Her şeyi hesapsız ve dengesiz harcama alışkanlığı olarak tanımlanan israf, Allah’ın sevmediği bir sıfattır. ( A’raf, 7/31 ) Cimriliğin zıttı olan israf, aynı zamanda Allah’ın verdiği nimetlerin yerli yerinde kullanılmayıp kadr ü kıymetini bilememenin de adıdır. İnsanın yoktan yaratılması sonrasında dünyada yaşadığı müddetçe tüketeceği rızkı da beraberinde takdir edilmiş olup ( Hûd, 11/6 ) o rızkın sevk ve idaresi bir imtihan aracı olarak onun iradesine bırakılmıştır. İnsan ya bu nimetleri hoyratça kullanacak, har vurup harman savuracak veya o nimetlerden ne kendisi ne de başka birilerinin istifade etmesine müsaade etmeksizin cimrilik yapacak veyahut da her ikisinin ortası olan iktisat yolunu tercih edecektir. Yani gerçek insan müsrif de cimri de olmayıp muktesit olacaktır. İslam dini ifrat ve tefrite karşı olduğundan, her işin ortasını tavsiye etmiştir. Ümmet-i vasat olma keyfiyeti de bunu gerektirmektedir. (Bakara,2/143 ) Aşırılıkların artısı, eksisi kadar tehlike arz ettiğinden İslam dini eldeki nimetleri harcamada cimrilikle israfı aynı tutmuş ve her iki davranış biçimini de sevimsiz olarak ilân etmiştir.(İsra, 17/29 )
Allah’ın (c.c) kâinatı sevk ve idare etmedeki icraatlarında israfın hiçbir çeşidi bulunmadığı gibi gönderdiği peygamberlerin hepsinin israfa karşı çok ciddi bir duruş sergiledikleri müşahede edilmektedir. Peygamberlerin içinde ne bir cimri ne de bir müsrif bulamazsınız. Çünkü ilâhî dinler hep orta çizgiyi takip edip muktesit olmayı tavsiye etmiş ve insanları ifrat ve tefritten sakındırmıştır. Ümmetlerin başındaki peygamberler de bunu yaşayarak göstermişlerdir. Ellerinde pek çok nimet olsa bile, hiç aşırılığa girmeden düz bir hayat yaşamışlar ve başladıkları gibi hayatlarını bitirip ruhlarının ufkuna öylece yürümüşlerdir. Çünkü Allah’ın sevmediği sıfatlar peygamberlerde olamazdı. Dahası; beşer tarihinde pek çok kavimin yerle bir edilmesine israflarının sebebiyet verdiği görülmektedir. Kur’an-ı Kerim bu sefahetleri sonucu batırılan fert ( Kasas, 28/81 ) ve ümmetlerin ahvalini pek çok ayette anlatmaktadır.( Hicr, 15/ 72,73 ) Zira Allah; israfı, verdiği nimetlere karşı bir duyarsızlık ve şükürsüzlük ile birlikte kulların küstahlığı olarak görmekte ve daha dünyada iken bu müsrifleri cezalandırmaktadır. Yüce Allah ayrıca verdiği nimetlerden herkesi ahirette de hesaba çekeceğini ilân etmektedir.(Tekâsür, 102/8 )
Nimetlerin azlığı da çokluğu da dünya hayatının imtihan unsurları içerisinde mütaala edilince; fakirliğe sabretmekle veya zenginliğin hakkını vererek dünyada yaşarken cennetler peylenebilir. Bunun zıttı olarak; fakirliğe isyan edip Allah’ın taksimatına razı olmayanların cehenneme yuvarlanmaları mukadder olduğu gibi, zenginliği Karun-misal kendinden bilip de şımaranların servetleri de onları cehenneme götürür. Burada öne çıkan duygu; nimetin azlığına veya çokluğuna kulun bakış açısının doğru veya yanlış olmasıdır. Yoksa nimetin kendisi değildir. Geçici olduğu kadar bir imtihan sahnesi olan dünyada; nimetin fazlasına şükür, azına kanaat etme duygusu ancak mümince bir yaklaşım olarak takdire şayandır.
Günümüz dünyasında müslümanlarla gayr-i müslimler arasında israfın; ortak bir insanlık konusu olarak ele alınması gerektiğine inanmaktayız. Zira globalleşen bir dünyada israf gibi önemli bir konu tek başına hiçbir milletin çözeceği bir mesele gibi durmuyor. Hele gelişen iletişim araçları ile yapılan reklamlar israfı öyle körüklemektedir ki nerede ise önüne geçilemez bir hal almış durumdadır. Hayat, ivedi ihtiyaçlara göre değil de bir türlü doymak bilmeyen hazlara göre dizayn edilmiş görünüyor. Bir tarafta açlık sınırında yaşayan milyarlar, diğer tarafta ise israfın çılgınlığı ile hayat sürenler arasındaki uçurum gün geçtikçe büyüyor. Aslında ilerleyen bilim, dünyada teknolojiyi de beraberinde geliştiriyor. Teknoloji de üretimi çoğaltıyor. Artan dünya nüfusuna göre rızıkların da çoğalması elbette kolaylaşıyor. Ancak bu çoğalan rızıkların insanlar arasındaki dağılımı hakkaniyet üzere olmadığından bir türlü açlığın ve sefaletin önüne geçilemiyor. Dünyada üretilen rızıklar açları da doyurmaya yetecek seviyede olmasına rağmen açlık ve çaresizlik gün geçtikçe artıyor ve yoksullar çoğalıyorsa; bu ters orantılı durum, hiç de insanlığın hayrına gözükmüyor. Bir taraftan kapitalist dünyada birileri maddi güç elde etmek için devamlı üretmekte, diğer yandan ürettiklerini aslî ihtiyaçmış gibi reklam yolu ile dünyaya pazarlamaktadırlar. Müşterilerin müsriflikleri ile yan yana gelen bu durum, normal bir ticaretmiş gibi algılanmakta, sanki alan da satan da memnun gibi görülmektedir.Aslında vaziyet hiç de öyle değildir.
Kanaat kültürünün müslümanlar tarafından bile nerede ise hatırlanmadığı bir ortamda, başkalarından kanaat etmesini beklemenin anlamsız bir bekleyiş olacağının farkındayız. Ancak beşerin ortak su-i istimallerine gelecek belaların, I. ve II. Dünya Savaşları’nda olduğu gibi toplu olacağından şüphe edilmemelidir. Çünkü suç umumî olunca bela da umumî olacaktır. Görünen o ki; insanlık, bugün en önemli sınavını israflar karşısında verirken, kaybediyor ve de kaybettiğinin farkında değil gibi görünüyor. Tüketim çılgınlığı dünyanın her yerinde normal karşılanıyor. Ne devletler, ne milletler ve ne de fertler asrın bu tehlikeli israf hastalığının teşhisine de tedavisine de yanaşmıyor. Allah’ın hoşlanmadığı bu israf anlayışı ile insanlık daha nereye kadar gidebilir!
Hz. Bediüzzaman’ın II. Dünya Savaşı’ndan tam iki yıl önce kaleme aldığı İktisad Risalesi’nde temas ettiği hakikatlere bakılınca israfın ve şükürsüzlüğün insanlığa ne kadar ağır faturalar ödettiği çok açık bir şekilde görülecektir. Burada insanların yaptığı en büyük yanlışlığın, gerçek ihtiyaç olmayan nimetleri, ihtiyaç listesine dahil etme hatasıdır ki; bu, israfın en sevimsizidir. Böyle bir israf cürmünü işleyenlerin hem dünyada hem de ukbâda cezalandırılmaları da normaldir.
İsraf denince, akla ilk gelen rızıkların ve imkânların heder edilmesi olmakla beraber; aslında israf edilenlerin başında insan ömrü gelmektedir. Zira en büyük nimet hayat nimetidir. En pahalı sermaye ömür sermayesidir ki yedeği bulunmamakta, tekrarı olmamaktadır. Diğer rızık nevinden nimetler bu hayatın etrafında şekillenmektedir. Her gün geçirdiğimiz 24 saatlik gece-gündüz vaktimizi bir incelemeye tabi tutsak; ne kadar zaman israfı yapıldığı ortaya çıkacaktır. Buna haftaları, ayları ve yılları eklesek karşımıza çok vahim israf tabloları çıkacaktır. Fanî dünya hayatında insana verilen bu ömür sermayesi ile bakî olan ahiret yurdu kazanılması gerekirken zamanı israfa kurban etmek hiç de akıl kârı değildir. Sonradan pişmanlığın çare olmadığı bu vakit israfının dünyada telafisi olmadığı gibi mahşerde sorulacak ilk sorular arasında ‘Ömrünü nerede harcadın?’ suali ile karşılaşmak da vardır. Ancak, bu konuya mümince bakıldığında Allah’ın müminlere merhametinden dolayı ömürlerini bir dönem israf edenlerin de Allah’ın rahmetinden ümitlerini kesmemelerini ve O’nun günahları affedeceğinin müjdesi görülmektedir. ( Zümer, 39/53 )
Gözlerden kaçan diğer israf çeşitlerinden ikisi de şüphesiz kelâm ve kalem israfıdır. Allah’ın sadece insanlara lütfettiği bu iki nimetin ( Rahman, 55/4), ( Alak, 96/4 ) israf edilmeden yerli yerinde kullanıldığı söylenemez. Önemine binaen insanın ağzından çıkan her şeyi melekler kaydediyor.( Kaf,50/17,18,19 ) Yazdıklarını da kendisi zaten kaydedip meleklere yardımcı oluyor. Bugün insanlar bu iki nimetin israfında adeta yarış halindedirler. Konuşma ve yazma nimetine kendi cinslerinden şükretmesi beklenen insanın, tam tersi bir istikamette bu nimetleri de israfa kurban ettiği görülmektedir. Konuşmuş olmak için konuşmanın, yazmış olmak için yazmanın revaç bulduğu bir dünyada bu iki nimetin israfından kurtulmak nerede ise imkânsız görünüyor. Konuşup yazmayı hikmet, düşünüp susmayı tefekkür olarak gören bir dinin mensupları bile ehl-i dünyayı taklitte sınır tanımıyorsa buna da israf-ı kalem ve israf-ı kelâm denir. Hele bir de bu kalemlerle ve kelâmlarla haram işleniyor, iftira ve tezvirat yapılıyorsa…
Sonuç olarak; Yeryüzünde halife unvanıyla bulunan insanoğlu, kendi hayatı ile beraber başkalarının hayatını da israf etmeksizin emanetlere riayet prensibi ( Ahzâb,33/72 ) ile hareket edip; hem yeryüzünü hem de gökyüzünü kirletmekten kaçınıp, muktesit yaşamalıdır.
Dr. Hüseyin Kara