Süha, Ahmet Ümit’in “Bir Ses Böler Geceyi” romanındaki komünist gençtir. 12 Eylül 1980 öncesindeki sağ-sol çatışmalarında aktif görev almış idealistlerden biridir. Emperyalizmin sömürüye dayalı sistemine karşıdır. Katıldığı eylemler sayesinde halkın bilinçleneceği ve kurulu düzenin yıkılacağına inancı tamdır.
Bazı farklılıklarla beraber Hizmet Hareketi mensupları da Süha gibi düşünür. Aradaki fark bir tarafın şiddet, diğer tarafın sevgi ve şefkati merkeze alan çalışmalarıdır. Hizmet Hareketi müntesiplerinin tek amacı “Allah rızası”, yapılan faaliyetler de bu uğurda birer araçtır.
Ne yazık ki, bunu anlamayan veya anlamak istemeyenler eskiden de vardı, bugünlerde de var. Bugünküler münafık postu giydiğinden Hizmet üzerinden İslam’a verdikleri zararın hesabını şimdilik hesap etmek mümkün değil.
Darbe sonrasında hapse girip işkence gören birçok arkadaşı itirafçı/iftiracı olmasına rağmen Süha yerinde sabitkadem durur. Tıpkı günümüzde Hizmet Hareketi mensuplarının kahir ekseriyeti gibi… Zira Hizmet’e gönül verenler, geçici dünya hayatının zevklerinden ziyade Adil-i Mutlak’ın kendilerine hazırladığı şeylere taliptir. Hedef böyle büyük olunca da parola “ölmek var, dönmek yok” şeklinde kendiliğinden oluşmuştur.
Hapisten çıkan Süha, gördükleri karşısında şok geçirir. Arkadaşları, yapılmış olan darbeden sonra halkı emperyalizmin kıskacından kurtarma davasından vazgeçip kendi geleceklerini mamur etme derdine düşmüş ve geçmişte yaptıklarını “gençlik hevesi” olarak değerlendirmektedirler. Zaman içinde herkes, bir zamanlar şikâyetçi oldukları kompradorlar arasına girmişlerdir. Süha’nın hapiste yaşadıkları ve gördüğü işkenceler hiçbirinin umurunda değildir.
Gerekçeleri ne olursa olsun Hizmet içinde de ayağı sürçen arkadaşlarımız var. İnşaallah Ammar bin Yasir, Ka’b bin Malik ve benzerleri gibi gereğini yaparlar da tekrar bir arada oluruz. Ama daha şimdiden “gözlerinin açıldığını ve gerçekleri gördüklerini” söyleyenler var. Yani bir zamanlar “talebe, ev, burs, abone…” diyerek koşturanlar, çok rahat bir şekilde, kandırıldıklarını, kullanıldıklarını söyleyebiliyorlar.
Aklım almıyor ve anlamakta zorlanıyorum; Hizmet adına yapılan şeylerde Allah rızası ve sevaptan başka ne beklenir ki? Kimse kusura bakmasın, bunlardan başka beklentisi olanlar yanlış yerde duruyorlar. Yoksa o beklentiler gerçekleşmeyecek diye mi bu öfke?
Yok, öyle değil de, yazılan ve söylenenler Hizmet’in geleceği adına ve hizmetlerin devamı adına ise usul ve üslup bu mu olmalı? Bu kadar yıl Hizmet Hareketi içinde bulunduğu halde temel beslenme kaynaklarının ortaya koyduğu düsturları öğrenemeyen, benimsemeyenlere söylenecek tek şey var: Kur’an’ın emrini yerine getir; oku, düşün, fikret…
Benim gibi olan biteni anlamakta zorlanan Süha’ya bir arkadaşı durumu, “Bence onlarda hiçbir değişiklik yok. Eskiden de rüzgârın önündeki yaprak gibiydiler. Olaylar onları nereye götürürse sürükleniyorlardı. Şimdi de aynı. Sadece onları sürükleyen rüzgâr değişti.” şeklinde izah eder.
Daha düne kadar Hizmet’in programlarına ve faaliyetlerine katılıp “bizi kendinizden uzak görmeyin” diyenlerin veya araya birçok aracı koyup medyamızda boy gösterenlerin bugünkü tavırlarını görünce Süha’nın arkadaşlarının yaptıklarını normal karşılıyor insan… Evet, herkes karakterinin gereğini sergiliyor… Kimi esen rüzgâra göre ekin gibi sağa-sola savrulurken, kimi de onca yıpranmaya rağmen çınar ağacı gibi olduğu yerde dimdik ayakta… Anne-baba, kardeş, komşu, esnaf, akademisyen, siyasetçi, gazeteci, aydın hatta eş… Belirgin bir ayırım olmadan toplumun her kesimiyle…
İnsanoğlunun genel karakteri böyle olsa da bizler şimdiye kadar böyle bir tenkile maruz kalmadığımızdan anlamakta zorluk çekiyoruz maalesef. Hz. Yusuf’un kuyuya atılması, Bi’r-i Maune olayı, Kûfeliler’in Hz. Hüseyin’i çağırdıkları halde sahip çıkmamaları, “Millet-i Sâdıka” denen Ermenilerin Osmanlı’ya ihaneti, her iki kişiden birinin oyunu alan Adnan Menderes’in idamına kimsenin ses çıkarmaması gibi olayları biliyor olmamamıza rağmen bugün yaşananları anlamlandıramıyorsak suç bizde demektir. Şimdiye kadar yaptığımız okuma ve dinlemelerin hakkını vermemiş, gerekli analizleri yapıp, ders çıkarmamışız demektir.
Öyle bir dünyada yaşıyoruz ki, toprak gül bitirdiği gibi, yılanlara ev sahipliği de yapıyor. Hal böyle olunca bu topraktan beslenenler arasında kelepir peşinde koşanlar da olacak, inci-mercan avlama derdinde olanlar da... Dünyanın aldatıcılığı karşısında mum gibi eriyenler de olacak, onun dönüşünü değiştirmeye niyetli olanlar da… Gönül isterdi ki, rüzgârın önünde her tarafa savrulan bir yaprak veya akıntıya kapılıp sürüklenen bir saman çöpü olmayan bireyler olalım ama heyhat…
Bazı hadiseler de vardır ki, bunlar çok güçlü kaynaklar tarafından çıkarılıp yönlendiriliyordur. Bu yüzden onlara mukavemet etmek kolay değildir. Bunlara ister “derin devlet”, ister “İslam düşmanı”, ister “başkalarının emeline hizmet eden kuvvetler”, veya “her şeyi dünya olanlar” fark etmez. Onlar tarafından tutuşturulan ?tne ateşlerini söndürmek ve provokasyonlara engel olmak çok kolay değildir. Zira onlarda Allah korkusu olmadığından her melaneti işlerler.
Dünyada her şey sebep-sonuç bağlamında işlediğinden Hak yolda olsanız da zulümlere maruz kalabilir, hedefe doğru ilerlerken ihanetlere uğrayabilirsiniz. Sebeplere riayet, muvaffakiyetin rükünlerindendir ama tek başına bir şey ifade etmez; hele Allah’ın imtihanı söz konusu ise…
Evet, benden bu kadar… Biraz da söz sultanına kulak verelim…
***
Zannediyordum ki, şimdiye kadar bin defa hipnoz edilen insanımız, bir daha aynı oyuna gelmeyecek ve aynı hokkabazların iradesine teslim olmayacak!...
Zannediyordum ki, her an ölüm tehditleri altında, havarî gibi yola çıkan bu hasbîler topluluğu Hz. Mesih’e çarmıh hazırlayanlara asla iltihak etmeyecek. Servetler, şöhretler, makamlar, mansıplar onlara yol ve yön değiştirtmeyecek. Hep aynı şeyleri düşünecek, aynı şeylerin türküsünü söyleyecek ve aynı hayatı en ritmik şekilde yaşamaya gayret gösterecekler!...
Zannediyordum ki, mazlumun âhını dindirmek, zalimin soluklarını kesmek ve ilhad ateşini söndürmek için, Yaradan’a ahd ü peymânda bulunan bu kudsîler, gizli-açık asla zalime yahşî çekmeyecek, şahsî rahat ve sûrî saadeti için geçmişini küçümsemeyecek ve mazisinden kopmayacak!..
Zannediyorlar ki, şekil ve düşünce değiştirmekle, ebedî hasımlarına karşı şirin görünecekler! Bilmiyorlar ki, böyle yapmakla, ruhlarını ipotek ediyor, kalplerini söndürüyor ve bu hâlleriyle düşmanları karşısında daha çok maskara oluyorlar.
Toprağın sızıntıya, tohumun rüşeyme, balığın mercana ve yılanın zehire gebe olduğu bir bahar daha idrak ediyoruz. Bakalım kimler bahardan yana, kimler de kıştan yana çıkacak? Kimler kelepir kovalayacak, kimler mercan avlamak için en derin noktaları kollayacak? Kimler bir muhalif rüzgârla harman gibi savrulan mala mülke mağrur olacak ve kimler hem kendini hem de dünyaları aşarak sonsuzluğa erecek? Kimler dünyanın değiştiriciliği karşısında balmumu gibi eriyecek ve kimler bu devvâr u gaddarın dönüşünü değiştirecek...
Haydi, gün ola devran ola!..
HALİT EMRE YAMAN
@halitemreyaman2