Hicret, selamet ve bela

Hüseyin Odabaşı

Hüseyin Odabaşı

09 Şub 2025 23:44

  • Peygamberler misyonları gereği tahkiki imanı elde etmiş sahih bir toplum meydana getirmeye çalışır, Allah’ın inayeti ile getirirler de. Sonra da hem o bir avuç o topluluğun korunmasını temin etmek hem de bir tohum olup şartlanmışlıktan uzak başka toplumları manen aşılayabilmek için beraberce o tarafa doğru hicret ederler. Çünkü çoğu zaman tebliğin ilk yayıldığı ana toplumda herkesi kapsayan bir muvaffakiyet elde etmek mümkün olmaz.  Gerçi Yunus Bin Metta’nın halkının toptan iman etmesinden bahsedilir, fakat bu da Yunus peygamberin gemiyle halkından bir müddet uzaklaşmasından ve balığın karnına atılmasından sonra ancak müyesser oldu.  

    Peygamberlerin himmet ve gayretleri ile meydana gelmiş de olsa zayıf ve azınlıkta olan her toplum çoğunlukta olan zalimlerin ve fasıkların bulunduğu bir güruhun içinde uzun müddet mahiyetini koruyarak varlığını devam ettirebilmesi mümkün olmaz. Zira elde kalan ve toprakla buluşması uzayan her tohum bozulur, bozulabilir.

    Mekke müşrikleri, Mekke kayalarından daha sertti. İşkence baskı arttıkça arttı. Hüzün senesi, tam bir preslenmek demekti. O (sav) hep alternatif yollar aradı. 613 ve 615 yıllarında yapılan Habeşistan’a hicret böyle bir arayışın sonucuydu. Birincisinde 8 erkek 4 kadın, ikinci hicrette ise 83 erkek 18 kadından oluşan bir avuç mümin zalimler karşısında ezilip dağılmamak için yollara revan oldu. Habeşistan’a vardılar. Bu hicret sonucunda İslamiyet'i tanıyan Habeş devletinin Kralı Necaşi, Müslüman oldu. Bu hicretin mühim bir meyvesiydi. Daha sonra Mekke’deki bu baskılar bitmeyince Peygamberimiz(sav), çare olarak bu defa Medine’ye hicret etmek zorunda kaldı. Ve Medine’de Müslümanlar devlet oldular. Bu da hicretin ikinci meyvesiydi

    Kur'an-ı Kerim, Hz. Nuh’tan (ra) çok bahseder. Tufanda dalgalar yükseldikçe yükseldi oğlu dahi inananlar için hazır edilen gemiye binmeyi reddetti. Hz. Nuh’a inanmış bir avuç insan vardı ve bu mazlum topluluğun sahil-i selamete kavuşturulması gerekiyordu. Bu bir avuç inanan kesimin oluşturulmasında ne zaman peygamberlik görevine başladığı belirtilmese de, bu kutsal vazife için Hz. Nuh’un 950 senelik ömrünü tahsisi vardı. Bu denlü emeğin zayi olmaması adına Hz. Nuh Allah’ın emriyle gemi yaptı ve yapılan bu gemiyle canlılardan ve inananlardan oluşturduklarıyla sahil -i  selamete kavuştu. Bugün bile insanlık olarak varlığımızı ikinci Âdem Babamız hükmündeki Hz. Nuh (a.s)’un gemiyle yaptığı bu tarîhî yolculuğa, elemli hicrete borçluyuz. Peygamberimizin hicreti karadan, Hz. Nuh’un hicreti gemi ile denizdendi. 

    Hz. Musa Efendimiz de düşmanların en çetini ile mücadele etmek zorunda kaldı. Firavun, tarihin gördüğü en zorlu bir düşmandı. Musa ve inananları tehdit ediyor, “(Firavun) Dedi ki: 'Ona, ben size izin vermeden önce mi inandınız? Gerçek şu ki, o, size büyüyü öğreten büyüğünüzdür; öyleyse yakında bileceksiniz. Şüphesiz ellerinizi ve ayaklarınızı çaprazlama kestireceğim ve hepinizi gerçekten asıp-sallandıracağım.” (Şuara, 49) diyordu. Zalim cebbar Firavunun baskıları sonucu pek çok inanan çarmıhların gölgesinde can vermek zorunda kaldı. Bu aşırı baskı müminlerin fıtratını bozabilir, inançlarını sarsabilir veya en azından davalarının nesilden nesle aktarılmasına mâni olabilirdi. İsrailoğullarının selameti adına Hz. Musa mucize olarak ikiye yarılan Nil nehrinden geçmeyi göze alarak necata kavuştu. Zalim ve kafirlerin daima güçlü ve iktidar sahibi olmasının imkansızlıklar içinde kıvranan inananların üzerinde olumsuz bir etkiye sahip olduğunu, Hz. Musa’nın şu münacatında sezmek ve fark etmek mümkündür:

    “Mûsâ, “Rabbimiz!” dedi, “Sen Firavun’a ve adamlarına dünya hayatında ihtişam ve servet verdin; insanları senin yolundan saptırsınlar diye mi yâ rab! Ey rabbimiz! Artık onların servetlerini silip yok et, kalplerine sıkıntı ver; elem veren cezayı görmedikçe iman etmeyecekler.” (Yunus, 88)

    Evet, bir avuç inanan bir topluluğun varlığını hem madden hem de manen devam ettirebilmesi için, Hz. Musa, Nil nehrinden geçerek İsrailoğulları ile beraber hicret etmeyi göze aldı. Zira bazen bir cemaat için zalimlerin idaresinde yaşamak sonuçları itibarıyla Nil nehrinde boğulmaktan daha kötü ve daha tehlikeli olabilir.

    Hz. Lut Efendimiz de yıllarca mücadele ederek az bir cemaatin hidayetine vesile oldu. Fakat öyle bir azgın toplulukla mücadele etmek zorunda kaldı ki onlarda ahlaki hiçbir kriteri hiçbir fazilet hissi yoktu. Hz. Lut’un misafirlerini dahi rahatsız etmekten çekinmiyorlardı. Hz. Lut’u erkek kılığında ziyaret eden melekleri bile rahatsız ettiler. Bu, bardağı taşıran son damlaydı. Keşke bu azgın topluluğa karşı sırtımı dayayacağım bir kale olsaydı, diye iç geçirdi Hz Lut:

    “Lut, size karşı koyacak gücüm, kuvvetim olsaydı yahut da kuvvetli bir aşiretim olsaydı da ona sığınsaydım dedi.”(Hud, 80)

    Bu azgın ve şımarık topluluk karşısında orayı terk edip hicret etmekten başka çare, yol yoktu. İlahi bir emirle sabahleyin inananları da yanına alarak yola çıktı. 

    (Elçiler) Dediler ki: 'Ey Lut, biz Rabbinin elçileriyiz. Onlar sana kesin olarak ulaşamazlar. Gecenin bir parçasında ailenle birlikte yürü (yola çık). Sakın, hiç biriniz dönüp arkasına bakmasın; fakat karın başka. Çünkü onlara isabet edecek olan (azap), ona da isabet edecektir. Onlara va'dolunan (azab) sabah vaktidir. Sabah yakın değil mi?' (Hud, 81)

    Hz. Lut (a.s), arkasında bıraktığı toplumun helak sesleri arasında arkasına bakmadan hicret diyarına doğru yürüdü. Aslında bütün hicretler geride bulunan müşrik ve zalim toplumun helaki ile noktalanmıştır. Hz. Nuh’un kavmi yükselen suların içinde kaldı. Lut’un kavmi yanardağın lavları arasında mahvoldu. Hz. Salih’in kavmi mucize olarak kendilerine gönderilen deveyi kesince büyük bir sesle felaketten felakete sürüklendiler:

    “Üzerlerine korkunç bir çığlık gönderdik de, davar ağılındaki kuru otlar ve çalı çırpı gibi kırılıp dökülüverdiler.” (Kamer, 31)  

    Diğer taraftan bir avuç inanmış hakiki müminin bir beldeyi cemaat olarak terk etmesi yani hicret etmesi geride kalan topluma felaketin geleceğini gösteren en büyük alamet ve işarettir.  Çünkü felaketler hicretin ön şartı gibidir.

    İmam Şibli “Peygamberimizin Helak Mucizesi” başlığı altında bu konuyu işler. Taif ziyaretinde hakaret ve eziyetler karşısında Peygamberimiz (sav), görevli melek tarafından teklif edilen helak mucizesinin ertelenmesini istedi. “Batşe-i kübra” olarak adlandırılan büyük helak, inananların hicretinden sonra Bedir Bavaşı’nda (624) gerçekleşecekti.

    Peygamberimiz (sav) namaz esnasında secdedeyken, Mekke müşriklerinin elebaşları, O’nun (sav) başına deve işkembesi koydular da Efendimiz (sav) mübarek ellerini açarak 7 kişiye helak olmaları için orada beddua etti. İbni Mesudun bildirdiğine göre; “Resulullah’ın lanet ettiği yedi Kureyş lideri, istisnasız Bedir’de öldürülmüş ve bu şekilde Peygamberimiz’in büyük darbe hakkında vermiş olduğu haber gerçekleşmişti.” (İmam Şibli, Peygamberimizin hayatı Mucizeleri, sf,77)

    Aslında yukarda söz konusu ettiğimiz lanetten sonra Kureyş, Bedir’den önce büyük bir kıtlığa uğradı. Duhan 10 ve 17. ayetler bu konuyu ele alır. Fakat Kureyşliler, Peygamberimiz’e (sav) gelerek imdada yetişmesi için yalvardılar. Efendimiz dua etti ve yağmur yağdı.

    Tüm bunlardan sonra özet olarak diyebiliriz ki; salih insanların bir beldeyi terk etmesi hayra alamet değildir. Yukarıda saydığım veya saymadığım peygamberlerin yaptığı gibi, iyi insanlar, maruz kaldıkları zulümlerden ötürü içimizde barınamayıp da bulunduğumuz beldeleri terk ediyorsa, ellerimizle şakaklarımızı kavrayıp derin derin düşünmeliyiz. Hele bela ve musibetlere paratoner olduğunda hüsnü zan sahibi olduğumuz bir cemiyet, zalimlerin şerrinden korunamayıp da vatanlarını terk etmek zorunda kalıyorsa, helak gelir diyemesek de onların paratoner oldukları belaların önünde bir engel kalmamış olur. Kastamonu Lahikası ve Tarihçe -i Hayat kitaplarında Bediüzzaman Hazretleri mealen; “davamızı kabul etmeseniz de bize ilişmeyin diyor. Şayet ilişirseniz bu dava kendine başka yerler diyarlar bulur.  Fakat pusuya saklanmış şekilde bekleyen belalar Anadolu havzasını sarar sarmalar.”

    “Biz zulüm ve baskılar altında kaldıkça, Risale-i Nurun meyveleri başka memleketlerde neşir olunacaktır.”( Bedüzzaman)

    09 Şub 2025 23:44
    YAZARIN SON YAZILARI