Türkiye'de gün geçmiyor ki sokakta, evde, okulda, eğitim yuvalarında, toplu taşıma vasıtalarında meydana gelmiş bir şiddet haberi duymamış olalım. Örneğin bunlardan biri öğrenci yurdunda geçiyor. On beş kadar çocuk ders çalışırken belletmen olduğu anlaşılan bir görevli, çocukların kafalarına arka tarafından şiddetle ve hınçla vuruyor… Bir müdür okulun bahçesinde toplanmış kalabalığın karşısında ceza vermek istediği bir talebenin kulağından tuttuğu gibi birkaç sefer havaya kaldırıp indiriyor…
Eğitim camiası böyle de polis teşkilatı çok mu masum, çok mu temiz? Hayır daha kötü. Eğitimle başlayan dayak sokakta meydanlarda polis maharetiyle devam ediyor. İşte gördünüz, geçen hafta Furkan gönüllülerine eylem yapıyorlar diye polis tarafından meydan dayağına maruz bırakıldılar. Zaten 1 Mayıs türü eylemlerde solcuların yediği dayakların, copların haddi hesabı yoktu. Kürt diye askeri helikopterlerden insanlar yerlere atıldı, itildi bu memlekette. Fakat bu sefer ki biraz başka. İslamcı bir iktidar yine başka bir İslami grubu kadın erkek demeden ölesiye dayak attı. Dünün başörtülü mağduru bayan polisler başörtülü ablaları ittiler, kaktılar, başına gözüne coplarla vurdular.
İşte o gün zalimlerin dayanağı olan AKP’lilerin baş örtüleri, maskeye dönüştü ve düştü. Eğer sen bir simgenin ruhuna ve ahlakına uygun davranmazsan o şey senin masken olur masken. Milletin gözü önünde hukuku ayaklar altına alan zalim namazlı bazı erkeklerin sakalları, zulmeden bayanların da örtüleri anında maskeye dönüştüklerini gördüm ve utandım.
Halbuki Allah'ın tesettür emrine uyarak polis olmuş bacılarımızın melekler gibi olup yangınları söndürmek adına burnu kanayan insanların yardımına koşmaları gerekmez miydi? Akan kanları dindireceğinize kan akıttınız, yıllarca masum insanların gönüllerini kırdınız, Allah kullarına dokundunuz.
Şöyle bir düşünüyorum son senelerde dozajı gittikçe artarak devam eden bu şiddeti toplum olarak daha çok da devlet terörü olarak neden yaşıyoruz? Tüm Türkiye'yi şiddet ve baskı ateşine atılmasının imansızlıkla, kitapsızlıkla ve millet düşmanlığı ile alakalı olduğunu sanıyorum. Çünkü, iman ve fikir şiddetle aynı yerde beraber olmaz (Üçüncü Söz). Şiddetin müdahalesi diğerlerinin seviyesini düşürür. “Dinde zorlama yoktur” ayeti bu konuda bize daha fazla denecek bir söz bırakmaz. Şiddet ve baskı dine müdahale ettiği nispette taassuba dönüşür. Veya iman taklitten öteye geçemez. Bu bakımdan özgürlük fikrin olduğu kadar imanın da konusudur.
Şiddet ve baskıda iradeyi felç eden bir korku vardır. Korkuyu Hucumat-ı Sitte’nin içine almış Üstadımız. Korku ve şiddet insanın en önemli uzvu olan kalbin teklemesine ve aklın kılletine sebep olur. Hürriyet akıl bahçesini sulayan bir yağmurdur. Hayatının hemen her alanında hür düşünmüş ve Alem-i İslam'ın problemlerini özgün bir fikirle ele almış olan üstadımız, “korku benim elimi bağlamamış” der. Vücut adalelerimizi stres, beyin cidarlarımızı da korku dumura uğratır. Bunu bilen şeytan ve aveneleri stratejilerini korkutmak üzerine kurarlar: “Şeytan ancak kendi dostlarını korkutur.”(Al-i İmran 175)
Son bir asırdan beri devamlı ve sürekli bir şekilde pompalanan korkularla Anadolu insanının kalbi tekledi, beyin cidarları dumura uğradı. Yarım asırdır sık sık yaşanan darbelerle mevkiini makamını ve servetini kaybeden Anadolu insanın, bütün bunlardan daha büyük bir yıkım olarak, ruhuna korku ve zillet marazı musallat oldu.
Devlet ordu demektir, ordunun en büyük faaliyeti olan askerlikte Türk milletinin çiçeği burnundaki delikanlıları sıra dayağından geçer. Hemen her Türk milleti askerde devletle tanışır. Ondan tokat ve küfür yer. Avrupa eğitim veya aile hayatında gençlere tokat atmak mahkemelik bir olayken bizde peygamber ocağında cennetten çıkma kutsal bir mahluktur(!) Fakat her şey neticesine göre değer alır. Buna Kuran “akıbet” der. İlim ve teknikte ileri giden Avrupa karşında şiddetin hâkim olduğu coğrafyalar olarak bizde ise hemen hiçbir alanda ağırlığımız yoktur. Söz sahibi değiliz. Yani geriyiz.
Evet, Furkan gönüllülerine eylem yaptılar diye sokak ortasında devletin polisleri ölesiye dayak attı. Polisteki bu kin ve nefret anlamak mümkün değil. Sana mukabele etmeyen bir insanı ölesiye copla vurmak da ne demek! Devleti temsil eden polisin elinde cop dilinden küfür yere düşmedi.
Dayak yiyen acizler dayak atan güçlülere özenir
Bir sohbetinde Hoca Efendi; “Bu millete balyozlarla vura vura kendilerine benzettiler” tabirini kullanmıştı. “Dayak yiyen acizler dayak atan güçlülere özenir diyor” ibn ı Haldun. Şiddet şiddeti dayak dayağı besler, mayalar... Proudhon’un “şiddet şiddeti doğurur” sözünü böyle de anlayabiliriz. Bir taraftan sopa atan güçlüler, öbür taraftan da toplumda eline fırsat geçtiğinde sopa atmayı kafasına koymuş şimdilik zayıf olanlar... İşte biz buna şiddet sarmalı diyoruz.
Bugünün muktedirleri Yirmi sene öncesinin sopa yiyen mağdurları değil miydi? Demek ki Ak Parti ve onun tabanı sopa yerken sopa atmayı öğrenmiş. İçlerine kin birikmiş. Hizmet hareketine, masum Kürtlere ve Furkan gönüllerine uygulanan şiddet bunu gösteriyor. Bugünün muktedirleri de dayak attıklarına dayak atmayı öğrettiklerinin farkında olmalıdır. Bir zamanın 28 Şubat'ın paletleri arasında ezilenleri, bugünün mağdur ve mazlumlarına dünyayı dar edenleri oldular.
Fakat Allah’tan korkmayanlardan korkmayacağız. Korkacaksak Allah'tan korkmamaktan korkmalıyız. İstiklal Marşımızın ilk kelimesi “korkma” değil mi? “Korkma, sönmez bu şafaklarda yüzen al sancak.” İstiklal ve korku. Çünkü Akif’e göre korkaklara istiklal yoktur. Korkuyla mahiyeti bozulanların elinde Risale-i Nur, dilindeki Kuran, başındaki örtü ve çenesindeki sakal maskeye dönüşür. Çünkü korku, hakiki imanı çürüten bir rutubettir.