İnsan fıtratı itibarı ile sevimli bir varlık olup, yaratılışından gelen özellikler onu eşref-i mahlûkat seviyesine yükseltmiştir. Hele bu mükemmel bedene can veren ruh ile birlikte, Allah’a gerçek kul olmayı başarabildiği andan itibaren bu sevgi katlanarak çoğalmaktadır. Bu açıdan bakıldığında müminin en yakın dostu, onu bu vasıflarıyla yaratan ALLAH’tır. Bu gerçeği daha yakından anlama adına, insan taifesinden ve konumlarının zirvesinde iki peygamber olarak Hz. İbrahim (as) için Halil, Hz. Muhammed (sav) için de Habîb unvanının kullanılması, birisine Dost, diğerine Sevgili denmesi başka nasıl açıklanabilir? Bu yazıda mümini seven dört husustan bahsedilecektir. Bir sonraki yazıda ‘’Mümini kimler sevmez? ’’ başlığı altında da dört husus sıralanacaktır.
1-MÜMİNİ ALLAH (C.C) SEVER
MÜMİN, Allah’ın güzel isimlerinden biri (Gönüllerde iman ışığını uyandıran, kendine sığınanlara emân verip onları koruyan) olmasına rağmen, bir sıfat olarak kendi ismini inanan kuluna uygun görmesi çok mânidardır. Fakat şaşırtıcı da değildir. Çünkü mümin kul ile, gerçek Mümin olan Allah arasındaki derin ilişkiler böyle olmayı gerektirir. Hiç şatahata girmeden bu kutsî irtibatı peygamberâni bir doğru anlayışla kavramak için, büyüklerin kulluğundaki tevazu ve mahviyete, hatta hacâlete bakmak yeterli olacaktır. Allah şüphesiz mümin kullarından yana, taraftır; kâfir, müşrik ve zalim kullara asla taraf olmadığı gibi. ’’ Allah kalplerine iman meş’alesini tutuşturduğu kullarını sevdiğini ilân etmektedir ve müminlerin dostudur, onları karanlıklardan aydınlığa çıkarır.’’(2/257)
İman ile kurulan bu dostluk bağı kopmadığı müddetçe devam eder. Onun için iman yeryüzünde en büyük hakikat olma unvanını kazanmıştır. İmanı sayesinde insan bir anda Allah’ın dostu olma şerefi ile tanışır. Allah da kendisine dost seçtiği kullarına, bu dostluğa vefalı kaldıkları sürece vefanın en yükseğini yaşatır. Belki dünyadaki imtihan şartları bu kulları için ağır olabilir fakat bu işin farkında olanlar da zaten bu durumdan asla şikâyet etmezler.
Allah’ın nezd-i ulûhiyetinde müminlere karşı böyle ilâhi muhabbetin olduğu bir hakikattır, yalnız bu muhabbetin kuldan Allah’a dönüşümü, kulun çaba ve gayretine ve tabiî ki Efendimiz’e (sav) tebaiyetine bağlanmıştır. ''De ki: Eğer Allah’ı seviyorsanız bana uyunuz ki Allah da sizi sevsin ve günahlarınızı bağışlasın. Allah son derece bağışlayıcı ve esirgeyicidir.'' (3/31)
Bu işin kader planında, Allah Efendimiz’i (sav) muhabbetin hamurundan yarattı ve O’nu Habibullah unvanı ile serfiraz kıldı. Fakat O da, o sevgiye layık olacak bir kulluk sergiledi. Bu kadar sevilen bir peygambere ümmet olup tabi olan müminler de, O’nun hatırına Allah tarafından sevilirler. Mümini Allah sevmişse, başkalarına da sevdirmeyi murat buyurmuşsa artık bu fani dünyada başka yâran aramaya hiç ihtiyaç yoktur.
Esma-i Hüsna’dan biri olan VEDÛD (İyi kullarını seven, onları rahmet ve rızasına erdiren. Sevilmeye ve dostluğu kazanılmaya en çok lâyık olan) ismi ile, Allah mümin kullarını hem seviyor hem de kendisini onlara sevdiriyor. Allah müminleri seviyor ki günahlarına tövbe edenleri affediyor. Yine müminleri seviyor ki ebedî cennetleri onlar için hazırlıyor. Kur’anın pek çok yerinde takva, ihsan ve sabır gibi özelliklere sahip olan müminleri sevdiğini âleme ilan ediyor. Gerçek mümine düşen görev; Allah’ın bu sevgisini yitirmemek için gayret göstermek olsa gerektir.
2-MÜMİNİ MELEKLER SEVER
Allah’ın sevdiğini elbette melekler de sever. Daha doğrusu Allah onlara da müminleri sevdirir. Allah’ın yeryüzündeki şahitleri ve halifesi konumunda olan müminleri sevip onlar için dua ve istiğfarda bulunmak melekler için de büyük bir zevktir. Hem Allah’ın emrini yerine getirmenin verdiği ruhanî zevk hem de cennette beraber olacakları müminler ile dünyada tanışmanın verdiği zevki bir arada yaşamaktadırlar. Bir kudsî hadiste bildirildiği gibi ‘’ Allah yeryüzünde sevdiği müminler için Hz. Cebrail’i çağırıp ‘Falan kullarımı ben seviyorum sen de sev!’ buyuruyor. Ardından Hz. Cebrail diğer meleklere bu olayı duyuruyor’ Allah yeryüzünde falan müminleri seviyor, ben de seviyorum, siz de onları seviniz!’ böylece melekler de müminleri sever. Bu müminler için yeryüzünde bir sevgi halesi oluşmuş olur.(Buhari)
Allah’ın emri ve izni ile melekler müminlerin hem dünya hem de ahiretlerine müsbet katkı sağlayacak yardımlarda bulunurlar. Melekler bir taraftan müminler için istiğfarda bulunurlarken, diğer taraftan müminleri bela ve musibetlerden korumaya kadar pek çok sahada sevgilerinin tezahürünü gösterirler. (40/7,8,9) Bu üç ayette meleklerin, müminlerin dünya ve ahiretleri için Allah’a nasıl yalvarıp yakardıklarını görmekteyiz.
3- MÜMİNİ PEYGAMBER (SAV) SEVER
Bütün peygamberlerin, ümmetlerine karşı yüksek alakaları ve halis muhabbetleri olmuştur. Adeta enbiya, dünya hayatlarını feda ederek, ümmetlerini Firdevs cennetlerine taşımak için her türlü mehâliki göze alarak risalet görevlerini ikmal etmişlerdir. Buna peygamberler tarihi şahittir. Konu Efendimiz (sav) olunca, her sahada üstünlük O’na ait olduğu için ümmetine muhabbette de en ileride O görülmektedir. Kıyamete kadar gelecek bütün insanların peygamberi olması(34/28 ) ve âlemlere rahmet olarak gönderilmesi (21/107) ayrıca hem insanlara hem de cinlere peygamber olarak gönderilmesi (Rasulü’s Sakaleyn) O’nu diğer enbiyadan ayıran üstünlükleri olduğunu ortaya koymaktadır.
Efendimiz’in (sav) müminlere olan sevgisi dünyayı teşrif ettiği ilk andan itibaren başlar. Ümmetî, ümmetî diye yalvarış ve yakarışlarını Miraç gibi bir ortamda da unutmadığı gibi ruhunun ufkuna yürüdüğü zamana kadar hep taze kalan bir yalvarma olarak ‘Ümmetî’ demeye devam etmiştir. Miraç’tan dönüşünün sebebi de buna bağlanmalıdır. Miraç için ayrıldığı Mekke’de boykot ve hüzün varken öyle bir yere dönmenin başka bir izahı olabilir mi? Seyrettiği cennetlere, müşahede ettiği Cemali ba kemale müminleri de ulaştırmak için her türlü olumsuz şartlara rağmen geri döndüğü anlaşılmaktadır. İşte Nebi ile veliyi birbirinden ayıran en bariz fark budur. Peygamber, ümmeti için yaşar. Mahşerde de ümmetlerin başlarında peygamberleri olarak hesap vermeye çağrılacaklardır.
Efendimiz’in (sav) müminlere olan sevgisini yakından kavrayabilmek için O’nun Allah’ın Habîbi olmasına ve O’nun bu konudaki donanımına bakmamız gerekmektedir. ‘ Muhabbetten hâsıl oldu Muhammed’ ifadesi tam da bunu anlatmaktadır. Allah’ın en çok sevdiği kul olma şerefini taşımakta olan bir peygamber, müminlere karşı da re’fet ve şefkat yüklü bulunmaktadır. ‘’Size kendi aranızdan öyle bir Peygamber gelmiştir ki, sizin sıkıntıya uğramanız ona çok ağır gelir. O size çok düşkün (kalbi üstünüzde titrer) müminlere karşı çok şefkatlidir, merhametlidir.’’ (9/128) Allah bu ayette kendi isimlerinden olan ‘’Raûf ve Rahîm’’i Peygamberimiz’e (sav) vermiştir. Daha önceki peygamberlere bu iki ismin birden verildiği hiç olmamıştır.
4- MÜMİNİ DİĞER MÜMİNLER SEVER
İnsanlar arasındaki iman birlikteliği, en güçlü ve en kalıcı birliktelik olması itibarıyla, bu dünyadan başlayıp ebetlere kadar sürecek bir beraberliktir. Bu sonsuz beraberlik, sevgisiz asla olamaz. Birbirlerini sevmeyenler birlikte yaşayamazlar. Müminler arasındaki bu sevgi imandan kaynaklanan iradî ve kalbî bir sevgidir. Bunun zıttı olan mümine buğz etmek, kin beslemek ve onu gıybet etmek haram kılınmıştır. (49/12) İslam dininin, müminler arasında tesis ettiği iman kardeşliği, ana-baba bir kardeşlikten daha üstün bir kardeşliktir. Zira aynı ananın evlatları aynı Allah’a inanmazsa ebediyen aynı yerde olamayacaklardır. Fakat mümin kardeşlerin, dünyada da ahirette de beraber olacaklarına şüphe yoktur. Onun içindir ki bir mümin her namazında selam vermeden önce okuduğu ‘’Rabbena âtina’’ duasında kadın-erkek bütün müminlere dua etmektedir. Tabii ki diğer müminler de ona.. Müminin diğer müminleri sevmeden gerçek bir mümin olamayacağı da Efendimiz’in (sav) mübarek beyanları arasında yer almaktadır.’’Sizden birisi kendisi için sevip arzu ettiği şeyi mümin kardeşi için de sevip arzu etmedikçe kâmil manada iman etmiş olmaz.’’ (Buharî-Müslim)
Sonuç olarak; Müminin etrafında bu kadar güçlü sevgi halesinin oluşmasının, imanı sayesinde olduğuna hiç şüphe yoktur. İşte müminin sahip olduğu bu sevimli durumunu artırarak devam ettirebilmesi ancak kendisini sevenleri sevmesi ile mümkündür. Allah’tan, meleklerden, Efendimiz’den(sav) ve diğer müminlerden gelen bu sevgi karşılık bulmazsa zamanla azalmaya ve nihayet sönmeye maruz kalabilir. Tarihte bu kötü akıbeti yaşayan nice müminler olmuştur.
Dr. Hüseyin Kara