Din bir fedakarlıktır. Menfaatlerimize zıt noktalarla doludur. En azından dinimizin öngördüğü ibadetleri yapmak maldan, bedenden, zamandan ve hayattan fedakârlık gerektirir, ister. Yoğun fedakârlık ve karşılıksız iş yapmak aslında menfaatine çok düşkün olan insanoğlunun yaratılışına, fıtratına terstir, zıttır.
Gerçekten öyle midir? Dinin emirlerini yerine getirmenin bize bir menfaati veya dinin dışında bir hayat sürmenin herhangi bir zararı yok mudur? Dini hayatın varsa nasıl bir menfaati vardır? Fedakârlık ve hayatımızı bile yok sayan bize zararı dokunan dinimizin isteklerini nasıl anlamalıyız?
Bu açıdan yakın zararı ve yakın nimeti de insana göstermek gerekir. Üstadımız Bediüzzaman Hazretleri Risale -i nur davasının etkili olmasını dinin emirlerini yerine getirmenin yakın vadedeki menfaatlerini veya bu yoldan sapmanın insana yakın vadede verdiği zararı göstermesine bağlar. (Hizmet Rehberi)
Bazan uzak nimet, kısa vadede zarar ve ziyan gibi de görünebilir. "Cennet nefse hoş gelmeyen şeylerle, cehennem de nefsin hoşlandığı şeylerle kuşatılmıştır."(Tirmizi, Cennet, 31) Fakat her zaman cennet yolunda yürümen nefsin hoşuna gitmeyen şeylerle muhatap olmayı gerekli kılmaz. Bir hadise göre tevekkül rızk menfaatinin kolaylaşmasına vesiledir:
“Ömer İbnü’l-Hattâbradıyalluha anh’den rivayet edildiğine göre ‘Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem’i şöyle buyururken dinledim’ demiştir:
“Eğer siz Allah’a gereği gibi güvenseydiniz, (Allah), kuşları doyurduğu gibi sizi de rızıklandırırdı. Kuşlar sabahları kursakları boş olarak çıktıkları halde akşam dolu kursaklarla dönerler.” (Tirmizî Zühd 33. Ayrıca bk. İbni Mâce, Zühd 14)
Diğer taraftan Kur'an-ı Kerim, tevbe ederseniz Allah size bol yağmur ve rızık gönderir der. Mezkûr ayette göre tövbe etmek belaları ortadan kaldırdığı gibi rızkın artmasına faydalı yağmurların yağmasına vesile olur. Bu durumda tövbe etmek insan menfaatine uygundur:
“Ey kavmim! Haydi artık günahlarınız için, Rabbinizden bağışlanma dileyin, sonra da tevbe ve pişmanlık içinde O'na yönelin ki, size gökten bolca rahmet ve bereket yağdırsın, gücünüze katsın. Günaha batıp giderek Allah'tan yüz çevirmeyin.” (Hud, 52)
Fakat bazen de Allah’ın emirlerine isyan veya kullukta gösterilen zulüm insanı dünyalık birtakım menfaatlerinin yok olmasına da sebep olabilir. Bu açıdan dinden uzaklaşmak insanı menfaatlerinden de uzaklaştırabilir. Mesela “Ben sizin Rabbinizim” diyerek Musa’nın hakiki dinine savaş açmış olan Al-i firavun'a çekirge, kan ve tufanlar gibi dünya afetinin sebebi isyanlarıydı, tuğyanlarıydı:
“Biz de kudretimizin ayrı ayrı alâmetleri, mûcizeleri olmak üzere, başlarına tûfanlar, çekirgeler, haşereler, kurbağalar ve kan âfetleri musallat ettik.”(Araf, 133)
Dünya ve ahiret nimetini veya menfaatini Kur'an-ı Kerim “yakın nimet” ve “uzak nimet” olarak ikiye ayırır, taksim eder:
“Hayır. Doğrusu siz peşin olanı (dünyayı) seviyorsunuz.” (Kıyame, 20)
Fakat dünya yani yakın nimet doğruyu ve hakikati belirlemede en temel kriter değildir. Allah'ın has kulları hem dünyada hem de ahrette daima nimete mazhar olurlar, diyemeyiz. Bazen de işi tıkırında gidenlerin bu durum onların makbul insanlar olduklarını göstermez. Bu cümlenin doğru olduğu ve nispetler perspektifine göre doğru olmadığı dönmeler, zamanlar, durumlar vardır. O zaman Firavun tıynetli zalimlerin rast giden işlerine ve dünya nimetleri içinde boğulmalarına ne demeliyiz? Bu dünyevi nimet değişkenlik arz eder. Örneğin Peygamberin(sav) çağrısına cevap vermek bazen öyle olur ki bolluk ve bereket kaynağı haline gelir. Bazen de öyle olur ki dünyevi belaların üzerimize gelmesine sebep olabilir. Hadiste ne deniyor:
“İnsanlar içinde en ağır imtihana çekilenler peygamberlerdir. Sonra sırasıyla (rütbeleri) onları takip edenler, sonra onları takip edenlerdir.”
anlamında hadisler vardır. (Hâkim, el-Müstedrek, 3/343)
Ne var ki dünyevi nimetler, layık olmayanların yani zalimlerin elinde bir istidraçtır. Önemli olan kalbin daima bir ok gibi Allah'ı gösteriyor olmasıdır. Sünnet-i seniye çerçevesinde hayat yaşamaktır. Öte yandan dünyevi nimetleri Salih insanlar başkaldırına yadım, infak ve sorumluluklarını yerine getirmek için ellerinde tutarlar.
Şimdi dünya nimetlerini elinin tersiyle iten müminler hiç menfaat hesabı yapmazlar mı? Aslında müminler de menfaat hesabı yapar, menfaatin hakikisine yönelirler. Mümin menfaatinden bütün bütün vazgeçmez. Sadece uzak menfaat denilen ahiret menfaatini, yakın yani dünyanın geçici menfaatlerine tercih ederler. Çünkü din adına Allah adına da olsa bütün bütün menfaatlerinden vazgeçen demek insan yaratılış ve fıtratına uygun değildir. Bu bakımdan Kuran ne diyor;
“Şüphesiz ki Allah, Allah yolunda savaşan, öldüren ve öldürülen müminlerden, canlarını ve mallarını, kendilerine (verilecek) cennet karşılığında satın almıştır.1 (Bu), Tevrat’ta, İncil’de ve Kur’an’da O’nun üzerinde gerçek bir vaat olarak (böyledir).(Tevbe, 111)
Allah sizin nefsinizi ve malınızı cennet karşılığında satın aldı. Yani sonsuz cenneti bağrında bulunduran ahiret hayatı, zeval ve zararları mahiyetinde bulunduran dünya hayatına göre milyon kere milyon kere daha karlıdır, menfaatçidir. Çünkü şu dünyanın ahrette sonsuzluğu yakalamış bir sineğin kanadı kadar dahi değeri kıymeti ve menfaati yoktur:
“Sehl İbn Sa’d es-Sâidî -radıyallahu anh-’dan rivâyet edildiğine göre, Allah Rasûlü (sav) şöyle buyurmuştur: “Dünyanın Allah katında bir sivrisinek kanadı kadar değeri olsaydı, ondan kafire bir yudum su dahi içirmezdi.” (Tirmizî rivayet etmiştir)
Evet menfaat duygusu insanda temelli bir duygudur. İnsana “menfaatinden vazgeç, dünyayı elinin tersiyle it” diyemeyiz. Gördüğümüz gibi dinimiz de insanoğluna menfaatinden, sana fayda veren şeylerden vazgeç dememiştir. Sadece menfaatini geçici dünyaya bağlama. Dünya değil ahiret menfaatine yönel, cennet ve cemalullah senin için dünya ve içindekilerden daha hayırlıdır, daha menfaatçidir.
Çünkü bir şey temel bir duygu olarak insan fıtratında varsa sevme, etme, menfaatine bakma denmez. Bu tür bir teklif malayutak olur. İnsan için yerine getirilmemesi mümkün olmayan bir teklif olur. Ona denmeli ki bütün; bütün dünyevi menfaatlerin peşinden gitme de; menfaat ve çıkar duygunu ahirete yani ebedi diyarlara çevir. Orada daha çok kazanırsın daha fazla bir menfaat elde edersin. Üstadımıza göre insan fıtratına temelli bir duygu olarak konmuş olan duyguların rağmına zıddına hareket etmek, vaizlerin, nesihlerin nasihatlerini de iptal eder, tesirsiz kılar:
“İşte, tahmin ederim ki, nâsihlerin nasihatleri şu zamanda tesirsiz kaldığının bir sebebi şudur ki: Ahlâksız insanlara derler, "Haset etme, hırs gösterme, adâvet etme, inat etme, dünyayı sevme." Yani, "Fıtratını değiştir" gibi, zâhiren onlarca mâlâyutak bir teklifte bulunurlar. Eğer deseler ki, "Bunların yüzlerini hayırlı şeylere çeviriniz, mecrâlarını değiştiriniz"; hem nasihat tesir eder hem daire-i ihtiyarlarında bir emr-i teklif olur.” (Mektubat)