Kuzey kutbunda gurup vakti…
Pencereden sızan kış güneşinin ölgün ışıkları siyahı silinmiş saçlarımı okşuyor. Yan taraftan makine homurtuları geliyor. Önce köftelere form veren maharetli makinenin sesi sonra da, duygulu bir insan gibi nefesini içine çeken uzun bir süre tuttuktan sonra ansızın bırakan vakum makinesinin sesi duyuluyor.
Makinelerin sesi tatlı bir melodi oluşturuyor.
Çalışanlar makinelerle maratondalar. Gün boyunca süren emek, yorgunluk, elle tutulan, gözle görülen bir berekete dönüşüyor.
Halil İbrahim bereketine inanan birisi sevgi ve telaşla eğiliyor paketlerin üzerine, sanki evladını kucaklar gibi bir bir alıyor eline ve itina ile giydiriyor gömleklerini.
Sonra sıra sıra diziyor kolilere. Emek pakete, paket palete dönüşüyor.
Derken hava birden bozuyor.
Az sonra da tırısa kalkan atlar gibi yağmurun ayak sesleri duyuluyor. Yağmurun sesi, makinelerin sesine karışıyor.
Sesler bir birine karışıyor.
Kuzey kutbunda gün batıyor. Ezan sesleri duyulmasa da her bir şey bir günün daha son bulduğunu haykırıyor.
Makine gürültüleri, yağmur şıpıltıları arasında namaza duruyoruz.
Tatlı bir ritimle bir biri içinde eriyor sesler.
Dünya ile ukba dudak dudağa geliyor.
Her şeyin bir birine elveda diyerek ayrılık türküleri çağırdığı ve bin bir vaveyla ile inkisarını dile getirmek istediği böyle bir hengâmda duyulan Kur’an sesleri bize gurubun içinde yeni bir fecrin haberini veriyor.
Her şeyin bittiği anda yeniden diriliş, Mirac’a yükseliş, Rabbin huzuruna gidiş…
Bir teselli bin ümit…
Yerde teselli tükenince göklerden gelen bir ses…
Miraç, “herkese ve her şeye bedel ben varım” deyiş.
Yiğitlerden yiğit amca ölse de, sadık eş sonsuzluğa yürüse de gam değil.
Gün batsa da akşam olsa da, her bir varlık kendince veda şarkıları söylese de…
Nice yiğitler, nice eceler guruba baka baka yaşlansa da, hayatımızda namaz varsa gam değil.
Güne bakan çiçeği gibi sabah akşam yüzümüz hep Allah’a dönüktür.
“Namaz gözümün nurudur.” Diyordu Peygamberimiz. Diyordu ama dünya işleri gözümüzü kör etmişti.
O akşam topluca kıldığımız namazın arkasından iki kişi kalktı ve uzun uzun namaz kıldılar. Merak ettim ne kıldıklarını. Meğer gündüz iş yoğunluğundan namazlarını kılamamışlar.
Rabbimden utandım.
Ya Rabbi yakınımızdaki insanlarda rızık peşinde koşarken, makinelerinin çelik çarkları arasında ruhları pestile dönerse. Nasıl olacak bu iş.
Uhud’da dişi kırılan yanağı yarılan yetmiş seçkin sahabisi şehit olan Peygamber “Allah’ım bilmiyorlar affet” diyor.
Aynı peygamber Hendek Harbi’nde müdafaa hatlarına yapılana aralıksız hücumlar karşısında öğle ve ikindi namazları kazaya kalınca
“Allah’ım namazlarımızı kazaya bıraktırdılar kabirlerini ateşle doldur” Diyor.
Zaten gurbetlerde yaşıyoruz.
O’ndan da gurbette olmak neyin nesi. Bu topraklarda çürümek için mi geldik bu diyarlara.
Hani kandil kandil aydınlatmaktı muradımız kutupları.
Kabul edilmek için önce kabullenmek gerekir.
Uşak’taki yeni dirilişin bestekârlarından Sezai Postacı abimiz anlatmıştı.
Haydar Hatipoğlu Hoca Uşak’ta müftü idi. Sabah namazlarını Ulu Cami’de kılardı. Varlıklı iş adamlarını da davet ederdi. Bir gün Nihat Dülgeroğlu namaza gelmedi. Ertesi gün sabah sordu,
“Dün neredeydin?”
“Evde kıldım hocam”
“Sabah namazına gelmemekle neyi kaybettiğini bilseydin, onu kazanmak için bütün servetini feda ederdin”
Namaz ciddi bir meseledir onun için canlar feda edilir.
Namaz Allah’la buluşmak, konuşmaktır.
Kâinat mescidinde yapılan en değerli davranıştır.
Namaz yerdeki meleklerle gökteki meleklerin birlikte saf tutmasıdır.
Namaz gurbettekilerle, mahpushanenin taş duvarları arasındaki mazlumların omuz omuza olmasıdır.
Namaz müminin şerefidir.
Günümüzde namaz kahramanlarına ihtiyaç var.
Çocuklarımıza, torunlarımıza bırakacağımız en esaslı miras namazdır.
Onun için Cemil Tokpınar Hocamız gibi insanların ülke ülke dolaşarak elindeki görseller eşliğinde namazın derinliğini anlatmalı.
Peygamberimiz, bir cuma hutbesinde kervana koşanlar için…
“Muhammed’in canı elinde bulunduran Allah hakkı için eğer hepiniz gitmiş olsaydınız vadiyi ateş seli doldurur, sizi götürürdü.’’ Başka bir rivayette ‘’o kalanlar olmasaydı üzerinize gökten ateş yağardı.”
Hazreti Ömer son nefesinde “ah namaz ah namaz” diye diye gitti.
Hazreti Aişe annemiz anlatıyor…
“Bir gece Allah Rasulü benim yanımdaydı.”
“Ya Aişe bana müsaade et Rabbime ibadet edeyim.” Dedi.
“Ben ‘vallahi yanımda olmanı isterim ama kulluk etmeni daha çok isterim.” Dedim.
Bunun üzerine kalktı duvarda asılı duran kırbadan abdest aldı ve namaza durdu. Namazda sakalı ıslanıncaya kadar ağladı. Secdeye vardı ağladı, gözyaşları ile ıslandı. Sonra yan tarafına dayandı ve ağlamaya devam etti. Sabah oldu. Yanına Bilal geldi. Sabah namazının girdiğini bildirdi. Ve ‘ya Rasulallah namaz vaktidir’ dedi.
Bilal, Allah Rasulünün ağladığını görünce ‘’Ya Rasulallah neden ağlıyorsun Allah senin geçmiş ve gelecek günahlarını affetmedi mi?’’
Peygamberimiz, Hazreti Bilal’e o gece inen ayetleri okudu.
“Göklerin ve yerin yaratılışında, gece ile gündüzün farklı oluşunda aklıselim sahipleri için elbette ibretler vardır. Onlar ayakta dururken, otururken, yatarken hep Allah’ı anarlar; göklerin ve yerin yaratılışını düşünürler: "Rabbimiz! Sen bunu boş yere yaratmadın, seni tenzih ve takdis ederiz. Bizi cehennem azabından koru!” Ali İmran: 190/191
Sonra da ‘bu ayetleri okuyup da bunlar üzerinde düşünmeyenlere yazıklar olsun.’ Dedi.
Allah Rasulü, öyle kıyamda durudur ki sorma gitsin öyle rükûa varırdı ki sorma gitsin… Peygamberimiz namaz kılarken değirmen taşı gibi ya da bir tencerenin kaynaması gibi ses çıkarırdı.”
Kuzey kutbunda gurup vakti…
Ezan duyulmuyor bu diyarlarda.
Makine sesleri duyuluyor. Rahmet damlaları camların yanaklarından süzülüyor.
Barla dağlarındaki garibin sesi uğulduyor kulaklarımda…
Sıcağın bağrında, traveslerin ağır yağ kokusu arasında tren yolunda çalışan işçilere söylediği söz;
“Kardeşlerim! Siz farz namazlarınızı kılsanız o vakit sair saatler de ibadet hükmüne geçer”