Adaletin zıddı zulümdür. Zulmün ortadan kalkması ancak adaletin yaygınlaşmasıyla, mükemmelleşmesi ile mümkündür. Geceyi ışık yok ettiği gibi zulmü de haksızlığı da ancak adalet ortadan kaldırır. Bu bakımdan insanlar arasında adaletin tesisi var gücümüzle irademizi ortaya koyup çalışmamıza bağlıdır. Yani dünyadaki adaletin temin ve tesisi bir plan, ilim, eğitim, irade ve kudret işidir.
Allah, Kuran-ı Kerim’de teşri olarak adaleti bize emretti:
“Muhakkak ki Allah adaleti, ihsanı, akrabaya karşı cömert olmayı emreder; hayâsızlığı, kötülüğü ve zorbalığı yasaklar. İşte Allah, aklınızı başınıza alasınız diye size böyle öğüt veriyor.” (Nahl, 90)
Bundan dolayı toplumlar arasındaki adaletin tesisi insanların say, gayret ve iradelerine emanettir, Kuran-ı Kerim’deki “teşri emirlerin” tarafımızdan dinlenmesine bağlıdır. Fakat kâinat kitabındaki “tekvini emirlerde” adalet tam ve kâmil olarak tecelli eder, kendini gösterir. Yani kâinat kitabındaki yaratılış kanunlarında kudret yörüngeli, külli iradeye dayalı bir adalet vardır; mecburidir, zaruridir. İnsanlar arasındaki adalet ise şartları bizim elimize teslim edilmiş sonucu da tamamlanması da daha çok ahirete bakan hikmet yörüngeli bir adalettir. Yani insanoğlunun arasında dünyada eksik kalan adaleti de Allah (c.c) ahirette mahkeme -i kübrasında yargıladıktan sonra tamamlayacak, yerine getirecektir. Ahirette boynuzsuz koyun boynuzlu koyundan hakkını alması bu manaya gelir:
Ebu Hureyre'nin bildirdiğine göre Resulullah (Sallallahu aleyhi ve Sellem): "Kıyamet gününde her hakkı sahibine verilecektir. Hatta boynuzsuz olan koyunun bile kendisine vuran boynuzlu koyundan hakkı alınır''(Sahih)
Tekvini ve teşri emirlerde adalet
Allah (c.c.), “tekvini emirlerinden” meydana getirdiği kâinatta tam ve mükemmel bir adaleti külli iradesiyle yarattı ve vazetti. Kainattaki bu adaleti ve uyumu her aklı çalışan anlayabilir, her gözü gören rahatlıkla görebilir. Mülk Suresi’nde “bak semaya denir bir eksik gedik görecek misin? Gözün heybet ve hüsran içinde geri dönecektir.” 30. Lema’da İsm i Azam olarak zikrettiği; Ferdun, Hayyun, Kayyumun, Hakemun, Adlun Kuddusun isimlerini tek tek ele aldığında Üstadımız Said Nursi, İsm -i Adl maddesini işlerken özellikle dikkatlerimizi kâinatı kuşatan Allah’ın adaletine çeker:
“İşte, güneş ile on iki farklı gezegenin uyumuna ve dengelerine bak. Acaba bu denge, adalet ve kudret sahibi, haşmetli yüce bir Zat’ı güneş gibi göstermiyor mu?
Bilhassa yeryüzünde, dört yüz bin bitki ve hayvan türünün doğum ve ölümleri, rızıklarının çok şefkatli, dengeli bir şekilde verilmesi ve yaşatılmaları, ışığın güneşi gösterdiği gibi adalet ve merhamet sahibi bir Zat’a işaret ediyor.” (Lemalar, 30. Lema)
Kâinattaki bu adalet gerçeği beşer arasında da muhakkak bir gün adaletin temin ve tesis edileceğini gösterir. İnsanoğlu imtihan sırrı gereği dünyada tam adaleti yakalayamazsa da imtihan sırrının sona erip kudretin hâkim olduğu Ahirette Allah (c.c) aynen dünyada tekvini emirlerinin şamil olduğu kâinat kitabındakinden daha aşkın bir adaleti orada vaz edip tesisi edecektir. Öyle ki, kimse zerre miskal haksızlığa uğratılmayacak ve mazlumlar hakkını alacaktır:
“Kim zerre ağırlığı bir hayır işlerse, onu görür.
Zerre miktarı iyilik yapan iyiliğini görecek.” (Zilzal Suresi)
Adalet -ı mahza, Adalet -ı lahza
Kâinat kitabında kudret kalemiyle temin ve tesis edilmiş olan adaletin özellikle devlet eliyle halklar arasında da uygulanmak istenmesine “adalet -i mahza” denir. Hz. Ebu Bekir (r.a) ve Hz. Ömer (r.a) dönemindeki adaletin “adalet -i mahza” olduğunu söyler Üstadımız (r.a):
"Hazret-i Ali, adalet-i mahzâyı esas edip Şeyheyn zamanındaki gibi o esas üzerine gitmek için içtihat etmiş. Muârızları ise, Şeyheyn zamanındaki safvet-i İslâmiye adalet-i mahzâya müsait idi; fakat mürur-u zamanla İslâmiyetleri zayıf muhtelif akvam hayat-ı içtimaiye-i İslâmiyeye girdikleri için, adalet-i mahzânın tatbikatı çok müşkül olduğundan, 'Ehvenüşşerri ihtiyar' denilen adalet-i nisbiye esası üzerine içtihat ettiler. Münakaşa-i içtihadiye siyasete girdiği için muharebeyi intaç etmiştir.” (On Altıncı Mektup)
İnsanlar arasındaki cereyan eden zulümlerde Allah (c.c.) hiç mi müdahale etmez? Hiç mi karışmaz? Adaletin temini zalimlerin cezalandırılmasını bütün bütün ahrete; Mahkeme- i kübra'ya mı bırakmıştır? Allah, “Adalet istiyorsanız kitabıma resulüme bakın onları dinleyin yeterlidir” demekle adaleti bitamamiha insanların eline mi teslim etmiştir?
Hikmet dünyasında adalet
Bu dünya hikmet ve imtihan dünyası olduğundan Allah tarafında zalimlere verilen dünyadaki ceza anlamına gelen felaketler, musibetler aklın ihtiyarını elinden alacak şekilde cereyan etmez. Yoksa imtihan temel felsefesini kaybeder. Ahirette verilen cezaları gören müşriklerin yaRabbi deyip yalvardıklarını bizi bir daha geriye dönder de nasıl Müslüman olacaklarına dair yeminler ettiklerini Kuranın verdiği haberlerden biliyoruz:
“Suçlular, Rablerinin huzurunda boyunlarını büküp, “Rabbimiz! (Gerçeği) gördük ve işittik. Artık şimdi bizi (dünyaya) döndür ki, salih amel işleyelim. Biz artık kesin olarak inanmaktayız” dedikleri vakit, (onları) bir görsen!” (Secde, 12)
Ahrette Allah, kudretiyle tecelli ettiğinden imtihan sırrı ortadan kalkalar. Artık herkes tasdike mecbur kalır. Zalimlerin cezasını da dünyaya çekmek aynı etkiyi yapar; mecburen iman etmek zorunda kalır herkes.
Evet asıl cezalar ahirette verilecek de olsa dünyada da zalimlere Allah ya yaptıklarına tam mukabil gelecek şekilde veya ahirette çekecekleri elim azabın numuneleri şeklinde küçük bir tecziyede bulunur. Veya işlenen bazı cürümlerin çok büyüklüğünden olsa gerektir; dünyada dokunulmaz olduğu gibi ceza Mahkeme -i Kübra'ya havale ve tehir edilir:
“Başınıza gelen her musibet kendi yapıp ettikleriniz yüzündendir; kaldı ki Allah birçoğunu da bağışlar.”(Şura, 30)
Şimdi bazı örnekler verelim;
Ankara valisi Nevzat Tandoğan, Bediüzzaman’a odasında zorla şapka giydirmeye kalkışınca, başındakini çıkarıp şapkayı giymesini isteyen valiye, Bediüzzaman’ın boynunu göstererek; “Bu külah ancak bu kelle ile beraber çıkar” şeklinde mukabelede bulundu. Bu hadise üzerine, hemen hemen hiç beddua etmeyen Bediüzzaman’ın Tandoğan’a “Başından bulasın!” şeklinde beddua etti. Üstat Bediüzzaman da “Yirmi senede kaç vilâyetin zabıtaları kıyafetime ilişmedi. Yalnız, yirmi beş sene evvel Ankara Valisi Nevzat Bey, cebren kıyafetime ilişmek istedi hem muvaffak olamadı hem kendi kendini intihar etmekle tokadını yedi” diyerek, intihar olayının perde arkasına işaret eder.
“Muhallim ibni Cessâme’dir ki, mir ibni Azbat’ı gadr ile katletmişti. Halbuki, mir’i, Resul-i Ekrem Aleyhissalâtü Vesselâm, onu cihad ve harp için kumandan edip bir bölükle göndermişti. Muhallim de beraberdi. Bu gadrin haberi Resul-i Ekrem Aleyhissalâtü Vesselâma yetiştiği vakit hiddet etmiş,
diye beddua buyurmuş. Yedi gün sonra o Muhallim öldü. Kabre koydular, kabir dışarıya attı. Kaç defa koydularsa yer kabul etmedi. Sonra mecbur oldular; iki taş ortasında muhkemce bir duvar yapılmış, o surette yeraltında setredilmiş. (Mektubat, Mucizat ı Ahmediye)
Video yapıp Türkiye'nin dışındaki daha çok siyasi gelişmeleri yorumlayan Sedat Laçiner’in “ABD Ordusunun Peşindeki Lanet: Ölen Çocukların Ahı mı?” dosyasında söz konusu ettiği New York Time gazetesinin haberine göre; 2018 yılında IŞID ile yapılan savaşlarda özellikle topçu birliklerinde görev alan askerlerin bazıları, Suriye'de pek çok şehirleri yaşayanları ile beraber imha edip memleketlerine döndüklerinde kurbanlarının hayaletlerini göre göre çıldırıp delirdiler ve deliler hastanesinde öldüler. Demek ki Suriye'de evleri başlarına yıkılanların, masumların beddualarını almış olmalılar. Belki de biz anlamasak da Allah’ın adaleti dünyada daha çok böyle tecelli ediyor.
Biliyorsunuz 2018 yılında 5 öğretmen bir doktor gülenist oldukları gerekçesiyle Kosova’dan paketlenip Türkiye'ye gönderildiler ve yıllarca hapislerde yatarak çile çekmek zorunda kaldılar. Türkiye’nin büyükelçisi bu zulmün baş mimarıydı. 17.11.2018 tarihinde Kosova'nın başkenti Priştine ile Gilan şehri arasında meydana gelen zincirleme kazada 3 kişi yaşamını yitirdi, Türkiye'nin Priştine Büyükelçisi Kıvılcım Kılıç ile birlikte 7 kişi yaralandı. Kosova’dan aynı sene içerisinde 6 masum kimsenin paketlenip Türkiye'ye kaçırılmasından sonra böyle elim bir kazanın olması ve büyükelçinin artık görev yapamaz hale gelmesi manidar değil mi? Bu kazada Kılıç, muhtelif yerlerindeki kırıklarından dolayı sarılıp sarmalanıp paketlenerek Türkiye'ye gönderildi. Allah'ın sopası yok denir ya tam o durum yaşandı. (Allah u Alem)
Yine 2018 yılında Türkiye ile anlaşarak Türk okullarında öğretmenlik yapanları karga tulum Türkiye'ye hapishaneye gitmelerine sebep olan Moldova Cumhurbaşkanı Igor Dodon yine aynı yıl içerisinde feci bir kaza geçirdi. Gerçi bu kazadan cumhurbaşkanı ucuz kurtulsa da masum öğretmenlerin evlerinin kapılarını kırılarak Türkiye'ye hapishaneye göndermesi hafızalarda kaldı. Sahipsiz değiliz; adil -i mutlak bir Allah var!
Böyle örnekleri çoğaltmak mümkün. Ama ne olursa olsun birilerinin hakkına girip zulmederek onların bedduasını almamak gerekir. Türkiye'de veya Müslümanların yaşadığı beldelerde özellikle mazlumların feryatları arşa çıkıyorsa, zalimler de bunu ney gibi dinliyor, bu elim manzaralara şahit olan insanların vicdanları lal kesilmişse o memlekette bereket, o beldede hayır, o vatanda mutluluk olur mu?
Amma görüyoruz ki büyük zalimlere ortalıkta elini kolunu sallayarak rahat bir şekilde geziyor. Onlara ne demeli. Dedik ya imtihan sırrı var. Hem büyük zalimlere büyük mahkemeler gerekir. (Allah u alem)