Peygamberimiz(sav), bütün Müslümanların kaderini tayin edecek olan Bedir, Uhud ve Hendek gibi savaşların en kritik noktalarını istişare ile belirledi. Aslında Efendimizin(sav) hemen her savaşında hatta hayatının her alanında istişarenin mühim bir yeri vardır. Fakat özellikle siyer tarihi açısından önemi tartışmasız olan Bedir, Uhud ve Hendek savaşlarındaki istişareleri ise ayrıca değerlendirmek gerekir.
Tabiri caizse Peygamberimiz(sav) bu savaşları risaleti , mucizesi ve harikuladelikleriyle değil beşeriyeti ile sevk ve idare etti. Tabi bu savaşlarda Allah'ın ve meleklerin vadedilen yardımları oldu. Ancak Efendimizin(sav) hemen bütün savaşlarından olağan üstülüklerini çıkarsak da savaşın ruhunda, stratejisinde ve mahiyetinde bir azalma veya değişme olmazdı. Çünkü Peygamberimiz (SAV) savaşları ve aldığı tedbirleri esbaba riayet çerçevesinde ve istişare çizgisinde ele almış ve işi harikuladeliklere bağlayarak ümmetine taklit edilemez bir mücadele stilini miras olarak bırakmamıştır.
Yani demek istediğim Bedirde savaşındaki mucize olarak algılanacak inayetleri çıkarsak da Efendimizin(sav) istişare ile almış olduğu tedbir ve strateji ile yine bu savaşlar kazanılırdı. Aksi ümmeti açısından “mala yutak” olurdu. Yani mucizelere bina edilerek kazanılan zaferleri ümmeti olan bizlere örnek alamaz, Efendimizin(sav) savaş esnasında gösterdiği mucizeleri göstermekten aciz kalacağımızdan dolayı da dinimizin prensiplerine uyarak yapacağımız savaş gibi mücadelelerde başarılı olamazdık.
Evet Peygamberimizin(sav)bu savaşları ilahi, mucizevi ve olağan üstü boyuttan beşerî seviyede cereyan etmesini sağlayan da ümmeti ile istişareler yaparak karar vermeyi tercih etmesidir. Bu savaşların kilidi de anahtarı da istişarelerdir.
Bedir Savaşı (Hicri 2, 17 Ramazan; 13 Mart 624 Cuma)
Müslümanlardan 300 kişi Müşriklerden 1000 kişinin karşısına çıktı. Ebu Süfyan komutasındaki ticaret kervanının burunlarının dibinden geçtikten sonra paraya ve silaha dönüşmelerine göz yumamazlardı. Üstelik kervanla satılmak için taşınan mallar, Müslümanların Mekke'de hicretten önce bıraktığı kendilerine ait mallardı. Ayrıca bunlarla Müslümanlarla savaşmak için silah satın alacaklardı. Bu nedenle Efendimiz(sav) 300 kişiyle kervanın önüne çıkmaya karar verdi. Bu kervan öyle elini kolunu sallaya sallaya gözlerinin önünden geçip Şam’a gidemezdi. Fakat Müslümanların kervana doğru silahlı birliklerle geldiğini duyan Ebu Süfyan hem Mekke'den yardım istedi hem kervanın güzergahını değiştirdi. Bu yardım isteğine Mekke 1000 kişilik orduyla yola çıkarak cevap verdi. Bu sebeple başta planlamasalar da Mekke ordusuyla Müslüman ordusu karşı karşıya geldiler. Aslında daha sonra ticaret kervanını yolunu değiştirerek emniyet altına alan Ebu Süfyan dahi böyle bir savaşın olmasını istemiyordu. Ancak 70 yaşındaki Ebu Cehil’i savaş kararından kimse vaz geçiremedi.
Resul u Ekrem Efendimiz(sav) mücahitleriyle müşriklerden önce Bedir’e vardı ve Bedir Kuyularına en yakın bir yere indi. Karargâhının nerede kurulmasının daha uygun olacağını ashabıyla görüştü.
O zaman 33 yaşlarında bulunan Hubab b. Münzir ayağa kalktı ve “Ya Resulullah! Burada karargâh kurmak pek muvafık değildir. Sonra da “Ya Resulullah! Burası, sana Allah'ın inmesini emrettiği, bizim için ileri gidilmesi veya geri çekilmesi caiz olmayan bir yer midir? Yoksa şahsi bir görüş neticesi, bir harp tedbiri olarak mı seçildi?” diye sordu.
Resul-i Kibriya Efendimiz, “Hayır! Şahsi bir görüş neticesi, bir tedbir icabı olarak seçildi.” buyurdu.
Bunun üzerine Hubab, “Ya Resulullah! Burada karargâh kurmak pek muvafık değildir. Siz, halkı hemen buradan kaldırınız. Kureyş kavminin konacağı yerin yanındaki su başına gidip konalım. Ben orayı bilirim. Orada suyu bol ve tatlı bir kuyu vardır. Onun gerisindeki bütün kuyuları kapatalım. Sonra bir havuz yapıp onu suyla dolduralım. Sonra da müşriklerle çarpışalım. Biz susadıkça havuzumuzdan içeriz. Onlar su bulup içemezler, zor duruma düşerler” diye konuştu.
Resul i Ekrem Efendimiz(sav), “Ey Hubab! Doğru olan görüş, senin işaret ettiğindir” buyurarak hemen ayağa kalktı. Mücahitler de derhal ayağa kalktılar. Kureyş müşriklerinin konacakları yerin yakınındaki suyun yanına kadar gittiler.
Sonra, Peygamber Efendimiz ’in emriyle kuyular kapatıldı. Bir havuz yapılıp içerisi kuyu suyuyla dolduruldu ve içine de bir kap kondu.
Savaş esnasında kuyudaki suya Mekke müşrikleri ulaşamadığından susuzluktan perişan oldular. İstişarede alınıp uygulanan bu plan savaşın kaderinde etkili oldu. Mekke müşrikleri bozguna uğradı.
Uhud (Hicretin 3. senesi 7 Şevval / Miladi 625)
Hicretin 3. yılında Mekke'de yaşayan Hz. Abbas (r.a) Peygamberimize (sav) Mekkelilerin savaşa hazırlandıklarını haber verdi.
Mekke ordusu 3000 kişi, Müslümanlar ise yaklaşık 1000 kişilerdi. Müşrikler ordusuyla Bedir'in öcünü alma için Uhud'a kadar geldiler.
Efendimiz(sav) bu esnada savaşın seyri ile alakalı ashabın düşüncesini sordu. Efendimiz(sav) gördüğü bir rüya üzerine Medine'de olmayı ve savunma savaşı yapmayı uygun gördü. Rüyasında bazı hayvanlar(bakar) boğazlanıyor, kılıcının kabzasında bir delik ve elini de sağlam bir zırhın içine sokuyordu. Bu rüyanın tevilinde sağlam zırh Medine’ydi. Rüyanın işaretine göre Medine’de kalıp savunma savaşı yapmak gerekiyordu. Medine'nin sokaklarında düşman parçalanmak zorunda kalır, kadınlar ve Müslüman olmayan Medineliler de savaşa destek verirlerdi. Çünkü Medine Vesikasına göre Medine dışarıdan gelen düşman saldırısı karşısında Yahudi, Hristiyan demeden ortak olarak savunulması gerekirdi.
Fakat Özellikle Bedir savaşına katılamayan ve genç sahabeler Medine'nin dışında meydan muharebesi yapılması taraftarıydılar. Onlara göre erkekler gibi dışarda savaş etmek en iyisiydi. Karar daha çok bu genç sahabelerin isteği doğrultusunda çıktı. İstişarenin toplumun içinde yer edinmesi adına daha isabetli olmayan bu kararı Peygamberimiz(sav) uyguladı. Hatta Peygamberimize;
-Ya Resulullah biz seni zorladık; Halbuki sana muhalefet edip bunu yapmak bize yakışmazdı. Medine'de kalmak dahil sen dilediğini yap ya Resulullah” dediklerinde zırhımı giydikten sonra Allah hükmünü verinceye kadar bir Nebi’ye onu çıkarmak yakışmaz” diyecektir.
Şöyle bir durum değerlendirmesi yaptığımızda istişarenin hatırına Uhud savaşındaki yaşanacak zararları bilerek göze almış gibidir. Çünkü karar alıcıları en çok yanıltan da meşverete mevzu olan kimselerin yanlış karara sebep olma ihtimalleridir.
Seyit Kutup a göre istişarenin toplum içinde yerleşip İslamiyet'te bir prensip olarak yerleşmesi adına Peygamberimiz Medine yerinde kalmasaydı da istişarenin gereğini yine de yerine getirirdi.
Uhud savaşında yaşanan zarar sebebiyle Peygamberimiz(sav) ve ileri gelen sahabeyi yanlış ve yıkıcı karar verilebilir mülahazasıyla toplumla istişareden uzaklaşmamaları için Kur'an-ı Kerim, yaşananları ve olması gereken davranışı bir tablo gibi resmetti.
“Allah tarafından lütfedilen bir rahmet sâyesinde sen onlara yumuşak davrandın. Eğer kaba, katı kalpli olsaydın, insanlar etrafından dağılıp giderlerdi. Artık onları affet, onlar için Allah’tan bağışlanma dile. Karara bağlanacak işlerde onlarla istişare et! Kesin kararını verince de, yalnız Allah’a güvenip dayan! Çünkü Allah, kendisine güvenip dayananları sever.” (Ali İmran, 159)
Demek, istişarede bazılarının görüşüne uyularak yanlış karar alınıp zarara girilse de “sizden dolayı bu hezimeti yaşadık” denmemeli, görüş sahipleri tan u teşniye maruz bırakılmamalıdır. Eğer böyle olursa bu riskten dolayı kimse daha sonraki istişarelerde fikirlerini beyan etmek istemez, çekinir. Bu nedenle Peygamberimize(sav) “sen yine onlarla işlerini istişare etmeye devam et” deniyor.
Hendek (Beşinci yıl, Şevval)
Uhud savaşını ateşini Medine'nin Yahudileri ateşledi. Ebu Süfyan'a gittiler Muhammet'e(sav) savaş açarsanız biz sizin arkanızdayız sözünü verdiler. Gatafan’a gidip onları da ikna ettiler. Müslümanlarla savaş etmeye ikna edilen kabilelerin çok ve karışık olmasından dolayı bu savaşa ahzap dendi. Ebu Süfyan komutasında 4 bin kişilik ordu yola çıktı. Kabilelerin desteğini ala ala bu ordunun sayısı 10 bin kişiye dayandı.
Yine Peygamberimiz istişareye baş vurdu. Nasıl bir ortaya konulması gerektiğini sordu ashabına teker teker. Medine'de kalıp düşmanı sokaklar arasında dağıtarak zayıf düşürmenin mi, yoksa Medine dışına çıkıp göğüs göğse çarpışarak geri püskürtmenin mi daha uygun olacağını soruyordu onlara. Uhud öncesi yapılan istişare hala zihinlerde muhafaza ettiği için meseleye ihtiyatla yaklaşıyorlardı.
Herkes eteğindekini döktü ortaya; konuşulanların hepsi de risk içeriyordu. Nihayet Selman-ı Farisi'nin sesi duyuldu mecliste;
-Ya Resulullah, dedi. Fars topraklarında biz, atlılar tarafından baskın endişesi yaşadığımızda etrafımıza hendekler kazar ve öylece korunurduk!
Allah Resulünün beklediği teklifti bu; ashap da bu tekliften hoşlanmıştı ve bir müddet üzerinde konuşulduktan sonra bu teklif kabul edildi.
Daha sonra Mezad’dan başlayarak Zübab ve Ratic’e kadar olan mekân, ashap arasında paylaştırıldı; ashabını 10’ar kişilik gruplara ayırmış ve kazılacak alan olarak herkese kırk zıra mesafe düşmüştü.
Peygamberimiz(sav), Bedir’de Hubab bin Münzir’in, Uhud savaşında daha çok Bedir savaşına katılamamış genç sahabelerin, Hendek savaşında ise Selman-ı Farisi’nin görüşüne göre savaş stratejisi belirledi. Tabi bu mezkûr savaşlardaki istişareler bu anlattıklarımdan ibaret de değildir. Hemen hemen savaşların her aşaması istişare eleğinden geçti. Karar vermek tabi ki Peygamberimize aitti. Fakat verilen kararları danışarak vermek veya danışmadan vermek bir tercih meselesiydi. “Emruhum şura beynehum” diyerek Kuranı Kerim, danışarak karar vermeyi tercih etmesini tembih ve tavsiye etti.
İstişare ne zaman fonksiyonunu kaybeder? Söz kesen biri olmadığında konuşulanlar kahvehane sohbetlerine dönebilir. Veya idarecinin sözünden başka söz, fikir, düşünce ve alternatifin ifade edilmediği toplantılar istişare olmaktan çıkar, diktaya dönüşür. Bu iki durumda istişarenin bereketinden bahsedilemez.
“Soran dağları aşmış sormayan düz yolda şaşmış.”