Düşünme yeteneği insanın en önemli bir vasfıdır. Bu güzel nimetten mahrum yaşayanların insanlık evsafında çok büyük bir noksanlığı vardır. Zira ‘’İnsan düşünen bir varlıktır.’’ tanımı, kâmil insanı anlatmaktadır. Hak dinlerin hepsinde tefekküre gereken değer ve kıymet verilmiş olup, adeta insanın düşünmesi ibadet seviyesinde kabul edilmiştir. İnsana gerçek insanî derinliğini kazandıran tefekkür, ruhun en üst fonksiyonlarından birisi olarak görülmüştür. Beşeriyetin en son ve en mükemmel dini olan İslam da tefekküre, olması gereken seviyede yer vermiş, kitap ve sünnet tefekkürü teşvik etmiştir. Bu yazıda, mümince bir tefekkürün iki kanadı ele alınacaktır.
Tefekkür; aklın, ilmin ve kalbin ortak ürünü olması itibarıyla, kaliteli bir kulluğun da en önemli itici gücüdür. Sürekli ve de nefsin hoşuna gitmeyen bunca yorucu ibadetlerin canla-başla ifa edilebilmesi için tefekkür tabanlı bir metafizik gerilime mutlaka ihtiyaç vardır. Sürekli bir tefekkürden beslenmeyen kulluk, asla şekilden öteye geçemeyecek ve sahibini de kâmil müminliğe taşıyamayacaktır. Aynı minval üzere akıp giden insan hayatının; durgunluğunu akışkanlığa, ataletini harekete ve kısırlığını berekete dönüştüren iksir şüphesiz mümince tefekkürden başka bir şey değildir. Mümince tefekkür, aynı zamanda her geçen gün yenilenmenin, tazelenmenin de en gerçekçi yoludur. Aksi takdirde rehavet ve matlaşma, renk atma ve tekâsül mümini tüketecektir.
Mümince bir tefekkürün çok değerli olması, biraz da tefekkürün unsurlarına tam anlamıyla sahip olmanın zorluklarından kaynaklanmaktadır. Tefekkürü üretmek için, başta akl-ı selîme sahip olmak gerekir. Zira sakat bir akıl yürütme ile sağlam bir tefekkür asla elde edilemez. Bir insanın IQ’sunun yüksek olması, düşüncelerinin her zaman doğru ve isabetli olması anlamına gelmez. Tefekkür için akıl da tek başına yeterli değildir elbet. Beraberinde ma’rifet gerekir. Çünkü bilginin olmadığı yerde normal akla sahip olan insanlar bile neyi nasıl düşüneceklerini hiç bilemezler. Tefekkür için bir de kalb-i selim lazımdır. İfsat olmuş bir kalbin doğru tefekkür ürettiği görülmemiştir. En kaliteli ve en doğru tefekkürü insanların arasında ancak peygamberler üretmiştir. Çünkü yukarıda sayılan üç unsurun en üstünleri onlarda bulunmaktadır. Üstelik peygamberler vahye istinat etmektedirler. Zelleleri olursa da Allah tarafından düzeltilme garantileri vardır. Peygamberlerin dışında kalan insanların böyle bir garantileri yoktur. Bütün müminler hataya açık insanlar olmaları itibarıyla, ürettikleri eksik veya yanlış bir düşüncenin doğrusunu buldukları takdirde ondan vazgeçerler. Bu da onlar için bir olgunluk alametidir.
Mümince tefekkürün iki kanadı vardır. Bunlardan birincisi; Enfüsî tefekkür, diğeri de; Âfâkî tefekkürdür. ’’İnsanlara afakta ve enfüste ayetlerimizi göstereceğiz ki Kur’anın gerçek olduğu onlara iyice belli olsun. Rabbinin her şeye şahit olması yetmez mi?’’ (41/53) Bu ayet esas alınarak böyle bir tasnif yapılmıştır.
1-ENFÜSÎ TEFEKKÜR
Müminin kendi varlığına, ruh-beden birlikteliğine kitap ve sünnet zaviyesinden bakarak, gelişen ilimlerin yardımı ile okumasına ve ondan ibretler çıkarmasına enfüsî tefekkür denilmektedir. İnsanın hem ruhu hem de vücudu mükemmel yaratılışları ve fonksiyonları, üzerinde tefekkür edilecek kadar değerlidir. Bugüne kadar gelişen tıp ve fizyoloji ilimleri, insanın fizikî varlığında bir eksiklik bulmak şöyle dursun, insan vücudunda görevini tam olarak henüz tespit edemedikleri hususlardan söz etmektedirler. Kıyamete kadar gelişecek bu ilim dalları belki bugün henüz çözemediği hususları ileride çözecektir. Müminler tâ baştan itibaren bu konuya zaten bu doğrultudan ve de doğru bakıyorlardı. Zira Kur’an ‘’ Biz insanı en güzel bir biçimde yarattık.’’ (95/4) Allah insanı ruh ve beden olarak canlıların en mükemmeli halinde yaratmış olduğunu ferman buyuruyor. İnsanda bulunan organların vücuttaki yerleşimi de ayrı bir harika olup, simetri ilminin en mükemmel örneğini sergilemektedir.’’Biz ona iki göz, bir dil ve iki dudak vermedik mi?’’ (90/8,9) İnsanın ilk önce ruhunun yaratıldığı ve bu ruhun bizzat Allah tarafından ona verildiği gerçeğinden hareketle, bir kere insanın değerler üstü bir değere ulaştırıldığı görülmektedir. (15/29)
Enfüsî tefekkürde derinleşmek isteyen mümin, Kur’an ve hadis kaynaklarına, bilimde gelişen son durumlara bakarak çok boyutlu bir bakış açısı elde edebilir. Bu sayede engin ve sürekli bir tefekkürün yolunu da bulmuş olur. Hz.İsa’ya (as) atfedilen bir sözde ’’Kendini bilen Rabbini bilir.’’ Bir müminin kendini keşfedip, olması gereken yerde kendisini konuşlandırması, ancak sağlam bir tefekkürün sonucunda mümkün olabilir. Kimsin, necisin, nereden gelip nereye gidiyorsun gibi zor sorulara derin bir tefekkür sahibi olmadan doğru cevap verilemez. Sırf Allah’a kulluk yapması için yaratılmış olan insanın,(52/56) ubudiyetinin şuuruna varması ve yapmakta olduğu kulluktan manen zevk alması mümince bir tefekkürden geçmektedir. Aksi takdirde erken yorulur ve menzile varması güçleşir. Müminin sahip olduğu vücuduna ve ruhuna bir emanet nazarı ile bakması ondaki enfüsî tefekkürün gelişmişliğine işarettir. Cenab-ı Hakk’ın esma ve sıfatlarının tecellilerine en çok mazhar olan varlık şüphesiz insandır. Özellikle de insan vücudunun kafa kısmı. Bunun için yüze küfretmek kâfirlikle eş tutulmuştur. Yüzünü aynada görenin mümince tefekkürünün ardından dilinden dökülmesi gereken cümle şu olmalı. Me’sürattan bir dua olarak; ’’Allah’ım yaratılışımı güzel eylediğin gibi, ahlâkımı da güzel eyle.’’
2-ÂFÂKÎ TEFEKKÜR
İnsanın dışında kâinatta bulunan, görünen ve görünmeyen her varlık bu kapsamda müminin tefekkür alanına girer. Yüce Allah’ın esma ve sıfatlarının tecellilerinden ibaret olan varlık âlemi, üzerinde gerçekten düşünülmeye, kafa yorulmaya değecek kadar sanatlıdır. İnsanın ibret alıp hikmet elde etmesi için temaşasına arz edilen bu kâinat kitabı, mümin gibi kaliteli bir mütaalacı sayesinde ancak sırları keşfedilmiş olur. Sadece varlıklardaki sanatı görmek yetmez, asıl maharet varlığın arkasında ki Var Eden’i bulmak ve O’ na (cc) gönülden bağlanmaktır.
Allah’ın zatını değil de esma ve sıfatları üzerinden tefekkür geliştirmek, müminin ilk işi olsa gerektir. Allah’ın sınırsız ve sonsuz zatını bizim sınırlı aklımızla anlamamız mümkün değildir. Sağlam ve sarsılmaz bir Allah bilgisi (ma’rifetullah) müminliğin olmazsa olmazıdır. Allah’ın büyüklüğünü, kudret ve azametini daha derinden kavrama imkanına sahip olabilmek için, enfüsten âfâka bir tefekkür yolculuğuna çıkmak gerekecektir. Kendisi de dahil olmak üzere mümin, varlık aleminde gördüğü ve göremediği her şeyin, Allah’ın kâf-nun fabrikasında yaratıldığını müşahede edebilmesi bakışının kalitesi ile doğru orantılıdır. Mümin ne kadar kitap ve sünnet perspektifinden kâinata bakmayı başarabilir ise o kadar isabetli neticeler elde eder. Bugüne kadar yapılan bilimsel çalışmalarda; çapı on milyar ışık yıllık maddi kâinat, içinde zerre kadar görülen dünyamız ile birlikte bir kitap olarak insanın mütaalasına sunulmuş bulunmaktadır. İçinde bulunduğumuz dünyanın ne yerinde ne de göğünde kusurlu bir yaratılış görülemeyeceğine Allah Mülk Suresi’nde teminat veriyor. ’’Sonra gözünü tekrar tekrar çevir bak; göz(aradığı bozukluğu bulmaktan) âciz ve bitkin halde sana dönecektir.’’( 67/4 )
Kâinat ile alakalı eksik bilgiden kaynaklanan kusurlar insana aittir. Kıyamete kadar sürecek olan bu evrensel merak sayesinde, belki bugün sır gibi duran pek çok husus aleniyet kazanacak ve o sonuçlar üzerinden yapılacak tefekkür tabanlı okumalar daha çok müminlerin işine yarayacaktır. Zaten Kur’an da müminleri buna teşvik ediyor. ‘’Yeri döşeyen, onda oturaklı dağlar ve ırmaklar yaratan ve orada bütün meyvelerden çifter çifter yaratan O’ dur. Geceyi de gündüzün üzerine O örtüyor. Şüphesiz bütün bunlarda düşünen bir toplum için ibretler vardır.’’( 13/3 )
Efendimiz’in (sav) ‘’ Bir saat tefekkür bir yıl nafile ( gönüllü ) ibadetten daha hayırlıdır.’’ ( Suyûtî Camiüs-Sağir 11/127) beyan-ı Nebevîsi, hadis kriterleri açısından zayıf görülse de, mümince tefekkürün kıymet ve değerini anlatmada çok enfes bir söz olarak karşımızda durmaktadır. Kur’anın beyanına göre; müminin hayatının bütününe şamil olabilen, tefekkür seviyesinde kıymetli ikinci bir iş bulmak adeta imkânsızdır. ‘’ Göklerin ve yerin yaratılışında, gece ile gündüzün bir biri ardınca gelip gidişinde akl-ı selim sahipleri için gerçekten açık ibretler vardır. Onlar ayakta dururken, otururken, yanları üzerinde yatarken (her vakit) Allah’ı anarlar. Göklerin ve yerin yaratılışı hakkında derin derin düşünürler. ( Ve şöyle derler) Rabbimiz! Sen bunu boşuna yaratmadın. Seni tesbih ederiz. Bizi cehennem azabından koru.’’ ( 3/190,191 ) İşte, mümince tefekkürün sonunda, ibretleri ibadete dönüştürme mekanizması böyle işlemektedir. Yani salih ve doğurgan daire şeklinde, mümince tefekkür mümince kulluğu ve mümince kulluk da mümince tefekkürü daima netice verecektir.
Dr. Hüseyin Kara