Tarih meyveli bir ağaç gibidir. Her dalında ayrı türden meyveler sunar. İlim dalında Ebu Hanifeleri, Matüridileri, Birunileri, Uluğbeyleri, Buharileri, Taberileri… görürüz.
Velayet dalında Abdülkadir Geylaniler, Cüneyd-i Bağdadiler, İmam-ı Rabbaniler… görünür. Düşünce dalında Farabiler, İbn Sinalar… arz-ı endam eder.
Siyaset dalında Ömer b. Abdülaziz, Harun Reşit, Kanuniler… boy gösterir. Devleti, kendi halkına zulüm aracı olarak kullananların dalında ise en acı meyve olarak Yezitler, Haccac-ı Zalimler durur.
Kim zamanının hakkını vermiş, insanlığa fayda sağlayacak işler yapmış ve kabul görmüş ise onlar tatlı ve alımlı meyveler gibi, kim de fesat çıkarıp, can yakmış ise onlar da acı ve tiksinti veren ibret alınacak çürük meyveler gibi tarih ağacının dallarından sunulur gelecek nesillere. Böylece onlar hakkını verdikleri konuda bilinir ve dünya durdukça eserleriyle yaşamaya devam ederler. Aslında her bir meyvenin etrafında sureten onlara benzeyen milyonlarca insan vardır. Ne ki, tarih onları adamdan saymaz.
İnsan, zamanını idrak edip, hakkını vermelidir ki, gerçekten yaşamış olsun.
Bizler yeni bir oluşum döneminin çocuklarıyız. Bu dönemin temel taşlarını yirminci yüzyılın ilk yarısında İslam, Batı ve Milliyet esaslı olmak üzere üç farklı cenahtan döşediler. Devlet Batıyı ve Milliyetin ırk tarafını aldı. İslam ve Milliyetin kültür tarafı ise halk arasında etkisini arttırarak ilerledi.
Bizler bu mücadelenin içinde doğduk. Batı, Kemalizm urbasını giydi ve zaman içinde çağdaşlık elbisesine büründü. Çağdaş devlet, İslam ve milli kültürü aşırılık olarak adlandırıp, “iç düşman” kategorisine aldı. Aklımız ermeye başladığı günden beri -hiç de öyle olmadığımız halde- devlet düşmanı muamelesi gördük. Şimdi ise devletin -teröre kökten karşı olduğumuz halde- terörist ilan ettikleri arasındayız.
Garip olan şu ki, devletin başında Müslüman mahallesinde doğup-büyümüş kişiler var. Bu kişiler devletin “iç düşman üretme” alışkanlığını devralıp, düşmanını kendi mahallesinden ürettiler. Söylemler dost, eylemler ise en azılı düşmanın yapmakta zorlanacağı türden gaddarlıkla dolu…
O yüzden Müslüman mahallenin sakinleri derin bir şok yaşıyor. “Çağdaşlar” ile milli manevi değerlere sahip kimseler arasında, devlet üzerinden devam eden soğuk savaş, yine devlet üzerinden Müslüman mahallenin iç savaşına dönüştü. Milli-manevi değerler alt üst oldu. İnsanlar ise perişan…
Yani Üstat Necip Fazıl’ın deyimiyle, “Akıl olmazların zoru içinde / Üstüste sorular soru içinde.”
Bu anlaşılması zor durumun etkisiyle, bazıları tarih ağacını gösteriyor ve diyor ki: Bak! Bu ağacın meyvelerinin hepsi aslında Haccac gibi acıymış. Bize tatlı olarak anlatmışlar; biz de aldanmışız!
Bazıları ise neredeyse Haccac’ı bile evliya yapacak kadar savunmacı davranıyor. Halbuki her zaman iyiler de vardı, kötüler de… Bazı zamanlarda iyiler çoktu ve o çokluk içinde kötüler kayda değmiyordu.O dönemler iyi olarak görülüyor ve altın çağ olarak adlandırılıyordu. O çağın iyileri de altın nesiller olarak örnek gösteriliyordu. Bazı zamanlarda ise kötüler çoktu ve iyiler görünmüyordu.
Şimdi tam bir yol ayrımına gelindi.
Yaşananlardan dolayı hislerimiz kırılıyor ve aklımızı baskı altına alıyor olabilir. Baskı altındaki akıl kırılgan yorumlamalar yapabilir. Ama biraz soğuk kanlı davranıp, resme iki adım geriye çekilerek bakarsak şunu da görebiliriz:
Batı, İslam ve Milliyet olmak üzere üç ayrı açıdan gelişen üç ayrı akım, yeniden ikiye ayrıldı. Eski dönemde Batı ve Milliyetin ırk kısmı alınmış, Kemalizm olarak devlet ideolojisi yapılmıştı. Buna göre İslam ve milliyetin kültür tarafında kalanlar “gerici, mürteci” kısaca devletin mücadele etmek zorunda olduğu “iç düşmanları” idi. Şimdi ise İslam’ın çağa uymayacak bir kullanımını temsil edenler ile Kemalizm’in çağa uymayan tutucu kanadı ve Milliyetin ırkçılık yoğunluklu kanadı bir araya geldi.
Erdoğan, Bahçeli ve Perinçek’in şahsında vücut bulan bu üç kanat, devletin şimdi yeni sahibi ve -adı konmamış olsa da- Erdoğanizm devletin yeni ideolojisi. Erdoğan her ne kadar İslami argümanları yoğun olarak kullansa da Erdoğanizmin genetiği, Bahçeli ve Perinçek Kemalizminin klonlanmış halinden ibaret. İslamla alakasını kurabilimek çok zor. Erdoğan devleti de İstiklal Mahkemeleri ile halkı sindirip, adam etmeye çalışan devletin, birebir kopyasından başka bir şey değil.
Erdoğanizmin karşısında Kemalizmin çağa daha uyumlu olabilecek hali Kılıçdaroğlu, Milliyetin daha manevi tarafı Akşener tarafından temsil ediliyor. İslam’ı ise Karamollaoğlu, Babacan veya Davutoğlu çağa uygun şekilde siyasete ne kadar taşıyabilir belli değil. Fakat Erdoğanizmin unsurlarının ortak hedefinde tartışmasız olarak Gülen Hareketi var. Tıpkı tek parti döneminde Kemalizmin irtica olarak gördüğü kesimler arasında Nur Hareketinin özel bir yerinin olduğu gibi. Gülen Hareketi mensupları, dünyanın her tarafında ve özellikle Batı’da ve farklı din mensupları da dahil olmak üzere medeni toplumlarla Müslüman olarak çok güzel diyaloglar kurabilmesi ile meşhur.
Yani geçen asırın üç tarzı siyasetin çekirdekleri çatladı. Şimdi düşman konseptini aşıp, çağdaş, müslüman ve milli kültürümüze küresel açılım kazandırabilecek bir senteze ulaşabilmenin imkanları doğmaya başladı.
Ve tarih ağacı bu imkanı değerlendirmek üzere zamanının hakkını verenleri yükseltecek. Ebu Hanife, Matüridi, Uluğbey gibi gayretler ortaya koyanları ayırmaya başlayacak. Toplumu geren, acı çektirenler Haccaclar gibi çürüğe ayrılacak.
Gelecek asrın insanları tarih ağacına baktıkları zaman geçmişini inkar edenleri göremeyecek. Kendisini gösterebilmek için tarihindeki parlak şahsiyetleri karalayanları göremeyecek. Müspet ve çağa uygun mücadele vererek bağlı bulunduğu dala yeni sürgünler verdirenleri parlak birer meyve olarak tanıyacak.
Tarihte yaşadığımız türden kaos dönemleri çok yaşanmış. Zati değeri olanlar bütün bu kaosların arkasından saygıyla anılmaya devam etmiş. Ebu Hanifeye, Ahmet b. Hanbel’e işkence edenleri tanıyan var mı şimdi?
Hasılı zaman, tarihin omuzlarımıza koyduğu mirası, çağımızın insanına ulaştırmak üzere çılgınca çalışma zamanı. Kur’an’da hedef gösterildiği gibi Ebu Hanifeler, İmam Rabbaniler ile yarışma ve geride bırakacağımız eserler ile bu velut kaynağın gücünü gelecek nesillere ispat etme zamanı. Zaman denilen tarlanın, bu gayretleri gelecek kuşakların harmanına nefis meyveler olarak taşıyacağından emin olabiliriz. Zira “İnsan ne için çalışıp-çabalamışsa onun sonucunu mutlaka görür.” (Kur’an, 53/39)