Yeryüzünün semavî sofralarla bezendiği mukaddes günler yaşanıyordu Medine’de… Üç ayların başlamasıyla birlikte manevi bir atmosfere giren kutsal beldede artık Ramazan’ın havası her tarafta hissediliyordu…
‘Ahlâkının mükemmelliği, yüzünün ve görüşünün güzelliğiyle seçkin bir Zat (sallallahu aleyhi ve sellem) elinde mucizeli bir kitap, dilinde hakikatleri bildiren bir hitap, bütün insanlara hatta cinlere, meleklere ve bütün varlıklara ezelî bir hutbeyi okuyordu...” (Risale-i Nur Külliyatı, 19. Söz)
“Ramazan ayı size bereketiyle geldi, Allah o ayda sizi zengin kılar, bundan dolayı size rahmet indirir, hataları yok eder, o ayda duaları kabul eder. Allah Teâlâ sizin Ramazan ayındaki ibadet ve hayır konusunda birbirinizle yarış etmenize bakar ve meleklerine karşı sizinle övünür. O hâlde iyilik ve hayır bakımından Allah Teâlâ’ya kendinizi gösteriniz. Ramazan ayında Allah’ın rahmetinden kendisini mahrum eden kimse bedbaht kimsedir.” (Heysemî, Mecmau’z-zevâid)
Bu, Peygamber Efendimiz’in (sallallahu aleyhi ve sellem) son Ramazanı’ydı… İnsanlığı karanlıktan aydınlığa taşıyan o Son Güneş sonsuz aleme gurub etmek üzereydi…
Ramazan’ın bu son feyizli günlerini kullukta daha coşkun ama o kadar da üzgün yaşıyordu Sallallahu aleyhi ve sellem. Gündüzlerini oruçla, gecelerini de Kur’an tilavetiyle, teravihle, gece namazı ve teheccüdle geçiriyordu.
Mescidinin bir köşesini hasırla çevirerek itikafa girmişti… Orada ibadet ü taat ile meşgul oluyor ve bir zaruret olmadıkça da mescitten ayrılmıyordu… Ama bu Ramazan farklıydı… daha derin ve hüzünlüydü…
Her yıl Ramazan ayının son on gününde yaptığı itikâfını bu son Ramazan’ında onuncu gününden itibaren yapmaya başlamıştı. Yirmi gün itikaf yapacaktı.
Ayrılık vaktinin geldiğini biliyordu. Haber verilmişti kendisine… Vahyin emîni Hazreti Cibril (as), bu yıl iki kez geliyordu kendisine ve O’nunla (sallallahu aleyhi ve sellem) Kur’ân’ı iki kez mukabele ediyordu.
Mescitte, Medine’de… bir başka hal vardı. Efendimiz (sallallahu aleyhi ve sellem) artık ayrılık vaktinin geldiğini ilk defa dünyaya ilan ediyordu…
Hazreti Fatıma (radiyallahu anha) merak içindeydi… Efendimiz (sallallahu aleyhi ve sellem) Ramazan’ın son on gününe, ayrı bir önem verir, Mescid-i Saadet’te itikafa girer, ibadet ve taatle meşgul olurdu. Bunu biliyordu… Ama bu sefer yirmi gün itikaf yapıyor ve Cibril (as) bu yıl iki kez Kur’an mukabelesi için geliyordu…
Babasına, Kur’ân’ın arzının bu yıl iki kere gerçekleşmesinin hikmetini soruyordu hemen ve Resûlullah (sallallahu aleyhi ve sellem) şunları söylüyordu:
“Bana, ecelim haber verildi. Ötelere davet geldi!”
Bir Ramazan günü Hira’da başlayan bu meşakkatli hayatın, hicretin onuncu yılındaki bu Ramazan’da artık son ayları olduğunu ifade ediyordu:
"Ecel yaklaştı. Allah'a dönüş zamanı geldi. Sidretü‘l Münteha'ya teveccüh anı geldi."
Fakat kaç gün sonra, ne zaman olacak, bu bilinmiyordu… Ama bundan sonraki her adım İnsanlığın Efendisi’ni ahiret yurduna yaklaştıracaktı.
Bu aydan sonra 14 Zilhicce’de Kutsal Belde Mekke’ye gidecek… hüzünle, gözyaşlarıyla Kabe’ye veda edecek…
Çocukluğunun geçtiği, Cebrail (as) ile ilk kez karşılaştığı, insanlığa saadete giden yolu gösterdiği için ashabıyla işkencelere maruz kaldığı, Mirac’a çıktığı topraklara… Hatice’sini… iki evladını sıkıntıyla kaybettiği… daha nice hatıraların yer aldığı Beytullah’a gözyaşlarıyla veda edecekti… Hicret esnasında hüzünle bakışlarını çevirip:
“Biliyorum ki Allah nezdindeki en kıymetli şehirsin; şayet seni benden mahrum etmeselerdi seni bırakıp gitmezdim!” dediği Mekke’ye dünya gözüyle son kez bakacaktı…
Uhud Şehitleri’ni, Cennetü’l Baki’yi ziyaret edecek… Gözlerini ufka dikerek ‘Kardeşlerim!’ diyecekti… ‘Kardeşlerim!’… “Ah, ne kadar arzu ederdim kardeşlerimi görmeyi!”
İ'lâ-yı kelimetullah vazifesine omuz verecek olan kardeşleri... O’nu (sallallahu aleyhi ve sellem) görmeden davası uğruna gece gündüz çalışıp her türlü çile ve ızdırabı göğüsleyen ve böylece dava-yı nübüvvete vâris olduğunu gösteren kardeşleri…
“Ne kadar arzu ederdim onları görmeyi!”
Hz. Ebu Bekir (ra) bu günleri şu şekilde tasvir ediyor:
"Bir gün huzurunda oturuyorduk. Güneşin gurubu yaklaşmış, ikindi çoktan geçmiş, güneş dağın üzerine eğilmişti. Allah Resûlü dudaklarını açtı. Ağzından çıkan cevherlere, lâl-ü güherlere dikkat ettim. Duyduklarım, benim için dünyanın yıkılması manasına gelen şeylerdi. Buyurdular ki:
‘Allah kulunu burada kalma ile öteye gitme arasında muhayyer bıraktı. Kul ötesini seçti...’
Ben hıçkırıklarımı tutamadım, ağladım. Kul Resûlullah'tı. Kapalı konuşuyordu. Allah ‘İstersen artık ruhunu kabzedeyim.’ demişti. Ben ‘Annemiz, babamız, evladımız, iyalimizle, her şeyimizle feda olalım, kurban olalım fakat sen dur burada. Hepimiz yok olalım, fakat sen kal burada dedim." (Buhari, Menakibul-Ensar; Muslim, Fedailus Sahabe; Müsned, H.Çiçekleri, Fgülen)
İbni Mes'ud (ra) ise o günkü hüzünlerini şöyle anlatacaktı: "Resûl-ü Ekrem bizi Hazret-i Aişe'nin evine çağırdı. Ortalıkta hastalık gibi bir şeyler yoktu. Başını kaldırdı. Yüzümüze baktı ve ağladı. Sadık arkadaşlarından, sadık dostlarından ayrılmak belki O'nu da müteessir ediyordu. Belki çoklarıyla Cennet'e gidecekleri zamana kadar görüşemeyeceklerdi. O havanın, o tehassürün ve o hasretin ifadesi olarak, kesik kesik cümlelerle bize şunları söyledi:
‘Merhaba size. Allah yardımcınız olsun. Allah'ın nusreti üzerinizden eksik olmasın. Allah'ın şehâdeti içinde bulunun. Siz Allah'ın dinine sahip çıktınız. Allah da kıyamete kadar size sahip çıksın.’ şeklinde dualarda bulundu. Sonra da ağlayarak şunları ilave etti:
‘Şu ahiret yurdu, dünyada kibir ve gururdan çok uzak yaşayıp nazarı daima ahirete müteveccih olan kimseler içindir.’ dedi. Sonra ‘İnnehu meyyitun ve innehum meyyitun’ ‘Hiç şüphe yok ki sen de öleceksin, onlar da ölecekler.’ (Zümer Suresi, 30) âyetini okudu.
Ara sıra biraraya toplanıp Resûl-ü Ekrem'in gurubuna ağlıyorduk... Resûl-ü Ekrem de hastalığı sırasında başı sarılı çıkıyor, bize bir şeyler söylüyor, teselli ediyordu. Ama biz yalnız kaldığımız zaman hep ağlıyor, daima ağlıyorduk." (Mücmeu’z-Zevaid, 9/25; H.Çiçekleri, Fgülen)
O (sallallahu aleyhi ve sellem), en mükemmel şekilde bize örnek olarak yaşadı son Ramazan’ını ve kısa bir süre sonra da göçüp gitti bu diyardan…
Ama O (sallallahu aleyhi ve sellem) hala aramızda, başımızda, kalplerimizde, göz bebeğimizde… hülya ve hayallerimizde… İnsanlık, O’nunla dirilmişse, bu buhranlı günlerde O’nunla yeniden dirilecek…
Yüce Allah, Efendimiz (sallallahu aleyhi ve sellem) için 'Harîsün Aleyküm... - Size karşı çok hırslı...' (Tevbe, 9/128) buyuruyor…
Evet, O Rahmeten li’l-Alemin, insanların Allah’ı bulmasına, alemlerin O'nun nuruyla nurlanmasına, herkesin sırat-ı müstakime ulaşmasına ve sırattan geçmesine karşı çok hırslı… İçinde Kadir Gecesi bulunan mübarek bir ayın iyi değerlendirilmesi O’nun büyük arzusu…
Kadir gecesi Efendimiz’in (sallallâhu aleyhi ve sellem) ümmetine olan düşkünlüğü sebebiyle kendisine hediye edilen eşsiz bir geceydi… Onların hepsinin elinden tutup ebedi saadet yurduna götürmek için ortaya koyduğu hırsın… Yüce Rabb’e yaptığı münacaatın kabul edilmiş neticesiydi.
‘Başka ümmetlerin uzun ömürleri içinde yapamayacakları amelleri ümmetim kısa ömrü içinde yapmış olsun.’ diye yalvararak yaptığı duaydı. Allah (cc) bin aydan daha hayırlı olan Kadir gecesini ihsan etmişti.” (Muvatta, İtikaf)
Peygamberimizden bize miras kalan o her Ramazan’ı, son bilip sahuruyla, iftarıyla, mukabelesi ve teheccüdüyle, teravihiyle, sadaka ve zekatıyla iyi değerlendirip bereketinden istifade edersek O’nun (sallallahu aleyhi ve sellem) ruhaniyetini de memnun eder, şeytanı toz duman ederiz inşaallah.
Hizmet sevdalılarının bugün yaşadığı ağır imtihanlar, zaten O’nun (aleyhissalâtü vesselam) yolunda bir adım atma çabası ve gayretinin neticesi değil midir? O’nun bereketli yolundan kopmama ızdırabının doğal bir sonucu?.. Ümitleri boşa çıkarmama cehdi?
Bu istikamette Hizmet insanlarına Ramazan’la bir çaba ortaya koyma imkanı bahşeden Rabbimize sonsuz hamd ü senalar olsun. Salât ve selam, nebilerin ve resullerin efendisi Hz. Muhammed sallallahu aleyhi ve sellem’e, ailesine, ashabına ve kıyamete kadar O’na tabi olanların üzerine olsun.
Ramazanınız mübarek olsun!