeleri söz konusu iken bütün bütün kaybetme ihtimali ile cehennemin en derin ve ateşli derekelerine atılacaklardır.