Medeniyetler Çatışması Ancak Hizmet’le Aşılabilir

Fikret Kaplan

Fikret Kaplan

18 Mar 2019 22:21
  • 1990 yılı Eylül ayında, ABD’nin dünya çapında üne sahip birkaç üniversitesinden biri olan Princeton Üniversitesi’nde Yakın Doğu Araştırmaları Bölümü Profesörü olan Oryantalist Bernard Lewis, Amerikan Atlantic Montly dergisinde, “Müslüman Öfkesinin Kökleri” başlığını taşıyan yazısıyla “medeniyetler çatışması” tezini ortaya atıyordu. Lewis, yazısında şu fikirlerini öne sürüyordu: “Müslümanlar; bizim Yahudi-Hristiyan mirasımıza, seküler değerlerimize ve bunların dünya ölçeğinde yayılmasına tarihi nitelikte bir reaksiyon göstermeye devam etmektedir.”

    Bernard Lewis’e göre, Batılı değerleri temsil eden Amerika, İslam dünyasında Vietnam ya da Küba benzeri bir olay yaşamamıştı, ama Batı’nın gözünde İslam giderek “terörist üreten bir çatışma dini” haline geliyordu. Böyle bir dinin ürettiği Müslüman tipi ise kavgacı ve intihar komandosu olmaya elverişli kişilerdi.
    Daha sonra, ABD’li siyaset bilimci Samuel Huntington’ın Foreign Affairs dergisinde yayımlanan “Bir Medeniyetler Çatışması mı?” (A Clash of Civilizations?) adlı makalesiyle de kaçınılmaz gibi görülen Doğu ve Batı kültürlerinin çatışması tezi daha popüler bir hal aldı.
    Samuel Huntington'un "Medeniyetler Çatışması" tezinin temelinde din vardı. "Medeniyetler çatışması" derken esasen dinlerin çatışmasından bahsediyordu.

    Zaman geçtikçe konjonktürün gereğine göre oryantalist incelemeler ona biçim verenlerin elinde siyasî bir hüviyete büründü. Bilim verileri olmanın çok ötesinde bir ideolojinin malzemeleri hâline geldi. Bu tetkikler neticesinde oryantalizm, alan araştırmasının dışına çıktı ve incelediği toplumu yönlendiren bir kimlik kazandı. Oryantalist düşünce kabaca başlangıçta fundamentalist din adamlarıyla ve tarihçilerle; ardından dil bilimcileri, sosyologlar, asker ve sivil siyasetçilerle; sonra da yazarlar ile sanat ve medya dalları tarafından geliştirildi; bu insanlar ve kurumlar Doğu'yu hiç görmemiş bireylere Doğu hakkında bilgiler sundu.

    Doğu; ilkel, tembel, zayıf ve pasaklı insanların yaşadığı, despot bir padişahın hüküm sürdüğü, egzotik yerlerden müteşekkil mutlak bir mekân iken; Batı çalışkan, sorgulayan, bağımsız fertlerin yaşadığı, demokratik rejimle yönetilen bir ortamdı. Oryantalistler, "Hıristiyanlık-Müslümanlık", "biz ve onlar" şeklinde bir yaklaşımdan hareket edince, kusur bulma da kaçınılmaz oldu. İşte bu yönlendirmeler, bugüne İslam’ın ve bütün alemlere Rahmet olarak gönderilen Sevgi Peygamberi’nin (sav) doğru anlaşılmasına hep mâni oldu.

    Batılı'larda İslam hakkında bir peşin fikirlilik oluştu. Fakat onları fikirleri ve kanaatlerinde teyit edecek hadiseler de Müslümanlar’ın hayatında sürekli cereyan etti. ‘Müslümanım’ diyenler İslam’ın ve Peygamber Efendimiz’in (sav) o pak imajını yaşamlarına kurban etmekten hiç çekinmediler. Bulundukları şartlara ve kendi hissiyatlarına göre, biraz da kendi çıkarlarına göre İslam'ı yorumladılar.

    Hele Türkiye'de son dönemlerde yaşanan hadiselerde bu husus zirve olarak görülebilir. Heva ve heves, İlahiyat'ın, doğru düşüncenin, doğru mülahazanın yerini almış gibi. İnsanlar kendi hissiyatlarını mantık zannediyorlar, muhakeme zannediyorlar ve ona din diyorlar.

    Gazete kupürleriyle ya da televizyon ekranlarıyla bu resmin kazındığı beyinler, daha en başta İslam hakkında birtakım peşin hükümlerle hareket etmektedir. Bu parçalanması zor önyargılar sebebiyle Doğu-Batı buluşmasından daha çok, gün geçtikçe yeniden yapılandırılan tartışmalarla bazı çıkar çevrelerinde ya da diyalogdan rahatsız olan gruplarda bir medeniyetler çatışması senaryosu tekrar edilip durmaktadır.

    Diğer taraftan, İslam hakkında oluşturulan ön yargılar, Batı toplumunda kullanılmaya elverişli radikal bazı insanların da iştahını kabartıyor. Kimi karikatürle, kimi filmle, kimi baskıyla ve kimi de Yeni Zelanda’daki gibi vahşi cinayetlere varacak kadar bir kinle içini döküyor. Terör estiriyor. Her iki medeniyette de bu radikal oluşumlar dünyayı ümitsizlik ve bedbinlikle sarsıyor. Zira, terör bütün dinlerde lanetlenmiştir. Terörün, eşkiyalığın dini, inancı olmaz. Birilerinin samimi ve doğru ağızdan bunları dünyaya acilen anlatması gerekiyor.

    “Kendisini yer yer İslamofobi, Antisemitism, Hristiyan düşmanlığı, yabancı düşmanlığı veya başka şekillerde gösteren problemin temelinde yatan ön yargı, korku ve nefret psikolojisi bir insanlık problemidir. Hangi anlayış veya inancın arkasına sığınılarak yapılırsa yapılsın, terör aslında vahşettir ve çözümü de insanlığın el ele vermesidir.”

    İşte, Yeni Zelanda’da yapılan saldırıyla daha iyi ve net anlaşılmaya başlandı ki Allah’ın bugün tohumlar gibi dünyanın dört bir yanına saçıp savurduğu hizmet gönüllülerine çok iş düşüyor. Bunda bir murad-ı İlahi var. İslam’ın sevgi, hoşgörü ve barışçı yüzünün yeniden ve doğru olarak dünyaya gösterilmesi gerekiyor. Korkunç bir radikalizm düşüncesine karşı çağı doğru okumak, problemleri çok iyi belirlemek ve ona göre reçeteler sunmak hayati bir önem arzediyor. Hizmet gönüllülerinin içinde bulundukları zamanı, toplumu, sosyal yapıları ve konjonktürü iyi değerlendirerek, isabetli teşhis ve reçeteler ortaya koymaları en önemli sorumluluklarından biri olarak önlerinde duruyor.

    Medenilere bir şey anlatma düşünülüyorsa, ilim yolunun, akıl yolunun, mantık yolunun, hizmet yolunun seçilmesi gerekiyor. Her şeyiyle hizmet yoluna bağlanıp, ihlasla O’nun rızası istikametinde hareket edenler şaşırmaz ve şaşırtmazlar. Kendilerine bakanları hayal kırıklığına uğratmazlar.

    İslam’ın o aydınlık çehresi o kadar karanlık gösterilmiş ki onu kendi aydınlığı ile gösterecek, yaşatacak insanlara çok ihtiyaç var. Evet, televizyon kameraları karşısında insanları öldürmekle, kesmekle kendilerini ifade etmeye çalışan, radikal, taşkın, vahşî ruhların, İslam’ın çehresini karartmasına ve diğer yanda ‘eğer yakalanmasaydım daha çok camide insan öldürecektim’ diyerek insanlığa zarar veren radikal ruhlara karşılık, İslamiyet’in sevgi, hoşgörü ve barışçı yüzünü gösterme, farzlar üstü farz bir görev olarak hizmet insanlarının omzuna konulmuş. Çünkü hem İslam hem de Hristiyan dünyasında korkunç bir radikalizm problemiyle sarsılıyor insanlık.

    Hizmet gönüllüleri her geçen gün büyüyen ve kanser haline gelen bu problem karşısında el ele, omuz omuza verip çözüm üretmek zorundalar. Artık, Müslümanlar olarak kendi problemleriyle yüzleşmekten onları alıkoyan komplo teorilerine sığınmaktan vazgeçip bir muhasebe yapmalılar. Aktif olarak hayatın içinde yer almalılar. İnsanlar, gerçek Müslüman profilini yaşayışıyla ortaya koyan temsiller görmeli. Cazibe merkezi haline gelmeli Hizmet sevdalıları. Cemiyetler, İslam’ı yanlış temsilden dolayı totaliter zihin yapılı grupların eline düşmemeli. Boşlukta olan kimselerin ümitsizliğe düşmesine ve farklı arayışlara girmesine fırsat verilmemeli. 

    Hizmet, farklı inançlara sahip insanlar arasında bir köprü kurulması ile daha barışçıl bir dünyanın imar edileceğine inanıyor. Uğrunda çabalanan diyalog atmosferi, münakaşa odaklı olmayan, dinleri birleştirme gibi reformist bir yaklaşım peşinde koşmayan, insanları değişik oyunlarla dinlerinden döndürme tarzı bir misyonerlik faaliyeti gütmeyen ama bütün bunların ötesinde "herkesi kendi konumunda kabul etmeyi" bir düstur olarak özümseyen bir mânâyı taşıyor.

    Polemiklerden ve politik hedeflerden uzak, sadece daha yaşanabilir bir ortam için atılan bu adımlar gelecek nesillere huzur verici bir iklim sunacaktır. Hizmetin tanımladığı mânâda bir diyalog ortamı oluşturulduğunda bu hava tahmin edilenden daha kısa bir sürede dünyayı etkisi altına alacaktır Allah’ın izin ve inayetiyle.

    Kur'ân-ı Kerîm ve Efendimiz'in (sallallahu aleyhi ve sellem) beyan ve davranışları çok açık bir şekilde insanlar arasında sulh dairesinde bir diyaloğu tavsiye etmektedir. Nitekim Kur'ân'da:
    "Zulmedenleri hâriç, ehl-i kitap ile en güzel olan şeklin dışında bir tarzda mücadele etmeyin ve onlara şöyle deyin: 'Biz, hem bize indirilen kitaba, hem size indirilen kitaba iman ettik. Bizim İlahımız da sizin İlahınız da bir ve aynı İlahtır ve biz O'na gönülden teslim olduk." (Ankebut Sûresi, 29/46) buyrulmaktadır.

    Kur'ân'la beraber onun prensiplerini, uygulamada tam mânâsıyla temsil eden İnsanlığın İftihar Tablosu (sallallahu aleyhi ve sellem) da Müslüman olan ve olmayanlar arasında bir diyalog tesisi bağlamında ümmetine, "Her kim, bir muâhide/zimmîye zulmederse veya onu gücünden fazlası ile yükümlü tutarsa, yahut hakkını kısarsa, ya da rızası olmadan kendisinden bir şey alırsa, onun hasmı benim. Kıyamet günü onunla hesaplaşacağım." (Ebu Davud, Haraç ve'l-İmare,33) ikazında bulunur ve mutlaka bir anlaşma ve adalet zemininin meydana getirilmesini emreder.

    Bu ve benzeri âyetler ve hadîslerle net olarak anlaşılıyor ki, İslâm, oryantalistlerin dinî terör ve şiddet söylemlerinin aksine, Müslüman dünya ile Müslüman olmayan dünya arasında, kavga ve düşmanlık hisleri ile körüklenen ötekileştirme niyetlerini değil ortak paydalar etrafında buluşmayı telkin etmektedir.

    İnsanlığın ortak dertlerini çözme adına birlikte hareket etmekten başka bir seçeneğin bulunmadığı bu ortamda inananlar arasında tesis edilecek bir diyalog ihtiyacı kendini her yerde hissettirmektedir. Diyalog süreci, tarihî arka plândaki önyargıları silerken, aynı zamanda hem akademik dünyada hem de günlük hayatta günümüzdeki İslâm algılamalarına daha rasyonel bir yön vermektedir. Fertler, karşılarında hayalî bir yabancı yerine kendisiyle iletişim kurulabilen reel bir olguyu görmeye başlamışlardır ve beklenti odur ki muhtemel vartalara rağmen bu yolda geriye dönük bir yürüyüş olmayacaktır.

    Hizmet, kültürler arası çatışma olacağına asla ihtimal vermiyor. İnsanların sevgi ve diyalog hâlinde çalışması ile kötü emellerin önüne geçilebileceğini vurguluyor.

    Allah'ın lütuf ve keremiyle şimdilerde başlayan ve bir ölçüde bütün dünyaya yayılma istidadı gösteren Hizmet sevdalıları, hoşgörü ve diyalog esintilerinin devamı için ellerinden geleni yapmaya çalışacak ve inşaallah ‘Medeniyetler Çatışması’ tahminlerinin yanlış olduğunu ortaya çıkaracaklardır. Zira, bu fedakarlıklar, sevgi ve hoşgörü meltemleri, öldürücü silahları, mekânize birlikleri ve daha başka pek çok olumsuzlukları alt edecek güçtedir. Plânı çok eskilere dayalı bu yepyeni mesajın toplumun her kesiminde ifade edilip sahneye konulması, günümüzün muhabbet fedailerine bir İlahî iltifattır. Bu açıdan da, hoşgörü ve diyalog en iyi bir şekilde temsil edilmeli ve bu konuda mutlaka bütün dünyaya örnek olunmalıdır. Çatışma değil, temelde aynı değerlere oturan İlâhî dinlerin, bu temeller etrafında bir araya gelmesine sebep olacak ve insanlık, kıyametten önce inşaallah yeni ve kutlu bir bahar daha yaşayacaktır.

    Son söz olarak, Yeni Zelanda’da iki camiye yapılan hain saldırıyı şiddetle tel’in ediyor ve saldırıda şehit düşen masumlara Cenab-ı Hakk’tan rahmet, yakınlarına sabr-ı cemil ve yaralılara da acil şifalar diliyorum.

    18 Mar 2019 22:21
    YAZARIN SON YAZILARI