Ali'yi anlamak doğru Müslümanlığı anlamaktır. Bugün asr-ı saadetten günümüze gelen doğru yolun sapık kolları, Hz. Ali’nin de uzağına düşen kollardır, yollardır. Ali'nin tasdik ettiği, yürüdüğü veya belirlediği orta yolu terk etmek doğruyu, hakikati terk etmek demektir. Buna tarih de şahit hali alem de şahittir.
Efendimiz (sav), Risalet görevinin başlangıcındaki yıllarda tebliğe medar olsun diye tertip ettiği ziyafet sofralarından sonra, ziyafetin sebebini teşkil edecek şekilde vazifesini ilan eder. Hazirunu Allah’a davet eder ve putlardan menederdi. Ahreti hatırlattıktan sonra; “Bu kutsi davada kim bana sahip çıkacak?” diye sual etti. İlk kez böyle bir manzara ve teklifle karşılaşanlar şaşkınları içinde kalakalırken, Hz. Ali (r.a) boyunun ve yaşının küçüklüğüne bakmadan; “Ben ya Resulallah, ben sana ve davana sahip çıkarım.” dedi. Sahip çıkmak, tarihin Hz. Ali Efendimize kesip biçtiği bir misyondur.
Bu tabloyu alıp halifeler dönemine götürdüğümüzde manzara değişmeyecektir. O Ali (r.a) ki Peygamberimizin(sav) vefatından sonra O’nun davasını temsil ve devam ettiren Ebu Bekir (r.a), Ömer (r.a), Osman (r.a) Efendilerimize de sahip çıktı, destek verdi. Ali (r.a) Osman (r.a) ve Ömer’e (r.a) zaten danışmandı. Ebu Bekir’e (r.a) bizzat danışman değildi amma ona biat etmeyebilir; kendini ortaya atıp Peygamberimize(sav) olan yakınlığını kullanarak daha başlangıçta Alem-i İslam toplumunun parçalanmasına ve Ebu Bekir (r.a) Efendimizin (sav) işlevsiz kalmasına sebep olabilirdi. Kendini ortaya koyacak tabiri caizse isyan bayrağını açacak bir mazereti de vardı. Çünkü her ne sebeple olursa olsun Ali (r.a), Peygamberimizin cenazesi ile meşgul iken Hz. Ebu Bekir Efendimiz halife seçildi. Onun bu işten, sonra haberi oldu. “Ben bu oldu bittiye getirilen bir hilafet seçimini tanımıyorum” diyebilirdi. Gerçi Ebu Bekir (r.a) onun evine kadar geldi. Biatını aldıktan sonra halifelikle alakalı bir talebi varsa Ali’nin hesabına hilafetten vazgeçebileceğini de ifade etti. (Muhammet Hamidullah, İslam'da Anayasa, 124)
Yani kanaatime göre peygamberlik davasının devamını temin eden üç halifenin sorunsuz iş başında olabilmesi Hz. Ali'nin tavrına bağlıydı. Oyun bozanlık yapma hakkına veya pozisyonuna sahip olan bir insan olarak Hz. Ali, ziyafet sofrasında Peygamberimize (sav) verdiği destek misali O’nun (sav) vefatından sonra da o türden bir desteği halifelerine vermeye devam etti. Daha sonraları Hz. Ali'nin halifelere verdiği desteği kendi halifeliği zamanında Hz. Muaviye, Ali’ye vermedi ve fitne büyüdü ve kan döküldü. Hz. Ali (r.a) ile Muaviye (r.a) arasında yaşanan bu ciğersuz hadiselerin benzerleri daha önce de yaşanabilirdi (Allahualem). Horasan'dan İspanya'ya kadar geniş bir coğrafyada Müslümanlığın kabul görmesi ve yaşanmasını olanak tanıyan halifeler devrinin sigortası hükümdeki Ali'yi daha iyi anlamak için gelin Peygamberimizin (sav) kendini ortaya koyarak Ali’nin misyonunu ifade ettiği şu sözünü bir kere daha derinlemesine idrak etmeye çalışalım: “Ben Kur'an'ın tenzili için harb ettim. Sen de te’vili için harb edeceksin.” (Heysemî, Mecmeu’z-Zevâid, 6:244; Müsned, 3:31, 33, 82)
Yani Ali (r.a), Peygamberimizden (sav) sonra ümmetin orta yolunu ihtiyar etti hatta bu yolu destekledi ve en son kendi halifeliği ile de bu yolun tam tahkimini temin etti. Gerekirse bu yolun sapık kolları ile savaşı göze aldı. Sünnet-i seniye denilen orta yolda kaldı hatta bu yolun taşıyıcı iskeleti oldu. Bu bakımdan Efendimiz ’den sonra zuhur eden her sapık veya olmayan yol mezhep veya tarikat Ali’ye göredir. Yani tarikat veya mezheplerin hal ve durumlarında Ali’ye (r.a) göre ortaya koydukları tavır ve söylemler en ana etkendir. Ali'nin vahid -i kıyasi olma rolünü bakın Peygamberimiz (sav) ne kadar güzel ve ne kadar etkin bir şekilde ifade eder:
“İsa gibi senin yüzünden de sevginin ve düşmanlığın aşırılığından dolayı iki kısım insan mahvolacaktır. Hristiyanlar meşru olan sevgiden aşırıya kaçarak Hz. İsa’ya, Allah’ın oğlu diyerek onu ilahlaştırdılar. Yahudiler ise aşırı düşmanlık göstererek onun peygamberliğini inkâr ettiler. Senin hakkında da aşırı sevgi ve aşırı düşmanlıktan dolayı iki sınıf insan mahvolacaktır.” (Ahmed b. Hanbel, Mesnet )
Evet, Ali’ye (r.a) göre Alem-i İslam aslında bu hadiste ifade edildiği gibi üçe ayrıldı kabaca. Hz. Ali'yi aşırı sevip halifeleri hatta peygamberimizi değersizleştiren rafiziler, şialar bir tarafta; Ali’ye düşmanlık besleyip nefret eden şirke giriliyor gerekçesi ile selefiler, Vehhabiler, Haruriler öbür tarafta. Ehli sünnet ve Ali sevgisini esas alan aleviler ise ortada hak tarafında istikamet kısmında. “Ali (r.a) turnusol kağıdıdır” derken bunu kastediyoruz.
Ali (r.a), alem-i İslam’da dengeyi gösteren terazinin iki ucu gibidir. Önce orta yolu caddeyi Kuran’iye yani ehl- i sünnet yolunda Hz. Ali’nin ne anlam ifade ettiğini ortaya koymaya çalışalım:
a. Ehli sünnet yolu ve Hz. Ali (r.a): Ali’yi sevmek ve Ali muhabbetini esas alarak yürümek aslında sünneti seniyyeden farklı değildir. O yolu cilalandırmak ve parlaklığını taravetini arttırmak demektir.
“Al-i Beyt'ten vazife-i Risaletçe muradı Sünnet-i Seniyye'sidir. Sünnet-i Seniyye'yi terk eden hakikî Âli Beyt'ten olmadığı gibi Âl-i Beyt'e hakikî dost da olamaz.” (Lemalar, Dördüncü Lema)
Peygamberimiz (sav), benden sonra size iki şey bırakıyorum dediği iki farklı rivayette birinde “sünnetim, bırakıyorum ((Hâkim, 1/93). dedi, diğer rivayette ise Al-i Beyt’imi bırakıyorum demişti.
“Sizlere iki şey bırakıyorum. Onlara yapışsanız kurtulursunuz. Birisi Kur'an-ı Kerim, biri Âl-i Beyt'imdir.” (Ahmed b. Hanbel. Müsned, I-IV, Beyrut, ty. IV, 369.) Burada al-i beyt, sünnet-i seniye anlamındadır.
b. Hz. Ali’nin solunda kalan Vehhabi yolu. Düşmanlıkta aşırı gidenler:
Selefi akımı gerçi Abdulvehhap'ın (1703, 1792) Hanbeli mezhebi ile İbni Teymiye'nin (1263, 1328) görüşlerini karışımı ile meydana geldi. Bu bakımdan Ahmet bin Hanbel'in (780-855) olmasa da daha çok Vehhabiliği anlamak için İbni Teymiye'nin görüşlerine vakıf olmak, bilmek gerekir. Suud ailesi Abdülvehhab’ın temsilciliğini yaptığı bu mezhebi, çıkışı veya fraksiyonu benimsedi. Devlet gücüne ulaşan bu görüş böylece Arabistan yarımadasında yayılma imkânı buldu.
Fakat Vehhabiler, bir anlamda Hz. Ali Efendimizin sapık bir topluluk haline geldikleri için savaştığı Haricilerin kan davasını da devam ettirdiklerinden, Ali Efendimize düşmanlık beslediler. Suud ailesi ile Ali düşmanlığı devletin resmi görüşü haline geldi.
"Birincisi: Hz. Ali (R.A.) Vehhabilerin ecdadından ve ekserisi Necid sekenesinden olan Haricilere kılıç çekmesi ve Nehrivan’da onların hafızlarını öldürmesi, onlarda derinden derine hem din namına Şialığın aksine olarak, Hz. Ali’nin (R.A) faziletlerine karşı bir küsmek bir adavet tevellüd etmiştir. Hz. Ali (R.A.), şah-ı velâyet unvanını kazandığı ve turuk-u evliyanın ekser-i mutlakı ona rücu’ etmesi cihetinden haricilerde ve şimdi ise haricilerin bayraktarı olan vehhabilerde ehl-i velâyete karşı bir inkâr bir tezyif damarı yerleşmiştir."
Al-i Beyt perdesi altında Hz. Ömer’e (ra) husumet
"İkincisi: Müseylime-i Kezzabın fitnesiyle irtidada yüz tutan Necid havalisi, Hz. Ebûbekir’in (R.A.) hilâfetinde Halid İbn-i Velid’in kılıncıyla zir-u zeber edildi. Bundan Necid ahalisinin hulefa-i raşidine ve dolayısıyla Ehl-i sünnet ve'l-cemâat’a karşı bir iğbirar (gücenme) seciyelerine girmişti. Halis Müslüman oldukları halde yine eskiden ecdadlarının yedikleri darbeyi unutmuyorlar, nasıl ki ehl-i İran’ın Hz. Ömer’in (R.A.) adilane darbesiyle devletleri mahv ve milletlerinin gururu kırıldığı için Şialar, Al-i beyt muhabbeti perdesi altında Hz. Ömer’e (R.A) ve Hz. Ebubekir'e (R.A.) ve dolayısıyla ehli sünnet ve cemaate daima müstakimine fırsat buldukça tecavüz etmişler."
"Üçüncü Esas: Vehhabilerin azim imamlarından acib dehaları taşıyan meşhur İbn-i Teymîye ve İbn-i Kayımil-cevzî gibi zâtlar, Muhyiddîn-i Arab (K.S.) gibi azim evliyaya karşı fazla hücum ettikleri ve gûya mezheb-i ehli sünneti Şi’âlara karşı Hz. Ebûbekrin (R.A.) Hz. Ali’den (R.A.) efdaliyetini müdafaa ediyorum diyerek Hz. Ali’nin (R.A.) kıymetini düşürüyorlar. Harika faziletlerini adileştiriyorlar. Muhyiddin-i Arabi (K.S.) gibi çok evliyayı inkâr ve tekfir ediyorlar. Hem Vehhabiler kendilerini Ahmed İbn-i Hanbel mezhebinde saydıkları için Ahmed İbn-i Hanbel Hazretleri bir milyon hadîsin hâfızı ve râvisi ve şiddetli olan Hanbeli mezhebinin reisi ve halk-ı Kur'ân mes'elesinde cihanpesendane salabet ve metanet sahibi bir zât olduğundan onun bir derece Zahiri ve müteassibane ve Alevilere karşı muhalefetkârane mezhebinden din namına istifade edip bir kısım evliyanın türbelerini tahrip ediyorlar ve kendilerini haklı zannediyorlar. Halbuki bir dirhem hakları varsa bazen on dirhem ilâve ediyorlar. “(Said Nursi)
c. Hz. Ali’nin sağında kalan Şiaların aşırı muhabbeti.
Aslında muhabbete sevgiye kimse bir şey diyemez. Ancak aşırısı veya hulus içermeyeni tehlikelidir. Yani Ali'yi Ali olarak misyonu içeresinde her müminin takdir etmesi gerekir. Fakat Ali (r.a) sevgisi Ömer (r.a) düşmanlığını örtmek içinse veya o düşmanlığa gerekçe oluşturmak içinse, böyle bir sevginin hulusundan şüphe edilir. Bundan dolayı Iraklılar yani İranlılar veya Şialar hiçbir zaman ehl-i beyt sevgisinin gereğini yerine getirmediler. Ali’ye “seni seviyoruz arkandayız” dediler ancak Sıffın savaşının (657) sonlarına doğru gerekli desteği vermediler. Sonra Halife olan Hz. Hasan Efendimiz de onların sevgisine kandı ve halife olur olmaz Muaviye (r.a) ile çarpışmaya yola çıktı. Ancak tam Muaviye (r.a) ile savaş edecekleri esnada Hasan Efendimizin arkasında sağlam bir şekilde durmaları gerekirken O’nu tenkit ettiler, yalan yanlış haberlerden etkilenerek sam yeli gibi dağıldılar. Muaviye (r.a) ve ordusu ile Hasan Efendimizi baş başa bıraktılar. Sonra Muaviye sultan oldu. Derken önce Hasan Efendimiz sonra da Muaviye hakkın rahmetine kavuştu.
Yezid sultan olunca özellikle Abdullah bin Zeyd ve Hüseyin Efendimizden bizzat biat almak istedi. O da biatını gizli saklı değil açıktan yapacağını dostlarıyla istişare etmesi gerektiğini söyledi. Fakat, Yezid’i temsil eden vali Velid’e biat etmedi. Lakin Küfeden (Iraktan) yüzlerce davet mektubu, itaat mektubu aldı. Gel buraya bizi arkanda bulacaksın diye. Abdullah bin Ömer (r.a) gibi değerli sahabeler belki on kişi Hüseyin'in yanına gidip ırak-ı acemlerin; Küfelilerin davetine kanmaması gerektiğini, aldanmaması gerektiğini söylediler dil döktüler. Fakat Küfeliler, o denli dil döküp gel buraya biat etmene gerek yok biz sana biat edelim dediler ki, Hüseyin Efendimiz kalkıp Küfe ’ye kadar gitmek yönünde karar verdi.
Küfe ’ye girerken şehrin valisi Ubeydullah bin Ziyad, Hüseyin Efendimiz’in şehre girişini su bulunmayan Kerbela civarında durdurarak engelledi. Fakat ne yapıldıysa olmadı. Gel bize arkanda bizi destekçi olarak göreceksin diyenler yardıma gelmediler. Ubeydullah bin Ziyad komutasındaki Yezid’in askerleriyle Hüseyin Efendimizi baş başa bıraktılar. Hatta Hüseyin Efendimizi öldürmek için ok atanların içinde mektup yazıp da davet edenlerin olduğundan da bahsedilir.
Evet, bir tarafta Ehl-i beyti ilahlık seviyesinde bir sevgiyle sevenler, fakat iş sadakat ve fedakarlığa gelince hakkını veremeyenler. Irak- ı acemlerin bu tavrından dolayı Ali (r.a) de Hasan (r.a) da Hüseyin (r.a) efendilerimizde sebepler açısından madde ve dünya ölçüleri içinde iktidar yolunda başarılı olamadılar. Acemlerin bu yanar döner olmalarını o mübarekler canlarıyla ödediler. Zalimlerin kucağına terk ettikleri bu Ehl-i beytin felaketleri karşısında da ne yazık ki en büyük yası, göz yaşını yine acemler döktü. Halen daha öyleler.
Sorun şuydu; Acemlerin ehl-i beyte olan desteği Ömer düşmanlığına dayanıyordu. Zatında var olan bir destek değildi bu. Bugün bizim davamıza da destek verenlerin desteği de başkalarına ait olan bir düşmanlığa dayanmamalıdır. Bizzat sevgiye dayalı sadakat payandalı bir destek olmalıdır. Bize düşmanlık yapanlara düşman olanların desteği bile anlamsızdır, geçersizdir. Bu bakımdan Alem-i İslam’a Acemlerin zararı, Vehbilerden daha ileri oldu.