Mümin denge insanıdır ve aşırılıklara kapalı bir hayatın sahibidir. Ne ifrata ve ne de tefrite kapı aralar. O her zaman aldığı terbiyenin gereğini yapmak üzere sahip olduğu bütün değerleri yerli yerinde kullanmayı fıtratının bir parçası haline getirmiş bir kişilik sergilemelidir. Dolayısıyla ne aklını öne çıkarıp kalbini unutur ve ne de kalbî hayatını aklına kurban eder. Bu iki nimetin kadr u kıymetini takdir ederek bu uzuvlarla ne iş yapılacaksa onu yapmayı yeğler. Bu yazıda kalb ve kafa birlikteliğini ele alacağız.(Kalb-Kafa izdivacı)
Kur’an-ı Kerim'de Ahzab suresinin 4. Ayetinde ‘Allah, bir adamın içinde iki kalb yaratmadı’ buyuruyor. Ayetin siyak ve sibakı burada farklı bir konunun izahı olsa da, ilâhî beyan bir gerçeğe vurgu yapmaktadır. O da; insanın dualist olamayacağı, kalbinin ve aklının aynı istikamette çalışması gerektiğidir, buna kalb-kafa izdivacı da denir.
Buradaki kalb sözcüğünden; insanın ruh dünyası, manevî tarafı, vicdan mekanizması ve duyguları anlaşılmakta, kafa sözcüğü de; insana verilmiş en büyük nimetlerden biri olan akıl ve onunla ilişkili olan zeka, hafıza ve idrak melekeleri kastedilmektedir.
Bütün bu sayılanların hepsinin insan vücudunda fizikî bir organ bulunmakla beraber, bir fonksiyon ifa etmeleri de tamamen ruha bağlıdır. Özellikle kalb ve kafanın o kadar yakın birliktelikleri ve karmaşık ilişkileri bulunmaktadır ki alimlerin farklı yorumlarına sebep olmaları da bundandır. ‘Kalpleri vardır onunla akletmezler’ (7,179) veya ‘Onlar biraz olsun arzı gezip dolaşmadılar ki akledecek kalplere ve sesini işitecek kulaklara sahip olsunlar’ (22,46) gibi ayetlerde akıl ve kalb birbirlerinin yerine geçmişler.
Aklın zıyası kabul edilen fen ilimleri ile, kalbin zıyası olarak bilinen dinî ilimler bir insanda buluşması halinde, insanın ruhunun aydınlık kazanacağı, etrafında cereyan eden olayları okumada daha isabetli kararlar vereceği gerçeğinden hareketle insan bu iki kanatla ancak doğru bir konuma sahip olacağı bilinmektedir, Bu kanatlardan birincisi olan akılla kâinat kitabını mütealâsından elde ettiği bilgilerle, tümevarım metoduyla eşya ve hadiselerin Allah ile olan ilişkisini çözmede kolaylıklar görecektir. Diğer ikinci kanat olan kalb ile de kitap ve sünnetten elde ettiği bilgiler yardımıyla, tümdengelim metoduyla da hem norm aleme ve hem de fizik ötesi alemlere bakışı netleşecek ve insan gerçekten bir ölçüde kalb-kafa izdivacını iliklerine kadar hissedecektir.
Günümüz insanlarının çoğunda maalesef bu iki güç birlikte çalışmaktan çok uzakta bulundukları için; aklın bulduklarını kalb doğrulamıyor, kalbin istediğini de akıl bulamıyor. Adeta tek kanatla uçmaya çalışan insanlık her defasında kalkışından bir müddet sonra yere çakılıyor ve kafa-gözü yarılıyor. Kalbsiz aklın, akılsız kalbin bir işe yaramayacağını anlayacağı ana kadar bu düşüş ve kalkışlar devam edeceğe benziyor. Eğer çocukluktan başlayan doğru bir eğitim ile insanlar bu iki gücü nasıl kullanacaklarını bilebilselerdi, kalb-kafa izdivacına ulaşmada çok zorluk yaşamayacakları ortadadır. Zira bu iki güç de insandaki aynı organları kullanarak bilgi ediniyor. Mesela insandaki gözler hem aklın ve hem de kalbin gözleridir. Bunlardan birincisinin işlevi müşahede ise, ikincisinin ki basirettir. Bunların aynı gayeye hizmet etmeleri beklenirken farklılaşmalarının normalde izahı güçtür. Aslında akıllar sebepleri soruştururken, kalpler hikmetleri oluşturmalı değil mi? Bunlar bir bütünü tamamlayan iki yarım iken, tek başlarına yeterli oldukları nerede görülmüştür. İnsan iyi bir söz veya sesi kulakları ile dinliyor. Fakat sözün veya sesin tesiriyle kalbinin etkilendiği akıttığı göz yaşından veya sevinci gülmesinden anlaşılıyor. Gözler gördüğü manzaralar karşısında kalben etkileniyor. Edindiği intibaya göre ya seviniyor, ya da üzülüyor.
İlimlerle aklın inkişafı ne kadar önemli ise, iman ve amelle kalbin tenviri de bir o kadar lüzumludur. Bunu da ancak İslamiyet gerçekleştirebilmiştir. Daha önceki dinlerde adeta akıl bir grubun elinde rehin kaldı, kalp de başka bir grubun elinde tutsak. İnsanı paylaştıran bu yöntemle insanlığın dertlerine çare bulunamadığı için İslam dini insanlığın imdadına yetişmiştir. Akıl nerede ise kalb de orada olmalı ki insan bundan faydalanabilsin. Bu konuyu en veciz bir biçimde formüle eden Bediüzzaman Hazretleri ‘Aklın zıyası nuru fünun-u medeniyedir.. Kalbin zıyası ulüm-u diniyedir. Bu ikisinin imtizacı ile ruhlar pervaz eder’’ buyurmaktadır.
Buraya kadar zikredilen hususlar, sadece konunun teorisi ile ilgili görüş ve düşüncelerdir. Asıl önemli tarafını işin pratiği teşkil etmektedir. Yani tarihte ve günümüzde kalb-kafa izdivacını sağlamak için neler yapıldı ve bugün neler yapılması gerekir? Sorusuna muknî cevaplar bulmalıyız. Öncelikle, Kur’anın dirilttiği Efendimizin (as) ashabı, kalb-kafa izdivacı konusunda da en önde bulunan numune-i imtisal insanlar olduklarına bütün alimler ittifak halindedirler. Zaten sahabe efendilerimizi semanın yıldızları haline getiren konumları da, akılları ile kalplerinin aynı düzlemde faaliyet gösterdiğinin işaretidir. (Akılları ayrı telden, kalpleri de başka telden çalanlar ancak münafık olmuş ve sahabe konumuna yükselememişlerdir) Zira eşya ve hadiseleri doğru okumada onlardan daha kaliteli insan yer yüzü görmedi. Efendimiz'den (sas) sonra dünyanın en hayırlı insanları olma unvanını onlar böyle elde ettiler.Ne akılları kalplerini yanılttı, ve ne de kalpleri akıllarına tuzak kurdu. Efendimiz 23 yılda onları yetiştirirken hem akıllarını doyurdu, hem de kalplerini tatmin etti. Her ikisinin de ihtiyaçlarını en iyi bilen elbette O (sas) idi. Onları tabiin takip etti. Bu dönemden sonra bazen akıl öne çıktı kalp biraz ihmal edildi. Bazen de kalbe önem verildi, akıl ihmale uğratıldı. Bütün bunlar belki bilerek ve planlı da yapılmadı. Fakat 15 asır sonra geldiğimiz noktada İslam dünyasında hala kalb-kafa izdivacının fikdanından bahsediyorsak, olması gerekenleri henüz yapamadığımızı gösteriyor.
Bugün ise; çocukların eğitiminde özellikle çocukluk yıllarında hiç öğretime girmeden şuuraltı müktesebat kazandırma eğitimi ile kalpler hazırlanmalı ve gençlik yıllarında ise öğretim yolu ile akıllar aydınlatılmalı ve kalb-kafa izdivacını netice verecek afakî olmayan duygu ve düşünceler kazanmalarına yönelik bir terbiye sistemi takip edilmelidir. Mesela; kalbin faaliyetlerinden olan cömertlik duygusu çocuğun anlayacağı seviyede, tarihten misaller de vererek anlatıldıktan sonra, baba veya annenin vermesi gereken sadakayı çocuğun eliyle vermesini sağlar ve de niçin verildiğini anlatarak aklını ikna ederse zamanla bu çocukta cimrilik hastalığı olmaz. Veya lisedeki fizik dersinde yer çekimi kanununu, suyun kaldırma gücünü veya havanın basıncını öğrenirken, bütün bu kanunların formüllerini bulanların değil kâinatı yaratan Allah’ın kanunları (Sünnetullah) olduklarını birlikte anlatarak kalb-kafa izdivacı gençlerde sağlanmalıdır. Ateist fizikçinin anlatacağı dersten akıllar anlasa da kalpler hiçbir şey anlamaz. Bu bilgi bir Müslüman için hamallıktan öte hiçbir şey de ifade etmez. Veya tekke ve zaviyelerde, zikir meclislerinde evrad-ü ezkâr ile ruhlar coşturulsa da, akıl yolu ile kâinat kitabı okunmasa o da ayrı bir körlük ve eksiklik meydana getirir ki ileride telâfisi çok güç olur.
Onun için akılları ihya edecek olan mektep ile, kalpleri ihya edecek kurum olan ma’bedi, tekkeyi, hatta bedenleri ihya edecek kışlayı bir arada bir bütünlük teşkil edecek biçimde bir arada yapıp işleten ecdadımız bu işin en doğrusunu yapmıştır. Yapmıştır da Osmanlı devlet-i Aliyesi altı asrı aşkın ayakta kalabilmiştir.
HİZMET bir eğitim platformu olarak bu proje ile bir dünya eğitim hizmeti olabilmiştir. Hocaefendi'nin eğitim ufku, aşkın dâvâ şuuru ile bütünleşince yeni neslin kalb-kafa izdivacı sağlanabilmiştir. Artık bu sistemle yetişen nesiller şimdilerde başkalarını yetiştirmekle meşguller. Maya tuttu ve salih daire hız kazandı. Hasetçiler çıldırsa da bu projeye zarar veremezler. Zira Allah’ın yaktığı meşaleyi O’nun izni olmadan kulları söndüremezler, köleler ise hiç…
Dr. Hüseyin Kara