Hüznüm Bir Yüreğin Karı Değil!

Fikret Kaplan

Fikret Kaplan

15 Eki 2020 10:29

  • Birkaç saattir uzun uzun bakıyorum ekrandaki resimlere… 
    Hislerimi dökmek istiyorum sözcüklere… 
    Ama olmuyor… Tarif etmeye yetmiyor…
    Aciz kalıyor kalem… Dökemiyor bu acıyı kalıplara.  
    İçteki hüzün daha bir büyüyor, şiddetleniyor. 
    Birkaç damla yaş akıyor gözlerden…
    Yetmiyor ama…akıyor… akıyor. 

    Bu hüzün karelerine bakar da nasıl yere geçmez ki insan!

    İşte, şiddetli zulümlere uğramış samimi bir insan daha duruyor önümüzde…
    Üç-beş kuruşluk dünya menfaatine satılmamış…
    Haksızlıklara boyun eğmemiş masum bir insan… 
    Oturuyor plastik bir sandalyede… başı arkaya düşmüş. 
    Ayaklarında hüznünü bütün çıplaklığıyla ortaya koyan terlikleri ile duruyor önümüzde… Fakat, ruhu çoktan uçup gitmiş… 

    ‘Ne yapıp ye'simi kahreyleyeyim bilmem ki?
    Öyle dehşetli muhîtimde dönen mâtem ki!’ MA

    Zindanın rutubetli duvarları arasında çırpınıp duran ruhu işkencelere daha fazla dayanamamış…Beden kafesinden çıkıp gitmiş… 

    Dört yıldır çektiği sıkıntılar…
    Soğuk duvarların yuttuğu duygular…
    İnlemeler…
    Özlemler…
    Hasretler…
    Kirpiklerden eksik olmayan damlalar… 
    Gecelerine hüzünle eklediği gündüzler… Büyük Mahkeme’nin şahitleri olarak kalmış bedeninde. 

    Aylarca kimse bahsetmemiş bu masumdan… Haberlere, yazılara, şiirlere konu olmamış… 
    Kimse o hisli şarkılara da almamış bu güzel insanı… ve onun gibi daha binlercesini… 
    ‘Duyduğum kadar suçu iyilik yapmakmış!’ diyen bir Allah’ın kulu da çıkmamış…  

    İşte orada öylece duruyor Kur’an’ı. Tam bir hüzün hissediliyor onda. Yanaklarından süzülen gözyaşlarını kim bilir kaz defa dökmüş bu kitaba… 
    Hüzün ve Kur’an… tam dört yılın her anında birbirini tamamlayan iki kelime… 
    Sanki "Kur'ân hüzünle nazil oldu, onu okurken ağlayınız…" (İbn Mâce, İkametüssalah,176) sözleri vücut bulmuş bu masum insanla…  

     Bitiyor mu yürek yakan kareler… 

    ‘Müslümanlıkları bîçârelerin öyle büyük
    Bir cinâyet ki: Cezâlar ona nisbetle küçük!’ MA

    İşte, beton zemin üstünde bir sünger…
    Bileklerine kelepçe vurulmuş bu suçsuz insanın yatağı serilmiş duruyor nemli mahzende… 

    Duvarlarından su akan bu rutubetli, soğuk yerlerde ne yiğit insanlar soykırım gördü… Sırf iyilik yapma düşüncesinden dolayı toprağa devrildi nice bedenler… 

    Kalem nasıl anlatabilir ki böyle büyük bir zulmü?

    Plastik bir sandalyede iki büklüm giden yüce bir kameti… 
    Onu gördükçe, perişan kalpleri de dağılıp giden milyonları... 

    Buruk boynu ve arkaya düşen mahzun başı karşısında kaç defa ruhlar bükülüyor, gözler doluyor. 

    Garipliğin, yalnızlığın ve kimsesizliğin bir sandalyeye bıraktığı cansız bir beden..!

    Kalemimi senin için oynatıp, feryadımı nasıl duyurayım? 

    Bu fırtına ve bu yangında, gerektiği gibi imdadına koşamadığım, sesin, soluğun olamadığım için nasıl kardeş olduğumu ifade edeyim?

    O gözyaşlarıyla yoğurduğun esaret dakikalarını nasıl anlatayım?
    Onu, zindanın duvarlarına, Kur’an’ına, seccadene sormalı. Yüreğine kaç damla gözyaşı düştüğünü. Sormalı hıçkırıklarına şahit olan sütunlara…

    Bu kadar masum insanın zulme uğradığı başka bir devir gösterilebilir mi...?

    ‘Kardeşlerim!’ hitabına mazhar olmak için, dünyayı elinin tersiyle iten, zindana, işkenceye, mağduriyete ve bu yolda Hakk’a yürümeye rıza göstermişleri nasıl resmedebilirim?  

    Kardeşleri, bacıları, evlatları, çocukları, bebekleri, gençleri, ihtiyarlari… şerden kaçarken deryada boğulanları… eşkıya tarafından derdest edilip yakalananları…

    ‘Ah! Karşımda vatan nâmına bir kabristan
    Yatıyor şimdi Nasıl yerlere geçmez insan?

    Şu mezarlar ki, uzanmış gidiyor, ey yolcu,
    Nereden başladı yükselmeye, bak, nerede ucu!’ MA

    Kimsesiz ve garip olduğun bu topraklardan ebedi olarak gittin…
    Gittin ama hüzne ve gözyaşına boğdun bizi…  
    Herkesle huzur içinde yaşama fikrinden dolayı horlandığın şu vahşet diyarından toprağın şefkatli sinesine gittin. 

    Dünya sürgününden azat olup bütün dostlara, dostların dostluğuna kavuştun... 

    Tertemiz duygular ve halis bir niyet ile mefkûre için yürüdün Allah’a… 
    Hayallerin, umutların… emeğin, ailen…geride kaldı… ama sen ve senin gibi musibetleri kendilerine çeken yiğitler unutulmadılar, unutulmayacaklar. Bir yad-ı cemil olarak hep anılacaklar. Sevabınızı ancak Allah’ın mizanı tartar. Allah, sizi hususî inayet ve sıyanet seralarına alsın! 

    Ülkemizin ve dinimizin geleceği için her türlü fedakârlığa katlanarak hizmete omuz veren sizin gibi insanları hayırla yâd etmek, fazilet ve meziyetlerinden bahsetmek ve nihayet dualarımızda sık sık sizleri zikretmek bizim için öncelikli ve çok önemli bir vefa borcudur. 

    Ruhunuz şad olsun… Unutulmayacaksınız, hep bir yad-ı cemil olarak kalacaksınız dillerde… 

    15 Eki 2020 10:29
    YAZARIN SON YAZILARI