On
dört asırdan beri İslam coğrafyasında, hutbelerin sonunda okunan
ayetin ihtiva ettiği yüksek değerleri bir kez daha gündeme
getirmek suretiyle; müminlerin bu emir ve yasaklara karşı
hassasiyetlerini veya ilgisizliklerini bu yazıda tahlil etmektir,
muradım. Bu ayeti her cuma duyan cemaatin, onu ezberlemiş olsa
dahi, manasını anlamada, ayetteki emirlerin ve yasakların
uygulamasında o kadar başarılı oldukları söylenemez.
‘‘Muhakkak ki Allah, adaleti, iyiliği, akrabaya yardım etmeyi emreder. Hayasızlığı, çirkin işleri, zulüm ve tecavüzü yasaklar. Düşünüp tutasınız diye size öğüt verir.’’ (Nahl,16/90) Kısaca mana-i münifi verilen ayette; Allah, üç hususu emrederken, üç hususu da yasaklıyor. Emrettiği konular; toplum hayatının vazgeçilmezleri olan ADALET, İHSAN ve AKRABAYA YARDIM olarak sıralanmaktadır. Yasakladığı konular ise; HAYASIZLIK, ÇİRKİN İŞLER, ZULÜM ve TECAVÜZ olarak yer almaktadır.
Kur’an herkese fert planında hitap etmesine karşılık, bu ayetteki emir ve yasaklar bir toplumun ayakta kalmasına katkı sağlayacak unsurlar olması itibariyle çok önem arzetmektedir. İnsanlık tarihinin tecrübeleri ile sabittir ki, bir millette bu önemli değerler kayboldukça o millet de kaybolup, tarih sahnesinden silinip gitmiştir.
İbn Mesud (ra) demiştir ki: Kur’an’da iyilik ve kötülüğü en fazla bir arada beyan eden ayet budur. Bu gerçekten hareketle ‘‘Eğer Kur’an’da bu ayetten başka bir şey olmasaydı ona yine ‘Her şey için bir açıklama, bir hidayet ve rahmet kaynağı ve müslümanlar için bir müjde’ denmesi doğru olurdu. (Elmalı, cilt,5 , s 255) Ayette zikredilen üç emir ile üç yasak, ayetin sonundaki fezlekede yerini bulan ‘‘Allah size öğüt veriyor, düşünüp tutasınız diye’’ ifade-i ilahiyesinden anlaşılan odur ki; ayetin başında üç emir, ortasında üç nehiy ve sonunda da muhatap kulların akıllarını kullanıp, durum değerlendirmesi yapıp bu emir ve yasaklara uyulması tavsiye edilmektedir. Allah her zaman kullarına emir ve yasaklar koyar, fakat kullarının iradelerine ipotek koymaz. Yani teklif var, icbar yoktur. Başka bir ifade ile akla kapı açılır fakat irade elden alınmaz.
AYETTE EMREDİLEN ÜÇ KONU
1-ADALET: Bu sihirli kavram aslı itibariyle Allah’ın Âdil isminin tezahürü olarak zulmün zıttıdır. Bir toplumda adalet bütün kurum ve kurallarıyla işliyorsa orada zulüm yok demektir. Adaletin olmadığı yerde ise boşluğu zulüm doldurduğundan yıkılma süreci başlamış demektir. Allah Adil-i Mutlak olmasıyla, kullarının adaletli olmasını emrediyor. Bir atasözünde ‘‘ Bir emrin kıymeti ve değeri, o emri veren amirin kıymet ve değeri ile ölçülür.’’ denilir. Bu ayette insanlara; ‘ adaletli olun’ emrini kâinatların ve Âdil isminin sahibi Allah vermektedir. Emre inkıyad edip her işte adaleti gözetenlerin âbâd olmalarına karşılık, emre başkaldırıp da zulmü tercih edenler ise berbad olmaktan hiçbir zaman kurtulamamışlardır.
İnsanlar, adaleti uygulama emrine, bu emri veren Allah’ın varlığını ve birliğini tanımakla başlamalıdırlar. Zira, en büyük adaletsizlik, Allah’sızlığın kendisidir. ‘‘ Allah’a ortak koşma! Çünkü şirk pek büyük bir zulümdür.’’ (Lokman, 31/13 ) Dolayısıyla Allah tanımazların kullardan adalet istemeye hakları olmasa da mümine yakışan herkese karşı adil olmaktır. Bununla beraber, zulmü tercih edenlerin imanları sorgulanmaya açık hale gelir. Allah adaleti ikame etmek isteyen kullarını sevdiği kadar, zalim kullarından da nefret eder. (Al-i İmran, 3/140)
2-İHSAN: İyilik yapmak, etrafa güzellikler saçmak, Rakîb ve Müheymin olan Allah tarafından her hal ü kârda görünüyor olma duygusu ile hareket etmek anlamlarına gelen ihsan şuuru, imanda derinleşmenin de remzidir. Müminin ihsan mertebesine ulaşması kendi keyfine bırakılmayıp, Allah’ın kullarına verdiği bir emir olarak düşünüldüğünde, kural olarak da emirlerin vücub ifade etmesi dikkate alındığında, mümin muhsin olmaya mecburdur. Yani, mümin bir iyilik insanıdır ve müsbet hareket etmekle mükelleftir. Zaten müslümanın tarifinde, Efendimiz (sav) ‘‘Elinden ve dilinden kimsenin zarar görmediği insandır, müslüman’’(Buhari-Müslim) buyurmuştur. İhsan şuuru, Cibril hadisinde ifade buyrulduğu gibi ‘‘Allah’ı görüyor gibi O’na ibadet etmendir. Sen O’nu göremesen de O seni görüyor.’’ (Buhari-Müslim) Böyle yüksek bir duyguyu sürdürülebilir halde tutmak, müminlik evsafı ile doğru orantılıdır. İhsan duygusunun adalet duygusundan hemen sonra emredilmesi asla tesadüfe bağlanamaz. Zira bu iki duygu birbirlerininin lazım-ı gayr-i mufarıkıdır. Birisi olmadan diğeri de olmaz. Yani adil olamayan muhsin de olamaz. Bunun tersi de doğrudur. Allah’ı görüyor gibi kulluk yapamayanlar adaleti asla tahakkuk ettiremezler.
3- AKRABAYA YARDIM: Müminler arasında yardımlaşma, zekat ve sadaka farzıyeti ile sağlam bir şekilde yerleşmiş olmasına rağmen, Allah’ın bu ayettte üçüncü sırada özellikle akrabaya yardım etmeyi tekrar ve hususi olarak emretmesinin mutlaka hikmetleri olsa gerektir. Mümin, öncelikle kendi ailesinden başlamak üzere yakın daireden uzak daireye doğru, kan bağı veya nikah bağı ile oluşan akrabalar arasında, yardıma muhtaç olanların korunup gözetilmesini emrediyor. İnsan tanınmadığı yerde başkalarının kıskançlıklarına maruz kalmaz. Fakat ne derece imkanlara sahip olduğu yakın akrabaları tarafından çok iyi bilindiği için onların haset oklarından kurtulamaz. İmkanları olan müminlerin, bu ayetin emrine uyarak en yakın daireden başlamak üzere en azından onların aslî ihtiyaçlarını karşılaması gerekir. Kendi aile fertleri ve yakın akrabaları ihtiyaç içinde kıvranırken bir mümin yardımlarını başka sahalara aktarmakla daha büyük sevaplar kazanamadığı gibi, bu ayetin emrine muhalefetten de ceza görebilir. Bu konuda hiç kimse kendisini Hz. Ebubekir’in (ra) bir defasında yaptığını, ömür boyu yapmak gibi sıradışılığa sürüklememelidir. Düz bir mümin olmanın gereği, imanının gücü kadar amel işlemesi ve Allah’ın emir ve yasaklarına riayet etmesidir.
AYETTE YASAKLANAN ÜÇ KONU
1-HAYASIZLIK: Allah’ın ayette kullandığı ‘fahşa’ kelimesi, hem fiilî hem de kavlî bütün günahlar için kullanılan, kapsamı oldukça geniş bir kavramdır. Yalandan zinaya, iftiradan kumara kadar her çeşit kötülüğü Allah’ın yasaklamasının hikmeti de; bunların bir mümine yakışmayan kötü vasıflar olmasındandır. Bu tip kötülükler şahsı kirlettiği gibi, bunların yaygın olduğu toplumları da kirletir. Müminler, imanlarının kemali ve başta namaz olmak üzere diğer ibadetlerindeki ihlas ve devamlılıkla ancak bu tür günahları askariye indirebilir.
Ayette önceliği üç emre vermesinin hikmeti de bu olsa gerek. Zira bu üç emre uyum olmadan günahlardan kurtulmak nerede ise imkan haricidir.
Adaletin ve ihsanın olmadığı yerde, doğru bir paylaşımın yapılamadığı toplumlarda, günahlar her zaman çoğalma eğiliminde olur. Beşer tarihi, bu kabil ahlaksızlıkların yaygın olduğu milletlerin sonuçta topluca battıklarına çok şahit olmuştur. Kur’an’daki Âd, Semud ve Lût kavimleri bunun en bariz örneklerdir. Gerçi günümüzde insanların işledikleri fuhşiyat ve menhiyat tarihte işlenenlerden kat kat fazladır. Sadece sanal alemde yaşanan hayasızlıklar bile insanlığın batması için yeter de artar bile. Ancak Efendimiz’in (sav) kabul olan duası sayesinde toplu helak olmamaktadır.
2-MÜNKER: Din ve akl-ı selimin kabul etmediği söz ve davranışlar olan münkerat bu ayetle yasaklanmıştır. İnsanın hakkı olmayanı talep etmesinden, başkasının hakkına tecavüze kadar her türlü gayri meşru davranış, bu münkerat kapsamına dahildir. İslam toplumu tarafından çirkin karşılanan, örflere ve geleneklere aykırı tavır ve davranışlar da münkerata girer.
Müminlerin yaşayabileceği ortamlar her türlü hayasızlıktan ve münkerattan arındırılmış olması gençliğin iyi yetişmesi için çok önemli olduğundan, Allah tarafından haram kılınmıştır. Müslümanlar arasında bu tip kötülüklerin yayılmaması için Allah kullarına iki şeyi tavsiye ediyor. ‘‘Sana vahyedilen Kitabı oku ve namazı kıl. Muhakkak ki, namaz, hayasızlıktan ve münkerattan alıkoyar. Allah’ı namazla anmak en büyük fazilettir. Allah bütün işlediklerinizi bilir.’’ ( Ankebut, 29/45) Bu ayete göre; Kur’an’ı anlayarak okumak ve gereğini yapmakla birlikte gerçek bir namaz kılmak haramları işlemeye engeldir. Dolayısıyla bir taraftan Kur’an’a iyi bir talebe olarak Kur’an’laşmak ve namazı hakkıyla ikame derek namazlaşmak sayesinde müminler bu kötülüklerden kurtulabilir.
3-BAĞY: İsyan, azgınlık ve yoldan sapma olarak tanımlanan bağy, başkalarının hakkına tecavüz edip bu yolla insanlara zarar verip zulmetmektir. Allah, yasaklar arasında üçüncü sırada bunu saymakla, toplumun huzur ve güvenini sarsmanın haram olduğuna hükmetmektedir.
Mümin, emniyet ve güven insanı olmak ve çevresinde bulunanların huzuruna katkı sağlamakla mükellef iken, tam tersi bir tutumla azgınlık ve taşkınlık yapması kabul edilemez. Zira, barış manasını taşıyan İslam, şiddeti ve terörü haram kılmıştır. Böylece toplumun huzuruna kastedenlere ağır cezalar öngören dinimiz, insanların emniyet ve güvenini sağlamayı hedeflemiştir. Bundan dolayıdır ki İslam dininin gerçekten yaşandığı coğrafyalarda müslim-gayr-i müslim herkes huzur içinde yaşamışlardır. Devlet-i Aliye’nin güçlü olduğu dönemlerde, dört asır Ortadoğu ve Balkanlarda huzuru nasıl temin ettiğini günümüz sosyologları çok iyi tahlil etmelidirler.
ABD’de İkiz Kuleler’in yıkılışının ardından ilk defa Fethullah Gülen Hocaefendi’nin bütün dünya komuoyuna deklare ettiği ‘‘Terörist müslüman olamaz, müslüman da terörist olamaz.’’ Özdeyişi hakikatin ifadesi olarak insanların kulaklarında hala çınlamaktadır. Buradaki bağy kavramının kapsamına mafyatik ilişkiler de dahildir. Zira adaletin olmadığı yerde zulümden başka hiçbir şey olmaz.
Ayet güçlü bir fezleke ile ‘‘Allah, düşünüp tutasınız diye size öğüt veriyor.’’ cümlesi ile bitiyor. Ayetteki üç emri düşünüp de, haşa gereksizliğini söyleyen hiçbir kimseye bu güne kadar rastlanmamıştır. Keza yasaklanan son üç husus da toplum halinde yaşamanın olmazsa olmaz kuralları içinde yer almış ve tarih boyunca kanun koyucular bunlara gereken önemi vermişlerdir.
Her hafta cuma hutbelerinin sonunda okunduğu ve anlamının da söylendiği ülkelede hala toplumu sarsacak olumsuz hadiseler çoklukla yaşanıyorsa; ayetin son cümlesi dikkete alınmıyor demektir. Ne idareciler ne de idare edilenler henüz düşünüp taşınma fırsatı bulamamış olacaklar ki! ayetteki üç emir ile üç yasak konusundaki Allah’ın tavsiyelerini dikkate almamaya ısrar etmekte ve bu husuların uygulanmasında ayak diremektedirler. Halbuki emr-i bil ma’ruf ve nehy-i anil münker müslümanların üzerlerinde farz-i ayn’dır.
Dr. Hüseyin Kara