Kuzey ülkelerinde bol yıldızlı bir İskandinav gecesi…
Palmiyelerin altında ilkbahar doğuyor.
Gözlerimizin önünde yeni bir dünya gelişiyor.
Badem ağaçlarının beyaz aydınlığı bizi mütevazı bir eve taşıyor.
Bahar çiçeklerinin aydınlığında dinlenen evde birkaç muhacir aile bizi karşılıyor.
Hepsi başka yerlerden gelmişler, buralara. Gurbette birbirleri ile hayata tutunmaya çalışıyorlar.
Adının Azer olduğunu öğrendiğimiz gencin aksanından Azerbaycanlı olduğunu anlıyorum.
“Hangi şehirdensin?” diyorum.
“Sumgayit.” diyor.
Ceyranbatan Gölü’nün kıyısındaki bu şirin şehrin hazin bir hikayesinin olduğunu daha önce duymuştum ama Azer’den yeniden dinliyoruz.
“Sum ve Ceylan birbirlerine delicesine aşıktır.
Ceylan yürüyüşü, salıntısı güzel mi güzel, gözleri sürmeli bir ceylandır.
İki sevgili sıcak bir yaz günü büyülü gölün kıyısına gidiyorlar.
Hava oldukça sıcaktır.
Gölün güzelliği el edip duruyormuş Sum’a.
Sonunda Sum, gölün güzelliğine dayanamıyor ve bırakıyor kendini buz gibi sulara.
Göl omzuna aldığı bu delikanlıyı uzaklara, çok uzaklara götürüyor.
Ceylan arkasından bağırıyor.
‘Suuum! Gayyyt!
Sum! Geri gel!’
Sum, bir müddet sonra gözden kayboluyor.
Ceylan arkasından bağrını başını yoluyor ama Sum bir daha geri gelmiyor.
Ardı sıra Ceylan da atıyor kendini serin sulara…
Birbirini seven iki insan, aşklarının akşamında kayboluyorlar efsane gölde.
O günden sonra şehrin adı Sumgayit oluyor.
Göl de Ceyranbatan adını alıyor.”
Azer’in anlattığı bu hikâye karşısında hepimiz duygulanıyoruz.
Bir köşede yalnız başına oturan ve adının Sevcan olduğunu öğrendiğimiz genç kadının gözlerinin taşkın pınarlar gibi dolduğunu görüyoruz.
Orta boylu, ince ve zarif kadının yüzünde kısa süren bir mutluluğun güzelleştirdiği acıların gölgeleri geziniyor.
Yavrusunu kaybetmiş yaralı bir ceylan gibi yüreğinin titrediğini fark ediyoruz.
Yarasının taze olduğu anlaşılıyor ama sormaya cesaret edemiyoruz.
Gözler ona çevrilince o bizden daha metanetli davranıyor ve başlıyor bilcümle hikayesini anlatmaya;
“15 Temmuz sonrası Zambiya’ya Gülcan Ablamların yanına gittim. Anne- babamı yeni kaybetmiştim.
Ablam ve Yusuf Eniştem oradaki Türk okullarında çalışıyorlardı.
Bana Metin adında bir gençten söz ettiler.
‘Metin ahlaklı, mübarek birisi.’ dediler.
Mübarek birisini istemiyordum. Onunla yapamayacağımı düşünüyordum.
Her insanın iyiliği kendinedir, evlenince değişir diye düşünüyordum.
Beni ikna ettiler.
Evlilik kararı aldığımızda Metin beni karşısına aldı. Binlerce baharın çağladığı o güzel gözleriyle gözlerimin içine bakarak, ‘Sevcan’ dedi ‘Benim dünya adına hiçbir şeyim yok ama sana sevgi, saygıyı, mutluluğu ve huzuru fazlasıyla veririm. Eğer böyle kabul edeceksen bu yola girelim. Benim ailem iflas etti. Maddi durumları yok. Olsaydı dahi istemezdim. Rabbimden başka kimseye minnet etmem.’
‘Metin’ dedim ‘Anne babam öldükten sonra dünya malının ne kadar kıymetsiz olduğunu anladım. İnsan bir parça ekmekle de doyar.’
Metin’i daha ilk gördüğümde çok sevmiştim. İçindeki güzellik ve sahicilik simasına vurmuştu.
Metin annesini, babasını düğüne çağırmadı.
Sorduğumda, ‘Senin annen, baban yok. Benimkiler gelirse sen üzülürsün.’ dedi.
Onunla evlendikten sonra Rabbim bereketini yağdırdı üzerimize. Bir anda her şeyimiz oldu.
Metin ince düşünceli, çok zarif bir insandı.
Benim yanımda hiç anne, baba demezdi.
‘Metin, niye “bizimkiler” diyorsun? Anne, baba demiyorsun?’
‘Sen üzülürsün.’
‘Bu kadar iyi olmak zorunda mısın?’ derdim.
Bir bayram günü kocası vefat etmiş bir arkadaşıma gitmiştik. Orada çocukları ile bir başka aile daha vardı.
Bir ara babası çocuğunu kucağına alıp okşadı.
Eve gelince ‘Neden insanlar ince düşünceli olmuyorlar? Sevcan, yetim çocuğun gözlerindeki hüznü görmeliydin. Sen fark etmedin. Çocuk evin arkasına gitti, orada ağladı, geldi. Yaraları çok ağır onların. Küçük yürekleri kaldıramıyor o yaraları.’
Metin eş oldu, kardeş oldu, arkadaş oldu, sırdaş oldu. Yar oldu, yaran oldu.
Metin, Azerbaycan Devlet Üniversitesi Uluslararası İktisat Bölümü mezunu idi.
‘Sevcan, olur mu? Bir insan yüzünden Hizmet’e kızılır mı?’ derdi.
O dokunduğu her şeyi güzelleştiriyordu.
O benim hayatıma girmeden önce ben sıradan bir insandım. Ama o bana çok iyi geldi. Huylarımı güzelleşirdi. Bir dava insanı oldum. Bir davanın yüceliğinde buldum kendimi.
Vefalı biriydi. İlkokul öğretmenini arar, hal hatır sorardı.
Her konuyu istişare ederdi.
Yardımseverdi. Onun Hizmet aşkı çok kuvvetli idi.
‘Sevcan, Hizmet için benden asla izin alma.’ derdi. Hizmet söz konusu olunca onda her şey dururdu. Hep, en önde koşardı. Hiçbir zaman görmedim kendini geri tuttuğunu.
Anne, babası ve kardeşleri her şeyi ona sorardı.
Kız kardeşleriyle ayrı bir muhabbetleri vardı. Kız çocuklarını çok severdi. Annesi anlatırdı, Metin hep farklı bir çocukmuş. Küçük yaşta evdeki yemeği komşulara götürürmüş. Elindeki parayı hep durumu olmayan çocuklara verirmiş. Hasılat zamanı geldiğinde annesini arar, ‘Anne bu yılki üzümlerin hasılatını muavenete verelim.’ dermiş.
Üniversite yıllarında daha 20 yaşındayken, tıpkı Hz. Yusuf(as) gibi bir olayla imtihan olmuş. İffetli bir genç olarak kendini korumuş.
Her daim tebessüm ederdi.
Rabbim sanki ondaki bütün sinirleri almış, sadece merhamet bırakmıştı.
‘Metin, sen gerçekten insan mısın? İnsan olmayacak kadar güzelsin. Sen bir meleksin.’ diyordum.
‘Metin, bu kadar iyi olma.’ diyordum.
‘Sevcan, üç günlük bir dünya için değer mi insanları kırmaya?’ diyordu.
‘Bütün erkekler senin gibi olsa, kadınlar üzülmese.’
Hiçbir gelin benim kadar yükseklerde uçmamıştır.
‘Bana sen, Allah’ın emanetisin.’ derdi.
‘Rabbim bana sorduğunda, Rabbim emanetine gözüm gibi baktım, diyeceğim. Sen bana emanetsin. Şimdi ahirete gitmiş olan annen, baban ‘Kızıma nasıl baktın?’ dediklerinde, ‘Ona gözüm gibi baktım.’ diyeceğim.’
Ondaki iman aşkına imrenirdim.
Kıskanırdım onu.
‘Keşke ben de senin gibi olsam olabilsem.’ derdim.
‘Metin, keşke seni çoğaltabilsem. Herkes senin gibi olsa.’
Zambiya’da aydınlatma işine başladı.
Çalışanların emeklerine ve hakkına çok dikkat ederdi.
‘İşçinin emeğinden para kazanmak olmaz.’ derdi.
Onun çalışanları, ‘Patron, keşke herkes senin gibi olsa.’ derlerdi.
Çinli bir müşterisi ‘Metin, sen gerçekten insan mısın? Ben, senin gibi bir tüccar tanımıyorum.’ derdi.
Metin, evde çocuklaşan biri olurdu.
Zambiya’da okulumuz elimizden alındıktan sonra Türklerin iadesi istenildi.
Biz de Metin’le BM marifetiyle İsveç’e geldik.
Buraya geldiğimiz için çok üzüldük.
İkimiz de Zambiya’yı çok seviyorduk. Orası bizim vatanımızdı. Isınamadı buralara. Metin Afrika’ya aşıktı. Hep dönme hayalleri kuruyorduk.
Metin eşi hapiste bir ablaya yardım ediyordu. Bir keresinde gönderemedi, oturdu ağladı.
‘Metin, ağlama!’ dedim. ‘Senin ıstırabın, senin gözyaşların o parayı getirecek.’
Ertesi gün o para geldi ve gönderdi.
‘Sevcan, bana bir şey olursa sen davamızı devam ettir, yapılması gerekenleri yap.’ derdi.
‘Ben nerede ölürsem oraya defnedin. Ben sahabe gibi olmak istiyorum. Onlar da öyle yapmışlar. Gittikleri diyarlarda bir tohum gibi toprağa düşmüşler.’
Rüyalarında, hayallerinde hep öteler tülleniyordu. Mübarek zatları görüyordu.
2022 kışında akrabalarımızı ziyaret için Almanya’ya gitmiştik.
Sabah dönüş uçağımız vardı.
Cuma gecesi teheccüt vaktiydi.
Ben uyandım o uyanamadı. Onu uyandıramadım.
‘Ya Rab, geri ver onu. Ben onsuz yapamam.’ diye feryat ettim.
Olmadı, bir daha açmadı gözlerini.
‘Metin, ne olur geri gel! Metin, ne olur geri gel!’ diye yalvardımsa da gelmedi.
‘Sarılıp ağlama boynuma
Ayrılık vakti’ der gibiydi.
Daha 33 yaşındaydı.
Metin’le hepi-topu üç buçuk yıl evli kaldık.
Bana cennet gibi bir hayat yaşattı.
Yıkanırken Metin’im gülümsüyordu. Sanki gittiği yolun aşinası gibiydi.
‘Metin, sen ne görüyorsun da böyle gülüyorsun?’ dedim.
Cevap vermedi.
‘Bu dünyadaki en güzel şey nedir?’ diye sorsalar, ‘Rabbine giderkenki Metin’imin o son gülüşü.’ derim.
Gurbette, dünyanın kalbine bir çukur açar gibi bir mezar açtılar ve kalbimi oraya koydular.
İnsan sevdiği kişiyi kaybedince herkes gitmiş gibi hissediyor kendini.
Yere göğe sığdıramadığım sevdiğim bir ‘Hoşça kal’ı bile çok gördü bana.
‘Bitti.’ demedi. ‘Hoşça kal.’ demedi. ‘Elveda!’ da demedi… ‘Allah’a emanet ol!’ hiç demedi. Helallik bile istemedi. Gitti.
Sadece gitti…
Hayatımın tadını, tuzunu aldı ve gitti
Yine bahar geldi ama benim içimde fırtınalar kopuyor. Çok acı çekiyorum, çok özlüyorum onu..
Metinsiz bir hayat ağır geliyor bana.
Yalnız yola devam etmek çok zor.
Rabbim, Sana şükrediyorum…
Metin’i nasip ettiğin için…
Rabbim, Sana dua ediyorum…
‘Orada, ayrılık verme!’
Ölüm güzel, Metin orada iken.
Geçen gün İsveçli bir komşumuz;
‘Sevcan, Metin cennete gitti.’ dedi.
Rüyalarımda o var. Yine o güzel günlerdeki gibi birlikte yürüyoruz yolları.
Hocaefendi ile görüyorum. Büyük insanlarla oturup sohbet ederken görüyorum.
Geçen gün bahçede Gülcan Ablamla otururken bir kelebek geldi, koluma kondu.
Çırpınıyordu.
On dakika gözlerini gözlerime dikti. O Metin’di. Kesin Metin’di. Beni teselli için gelmişti.”
Sevcan Hanım hem konuşuyor hem de gözünde, gönlünde ne varsa döküyordu.
Salondaki herkes ağlıyordu. Nice zamandır bu kadar çok ağladığımı hatırlamıyorum.
Eğer gözyaşları bir insanı geri getirseydi Metin mutlaka kapıdan içeri girer, gelirdi.
Birbirini seven iki insanın kavuşması ne kadar güzelse ayrılıklarının da o kadar acı olduğunu bir kere daha anladım.
Gece ilerlemişti. Kalktık.
Bizi uğurlarken Sevcan Hanım’ın fısıltı halinde dudaklarından dökülenleri duydum;
Sitemizi kullanmaya devam
ederek çerezleri kullanmamıza izin vermiş oluyorsunuz.
Detaylı bilgi almak için Çerez Politikasını ve Gizlilik Politikasını inceleyebilirsiniz.