Sittîn sene Kur'an ile..

Hüseyin Kara

Hüseyin Kara

26 Şub 2018 15:02
  • 1958 senesinin yaz aylarıydı. Henüz beş yaşındaydım. Bundan tam altmış yıl öncesinden söz ediyorum. Ağabeyim ve ablamın daha önce tanıştıkları Kur’an harfleriyle ben ilk defa ciddi olarak karşılaşacaktım. Rahmetli babamın benden önce iki çocuğunu beş yaşında ilkokula başlatmayı becerdiği için, benim ile ilgili de teamülü bozmak istemediği aşikârdı. Onun için önce Kur’an harfleri öğrenilecek, daha sonra latin harflerine sıra gelecekti. Nitekim öyle de oldu. Ailemizde ortanca çocuk olmanın avantajlarını da yaşadım, tabii ki dezavantajlarını da. Beş kardeşin içinde öyle bir yerdeydim ki; benden büyük ablam ve ağabeyim var, benden küçük kardeş ve kız kardeşim var. Ağabeyimin ve ablamın evde derslerine çalışırken sesli okumaları, gayr-i ihtiyari kulağıma giriyor ve oyunun arasında ben de zaman zaman duyduklarımı mırıldanıyormuşum. Elif-ba’yı nerede ise ezbere biliyordum fakat harfleri tanımıyordum. Aynı şekilde rakamları da yüze kadar ezbere okuyordum. Fakat rakamların şeklinden habersizdim.

    Şimdiki gençler yadırgayabilirler, hatta bir anlam dahî veremiyebilirler, o gün elimizde bir elif-ba kitabının bulunmayışına. Aslında 1950 sonrasında eskiye oranla dinî matbuat gelişmeye başlamıştı. Fakat yine de ihtiyaca cevap verecek seviyede değildi. Şehirde yaşayanlar bizim gibi köyde yaşayanlara göre dinî kitap bulmada daha şanslı sayılırlardı. Eğer köylerde en kolay bulunması gerekir diye zannedilen bir ev var idiyse o da bizim ev olmalıydı. Çünkü babam, daha önce kaza merkezi olmuş 400 haneli büyük bir yerleşim yeri olan köyümüzde Büyük Cami’nin imamıydı. Onun evinde de yoksa bu elif-ba, başka nerede bulunabilirdi. Neyse ki babam pratik zekasıyla bu sorunu çözdü. El ayası kadar genişlikte ve tutacağı olan bir tahta parçasının üstüne Kur’an harflerini, altına hareke ve med işaretlerini okunacak büyüklükte yazdı.(Bu tahta elif-ba ağabeyimin arşivinde hala muhafaza edilmektedir.)

    İlk defa ezbere bildiğim harfleri şekilleri ile karşılaştırırken bu ana kadar Kur’an harfleriyle olan ihtiyarî temasımın artık icbarîye dönüştüğünü fark ettim. Çünkü; daha sonra hafızlık hocam olacak rahmetli babamın yanında ve onun emri ile elif-ba tahtasını elime alarak harfleri seslendirmeye başlamıştım. Tahtayı sol elimle tutuyor ve sırayla harfleri göstererek ezberden okumaya çalışıyordum. İlk okumalarda ezbere bildiklerimi sağdan başlayarak birer birer gösteriyordum. Hangi sesin hangi şekle tekabül ettiğini öğrenmek zamanla çok hoşuma gitmişti. Altmış yıldır sürdürmeye çalıştığım Kur’an’la olan tanışıklığım ve arkadaşlığım böylece başlamış oldu.

    İlkokulu bitirdiğim yıl olan 1963 senesine kadar, her yaz tatilinde düzenli olarak yüzünden Kur’an okumaya devam ettim. Ağabeyimin 1960 yılında ilkokulu bitirmesi ile hafızlık yapma konusu gündeme geldiği için, 27 mayıs ihtilalinden sonra rahmetli babam fahrî-resmî erkek Kur’an kursu açmayı, cami imamlığının yanında ikinci bir iş olarak planladı ve gerçekleştirdi. İlk talebeleri de ağabeyim ve onun yaşıtları oldu. Fakat o yaz rahmetli babam ağır bir hastalık geçirdi. Bir müddet Rize Devlet Hastanesi’nde tedavi oldu. Biraz iyileşince amcamın yanına İstanbul’a tedavi olmak için gitti. Babam İstanbul’da iken üç ay boyunca camide imamlığa vekalet eden rahmetli İsmail Çakır Hoca’dan ağabeyimle birlikte Kur’an okumaya devam ettik.

    1963 yılında, ağabeyim hafızlığını bitirdikten sonra, henüz on yaşında iken, ilkokulu bitirince hafızlık yapma sırası artık bana gelmişti. Elektriğin henüz gelmediği bir köyde, gaz feneri ile seher vakti ezber yaparak üç yıl süren bu zorlu maraton başarıyla bitti. Böylece, hafızlık diplomasında babasının imzası olan talihlilerden birisi oldum. Tecvid, tashih-i huruf, maharic-i huruf ve diğer dini bilgilerle babamın beni takviye etmesinin sebebinin, beni kendi yerine imam olarak yetiştirme düşüncesi olduğunu, çok sonraları öğrenecektim. O yıllarda hızlanan köyden şehire göçler rahmetli babamın benim için yaptığı planını da değiştirdi. Bunun üzerine Arapça eğitimine başladım. 1969 yılında ortaokula kaydımla başlayan resmi tedrisatım, 1980 yılında Konya Yüksek İslam Enstitüsü Tefsir-Hadis Bölümü’nden mezun oluncaya kadar devam etti. Bu süreçte Kur’anla temasım aralıksız sürdü. İlahiyatçı ailenin bir mensubu olarak biz de hizmet kervanına katıldık. 25 yıllık öğretmenlik hayatımda Kur’an ile olan irtibatım hiç azalmadı. Yaşımız kaç olursa olsun, hafızlık yapmamızda çok büyük emeği olan rahmetli babam, evlatlarının Kur’an ile olan ilgi ve alakalarını uzaktan da olsa takib ederdi. Hatta bir hafızın Kur’an okuyuşundan onun, Kur’an ile alakasının ne derece olduğunu bile anlardı.

    Geçen altmış yıllık zaman içinde Kur’an ile üç yönlü temas sürdürmekteyim. Bunların başında KIRAAT gelmektedir. Kıraatten kastım, Kur’an okurken mânasını düşünebileceğim bir okuma şekli. Her yıl farklı bir meal üzerinden bu kıraatı gerçekleştirmekteyim. İkincisi TİLÂVET’tir. Bu çeşit okumayı daha çok teheccüd Kur’anından takip etmekteyim. Üçüncüsü ise DİNLEME’dir. Kıraatini ve sesini beğendiğim hafızları dinlemek herkes gibi bana da çok büyük haz vermektedir.

    Altmış sekiz kuşağı ile aynı yılları paylaşmış bir hafız olarak yaşadığımız mahrumiyetlere bakınca, Kur’an ile olan bu kadarcık bir yakınlaşmayı tahdis-i nimet cinsinden şükür ile anıyorum. Bununla beraber, acaba daha iyi bir seviyede Kur’an talebesi olamaz mıydım diye pişmanlık duymuyor da değilim. Dile kolay, sittîn sene, Kur’an ile uğraşan bir kişinin seviyesi bu kadar mı olmalıydı diye hayıflanıyorum. Hafızlığı muhafaza için her gün en az bir cüz Kur’an okumak zorundayım zaten. Bu konuda bana, Allah’ın lutfettiği fırsatları tam olarak değerlendirebildiğimi de söyleyemem. Hem hafız bir babadan hafızlık yapacaksın hem iki hafız daha kardeşin olacak hem eski medrese usulü Arapça eğitimi alacaksın hem İmam Hatip okuyacaksın hem Yüksek İslam Enstitüsü’nde Tefsir-Hadis Bölümü’nü bitireceksin hem de 1968 yılından beri mihrapta ve minberde görev yapma imkanına sahip olacaksın ama Kur’an ile olan yakınlığın sıradanlığı aşamayacak. İşte bu, benim üzüntü kaynağımdır. Yirmi beş yıl devletin okullarında talebelere Kur’an öğrettiğimi, Hizmet’teki pek çok gencin Kur’an ile tanışmasına vesile olduğumu söylemek ise zaid geliyor bana. Çünkü bunlar zaten benim aslî vazifemdi.

    Güzel bir fırsat da Allah, Antalya’da lutfetti. 1981 yılında Avukat Gültekin Sarıgül Ağabey ile İşarat-ül İ’caz’ı birlikte mütalaa etme imkanımız oldu. Onun Risale-i Nurlara vukufiyeti ile fakirin Arapça müktesebatı birleşince ortaya güzel bir netice çıkmıştı. Bütün bu fırsatları rantabıl değerlendirdiğimi tabii ki söyleyemem. Başta, Yirmi Beşinci Söz olmak üzere Risale-i Nurlardan Kur’an dersleri almış olmak gibi önemli fırsatlar elde etmenin yanında Hocaefendi’nin Pırlanta Serisi’nde Kur’an ile alakalı bölümler ve meallere yazdığı önsözler ve Kur’an Konferansları’ndan istifade etmiş birisi olarak bunca güzel fırsatların ardından Kur’an ile yakınlığım ve dostluğumun seviyesi gerçek bir Kur’an talebesi ve bir Kur’an aşığı olmamı sağlayamamışsa bana yazıklar olsun diyesim geliyor.

    Hizmet Hareketi’nin diğer bir adının da, İman ve Kuran Hizmeti olmasından dolayı, bu Hizmet’e gönül veren kadın- erkek, yaşlı-genç herkeste en azından Kur’an talebeliği seviyesinde bir Kur’an kültürünün olması gerekmez mi? Herkesin, düzgün bir okuyuşla (fem-i muhsin) başlayıp, Kur’an’ın canına okumadan ve okuduğunu biraz olsun anlama seviyesi olamaz mı? Hizmet insanlarının bundan daha önemli ne işi olabilir ki? Kur’an’ı doğru dürüst okuyamayanlar başka hangi kaynakları gereği gibi doğru okur veya anlayabilirler ki?

    Millet olarak Osmalı’dan Cumhuriyete geçişte büyük bir travma yaşadığımız gerçeğini dikkete alarak, harf inkılabını ve tevhid-i tedrisatı mazeret olarak öne sürsek de, bunları bir şekliyle aşmamıza yetecek fırsatlarımız da olmadı değil. Mesela Seksen ihtilali öncesinde öğrenci yurtlarımızda ilkokul mezunu talebelere bir yıl hazırlık okutulduğu zamanlarda Kur’an eğitimi de yapılabiliyordu. Bu çok güzel bir fırsattı. Hem çocuk yaşta Kur’an okumayı hem de adab-ı muaşeret kurallarını yaşayarak öğrenmek gibi çok yönlü bir eğitim planlanmıştı. Fakat ihtilal sonrası bunlara müsaade edilmediği için devamına imkan bulunamadı. Sadece yaz aylarında yapılan Kur’an öğretim programları da bu işin ikmaline yetmedi.

    Hizmet Hareketi mensupları olarak, son dört yıldan beri kadın-erkek yaşamakta olduğumuz çok zorlu hayat şartlarında; kimimiz hicrette, kimimiz gaybubette ve kimimiz de medreseyi yusufiyede olmak üzere çile ve ıstırap çekerken, en çok meşgul olduğumuz işin Kur’an okumak olduğu hakikatı, bir ümit olarak kararan şafağımızı aydınlatmakta ve istikbal adına hepimize tatlı bir geleceğin muştusunu vermektedir. Çünkü bizim medeniyetimiz bir Kur’an medeniyetidir. Hayatımızın merkezinde Kur’an’dan daha önemli bir unsur bulunmamalıdır. Olumsuz gibi görünen bu süreci Kur’anla olan ilgi ve alakamızı daha güçlü hale getirme fırsatına dönüştürebilirsek, hasılı yeniden KUR’AN’LAŞABİLİRSEK çektiğimiz her şeye değer. 

    Dr. Hüseyin Kara
    26 Şub 2018 15:02
    YAZARIN SON YAZILARI