Çocukluktan, gençlikten, ihtiyarlıktan, dünyadan, kabirden, berzahtan, haşirden ve sırattan geçen uzun hayat yolculuğumuzun dönüm noktasında...
Affıyla, mağfiretiyle ve her hikmetli işin yazılmasıyla baş tacı yapılmış kutsal bir gecenin varidat kapısındayız…
İyi ve kötünün hikayesinde… Sevgi ve düşmanlığın mücadelesinde… Şeytan ve insanın günümüzdeki bu son oyununda… bir kere daha yol ayrımında bulunuyoruz.
Doğumların, ölümlerin, rızıkların, zenginliklerin ve fakirliklerin…
Vefalı kulların, asi kulların… er oğlu erlerin ve münafıkların… tek tek Saidler veya Şakiler diye defterlere kaydedildiği bir yol ayrımı...
Bediüzzaman’ın:
‘Bir zaman iki kardeş beraber uzun bir seyahate çıkarlar. Gide gide önlerinde yol ikileşir. O yol ayrımında ciddi bir Adam görürler. O’na:
‘Hangi yo! iyidir?’ diye sorarlar. Adam da:
‘Sağ yolun kanuna ve düzene uyma mecburiyeti var. Fakat o külfet içinde bir emniyet ve saadet bulunur.
Sol yolda ise görünüşte bir serbestlik ve hürriyet, fakat o serbestlik içinde bir tehlike ve her türlü sıkıntı var. Şimdi seçme hakkı sizde!..’ dediği o yol ayrımındayız…
Doğru yolda, külfetli de olsa Allah’a doğru yürümek mi…yoksa dünyanın geçici heveslerine aldanıp da ebedi… sonsuz bir hayatı kaybetmek mi?!..
Daha fırsat varken hangi yolu takip ettiğimize, hangi bayrağı dalgalandırdığımıza iyi bakmanın kavşağındayız…
Allah’a hamd ü sena edelim ki, bizi zalimlerle aynı yola sokmadı.. kimimize iradi kiminize cebri hicreti lütfetti, kimimize de mahrumiyet ve mağduriyetleri bir arınma ve yükselme vesilesi kıldı.
Allah’a binlerce hamd ü senâ olsun ki, bilerek dünya hayatını âhiret hayatına tercih etmek suretiyle ebedî bir hayatı kaybetme bahtsızlığına/talihsizliğine Allah maruz bırakmadı.
Asr-ı Saadet’ten günümüze kadar uzayıp gelen Hizmet Yolu’nu bize lütfetti…
Efendimiz’in (sallallâhu aleyhi ve sellem) beyanları içerisinde ‘Arkadaşlarım!’ dediği o güzide ashabı, bu yolda garip olarak O’nun (sav) davasına sahip çıktılar. Bütün bir hayat boyu başlarını saran sevdalarıyla buhurdanlık gibi tütüp durdular. Canlarını, mallarını, her şeylerini feda ettiler. İşkencelere maruz kaldılar; evlerini, yurtlarını terk ettiler. Hep keder gördüler, dert yaşadılar. Ama ne hallerinden şikayet ettiler ne de kimseye dert yandılar.. İslâm dinini omuzlarında yükselttiler ve dünya onlara gülmeden çekip gittiler. Fakat, Yüce Allah’ın şu iltifatına mazhar oldular:
‘İslâm’da birinci dereceyi kazanan Muhacirler ve Ensar ile onlara güzelce tâbi olanlar yok mu? Allah onlardan razı, onlar da Allah’tan râzı oldular. Allah onlara içlerinden ırmaklar akan cennetler hazırladı. Onlar oralara devamlı kalmak üzere gireceklerdir. İşte en büyük mutluluk, en büyük başarı!’ (Tevbe, 9/100)
Bu yolu tercih edip her türlü sıkıntıya rağmen dine Hizmet edecek olan günümüzdeki gariplere de ‘Kardeşlerim!’ diye iltifatta bulunuyor Sallallâhu aleyhi ve sellem…
İşte Saidliğin veya Şakiliğin yolu önümüzde duruyor… irademizle yürüyeceğimiz yolu seçeceğimiz kutsal bir zaman dilimindeyiz…
Kader defterine insanların, Hâbiller-Kâbiller… Firavunlar, Nemrudlar… Ebu Cehiller…Abdullah İbni Selüller… Habib-i Neccarlar, Havariler… Er oğlu erler… diye nakşedildiği Beraat Gecesi‘nde…
‘O, öyle bir gecedir ki her hikmetli iş, tarafımızdan bir emir ile, o zaman yazılıp belirlenir.’ (Duhan Suresi, 2-4) buyrulan Kutsal gece…
Kendilerini Hak yolunda hizmete adamış bütün gönül dostları, bu mübarek Beraat Gecesi’ni ihya etmek için ciddi gayret göstermişler.
Yeniden bir doğum fırsatı görmüşler Beraat’i… istiğfar, tevbe ve inabeleriyle kalbî ve ruhî hayatın yepyeni iklimlerine ilk adımı bu gece atmışlar.
Bugün asıl kıblemizi bulmuş olmamız ise bizim için lütufların bir başka sağanak halinde yağması anlamında…
Hicret'ten önce Rasûl-ü Ekrem (sallallahu aleyhi ve sellem) Mekke'de namaz kılarken, Kâbe'yi önüne alarak Mescid-i Aksa'ya yöneliyordu.
Hicretten sonra Medine'de Mescid-i Aksa'ya yöneldiğinde Kâbe'nin arka tarafta kalmasından Rasûlullah (sallallahu aleyhi ve sellem) üzüntü duyuyor, kıblenin Kâbe'ye çevrilmesini içten arzu ediyordu. Zira, kendisinin ruh ikizi olan Kâbe’nin gerçek mahiyetini Efendimiz (sallallahu aleyhi ve sellem) Mirac’ta görmüştü.
Hicretten 16 ay kadar sonra, Şaban ayının 15'inci günü:
"Biz senin, yüzünü göğe doğru çevirdiğini elbette görüyoruz. İşte şimdi kesin olarak seni memnun olacağın kıbleye döndürüyoruz. Hemen yüzünü Mescid-i Harâm'a doğru çevir. (Ey mü'minler) siz de nerede olursanız, (namazda) yüzlerinizi, onun tarafına çeviriniz..." (Bakara Sûresi, 144) anlamındaki ayetiyle Efendimiz’in (sallallahu aleyhi ve sellem) bu arzusu gerçekleşiyordu.
Kıblenin değiştirilmesiyle kimlerin gerçekten Allah'ın Resulü'ne gönülden bağlı samimi müminler olduğu, kimlerin Müslüman görünmelerine rağmen münafık oldukları da ortaya çıkacaktı.
Tam da insanların kader defterlerine Said ya da Şakî diye ayrıldığı Beraat Gecesi’nin gündüzüne denk geliyordu bu hadise.
İşte, hem Kıblemizi bulmamız hem de bu umumî af ve rahmet gecesinde tevbe, istiğfar ve duaların kabul edileceğine dair Rabbimizin müjdesi, Varlığın Yaratılış Gâyesi
olan Peygamber Efendimiz’i (sallallahu aleyhi ve sellem) sevindirmiş, Beraat gecesine ayrı bir önem vererek değerlendirmesine vesile olmuştu.
Rasûl-ü Ekrem (sallallahu aleyhi ve sellem) Efendimiz bu mübarek gecenin ehemmiyetini şöyle ifade ediyor:
“Şaban ayının on beşinci gecesi olduğu zaman, geceyi ibadetle geçirin. Ve o gecenin gündüzünde (kandilden sonraki gün) oruç tutunuz. Çünkü o gece güneş battıktan sonra Allah Teâlâ rahmetiyle dünya semasına tecelli eder ve şöyle seslenir:
‘Benden mağfiret dileyen yok mu, onu affedeyim ve bağışlayayım. Rızık isteyen yok mu, onu rızıklandırayım. Başına bir musibet gelen yok mu, hemen sağlık ve afiyet vereyim.’ Böylece tan yerinin ağarmasına kadar bu şekilde devam eder.
Muhakkak ki, Allah Azze ve Celle Şaban’ın on beşinci gecesinde rahmetiyle yetişip her şeyi kuşatır. Bütün mahlûkatına mağfiret eder. Yalnızca müşrikler ve kalpleri düşmanlık hissiyle dolu olup insanlarla zıtlaşmaktan başka bir şey düşünmeyenler müstesna.
Yüce Allah bu gece bütün Müslümanlara mağfiret buyurur, ancak kâhin, sihirbaz yahut çok kin güden, ana babasını inciten yahut zinaya ısrarla devam eden müstesna.” (İbn-i Mâce, İkâme)
Bediüzzaman Hazretleri de bu gecenin değeri ve değerlendirilmesiyle ilgili şöyle buyuruyor:
“Beraat Gecesi, bütün senenin kutsî bir çekirdeği ve insanlığın kaderinin programı olması açısından, Kadir gecesi gibi mukaddestir. Kadir gecesinde her bir amelin, okunan Kur’an’ın her bir harfinin sevabı otuz bin olduğu gibi, Beraat gecesinde de yirmi bine kadar çıkar. Bu geceler, elli senelik bir ibadet hükmüne geçebilir. Onun için elden geldiği kadar Kur’ân’la, istiğfar ve salavatla meşgul olmak büyük bir kârdır.”
Peygamber Efendimiz’in Şaban ayına ve özellikle bu ayın içindeki Beraat gecesine ayrı bir önem vererek onu ihya ettiğine dair bir kısım rivayetleri göz önüne alan bazı âlimlerin bu geceyi namaz kılarak, Kur’ân okuyarak ve dua ederek geçirmenin çok büyük sevaba vesile olacağını söylediklerini hatırlatan muhterem Hocaefendi, bu geceye has bir ibadet olmamakla beraber kimi kaynaklarda Salâtü’l-Hayr/Hayır Namazı denilen yüz rekatlık bir namazdan bahsedildiğini ve kazaya kalmış onca namazlar da düşünülünce nafile ya da kaza kabilinden böyle bir namaz kılınabileceğini belirtiyor.
Bu umumî af ve rahmet gecesinde tevbe, istiğfar ve duaların kabul edileceğine değinen Hocamız, bilhassa külliyet kesbeden duanın kabule karin olacağını, aynı taleple çarpan yüreklerin sayısı arttıkça o niyazın Hak katında kabul olma ihtimalinin de artacağını ifade ediyor.
Bu mübarek gecede ülkemiz, ümmet-i Muhammed (aleyhissalatü vesselam) ve bütün insanlık için dua etmek gerektiğini vurguluyor.
Başta ülkemizin insanları olmak üzere bütün ümmet-i Muhammed’in (aleyhissalâtü vesselam) her türlü musibetten kurtulup selamete çıkması, maddî manevî sıkıntılardan sıyrılıp inşiraha kavuşması, şerirlerin oyunlarının bozulması, özellikle de inananlar arasında vifak, ittifak ve uhuvvet ruhunun canlanması ve kalblerimizin, akıllarımızın, fikirlerimizin, fiillerimizin fitneye, fesada bütün bütün kapalı olacak şekilde ıslah olması talebiyle el kaldırıp hep birlikte Rabbimizden dileyelim ve dilenelim.
Dünyanın neresinde olursa olsun haksızlığa maruz kalmış insanlara kalben alaka duymak, acılarını hissedebildiğimiz ölçüde paylaşmak ve elimizden geleni yapmak insanlık şuurunun gereğidir.
Rabbim, Beraat fermanını alıp Ramazan’a ulaşmayı hepimize nasip etsin!
Sitemizi kullanmaya devam
ederek çerezleri kullanmamıza izin vermiş oluyorsunuz.
Detaylı bilgi almak için Çerez Politikasını ve Gizlilik Politikasını inceleyebilirsiniz.