Adliye dışında toplanan insanlar alkışlar eşliğinde ‘bravo, sizin bir suçunuz yok’ diyerek gözaltındaki yardımseverlere moral veriyorlar…
Gözaltına alınan bu kişiler, yardıma muhtaç ailelere destek olmak ve tutuklu kişilerin çocuklarına eğitim vermekle suçlanıyorlar…
Kim olursa ve hangi görüşten olursa olsun ihtiyaç sahibi birilerine yardım etmenin suçu mu olur? Suçun bireysel olduğu (ki bu insanların hepsi masum) mevzuunu nereye koyacaksınız? Bir insan suçlu olsa bile (ki suçsuz bu insanlar) hanımının, çocuklarının, anne ve babasının aynı şekilde suçlanamayacağı, baskı altına alınamayacağı hükmüne ne diyeceksiniz? Bu hukukta da, dinde de… insani yaşantıda da… medeni dünyaya da böyledir…
Ama… eğer Türkiye’de iseniz bu suç!... Bunu, ne insanlığa ne hukuka… ne akla ve ne de v icdana sığmayacak şekilde, son yıllarda masum insanlara yapılan soykırımla açıkça gördü dünya…
Bir zamanlar, açlıkla kırılan İrlanda’ya yardım gemileri sevk eden… Bosna’dan, Kore’ye kadar dünyanın dört bir tarafına hayır elini uzatan bir ülkeden bahsediyorum… Elinde yardım poşetleri, kumanyalar… kurban etleri kapı kapı dolaşıp gönülleri mest eden güzel insanların olduğu topraklardan…
Cömertlikte, yardımseverlikte bir zamanlar en önde bayrağı dalgalandıran bir diyardan… ‘Yemeyip yediren, giymeyip giydiren… ‘yaşatmıyorsam, yaşamanın ne anlamı olabilir ki!’ diyen fedakar, hasbi insanların olduğu Anadolu’dan…
Dünyanın neresinde olursa olsun, mazlumların, mağdurların imdadına koşuluyordu… İnsanî duygularla yapılıyordu bütün bunlar, hümanizm mülahazasına bağlı olarak her tarafa uzatılıyordu eller... Din ayırımı gözetilmeden, meşrep ayırımı gözetilmeden, mizaç ayrılığı gözetilmeden…
Gün geldi, bir yerdeki şeytanî kıskançlık ve haset böyle bir hayır yuvasını, hayır sistemini öldürme gayreti içine girdi. Şimdi dünya kadar insan, mazlumiyete, mağduriyete uğramış…yardıma muhtaç…
Binlerce insan… On bin mi, yirmi bin mi, otuz bin mi, kırk bin mi?!.. Anneleri, babaları, dedeleri, abileri, ablaları…nineleri hapse atılmış suçsuz yere… Kimsesiz, garip kalmışlar…
Bu aç, susuz, yardıma muhtaç bebeklere, çocuklara… yaşlılara… kadınlara... hastalara… iyilik elini uzatmak her inancın üstünde insani bir sorumluluk iken… hatta bu devletin görevi iken nasıl olur da birkaç masuma yardım elini uzatan insanlar günlerce sorgulanır? Mağdur edilir? Uykusuz, soğuk günlerden… şiddetli baskılardan sonra bir de tutuklanıp hapse atılır?
Çok sevdiği mesleğinden KHK ile ihraç edildikten sonra ailesinin geçimini sağlayabilmek için inşaatlarda çalışan ve 4’üncü kattan düşerek vefat eden Kazım Kurnaz’ın çocuklarına yardım elini uzatmak nasıl suç olur?
Hapishane hayatının ağır yüküne, özellikle de yaftaladığınız ‘terörist’ zulmüne daha fazla dayanamayarak giden A.D.’nin hasta hanımına ve kimsesiz çocuklarına bir kumanya poşeti veren birilerini hapse atmak hangi vicdana sığar?
Çiğ köfte satarken vefat eden Komiser İsmail Güler… Üzüntü ve sıkıntıdan dolayı vefat eden Mustafa Erkan… Onların geride kalan mağdur ailelerine, çocuklarına bir bakın! Halka iman telkin edip, dinin sesini susturan zavallıların idrakine yansır mı bunlar hiç?
Geride gözü yaşlı 2 kız evladı ve acılı bir eş bırakan okul müdürü Saim Uyanık… Üzüntü sebebiyle hastalanıp vefat eden 45 yaşındaki Selman Okur… onun gibi binlerce masumun geride kalan çocukları…
3 çocuk babası öğretmen Muhammet Emin Epçim’i esir ederken ailesinin ne kadar mağdur olduğu aklınıza gelmez mi hiç? Ve ailesinin geçimini sağlayabilme adına tutukluluğu sonrasında inşaatlarda çalışmaya başlayan bu genç öğretmenin inşaatta namaz kılmak için hazırlık yaptığı sırada ölmesi… onun geride kalan hanımı… çocukları…
Ve daha on binlercesi… yüz binlercesi…
Ne yazık ki zekat vermenin artık suç olduğu bir ülkedir Türkiye… Sadakasını vermek isteyenin kara kara düşündüğü bir ülke…
Tarihin hiçbir devrinde, hiçbir rejiminde göremezsiniz bunu… Hatta birbirlerini yiyen, parçalayan vahşi hayvanlar aleminde bile rastlamazsınız buna… Ceylanı parçalayan aslanın, onun yavrusunu görünce üzüldüğünü, diliyle onu yalayıp teselli ettiğini, koruduğunu izlemişsinizdir… görmüşsünüz defalarca… en sinsi sırtlanın, yılanın bile nasıl da insafa geldiğine şahit olmuşsunuzdur o belgesellerde…
İnsanların vahşete yenik düştüğü bir yer olmuş güzelim ülke… bir mahrumiyet devri… insanlıktan mahrumiyet… imandan mahrumiyet… ahsen-i takvimden mahrumiyet… ve ahlaki değerlerden tamamen mahrumiyet…
Her köşe başında insafsızlar var. Hayır adına yapılan faaliyetlerin önünü kesmeye çalışıyorlar. İnsanlar, gadre uğruyor, zindanlara atılıyor, aile parçalanıyor; kadın, kız, çoluk, çocuk, yaşlı-başlı denmeden, herkes mağduriyete, mazlumiyete uğratılıyor, sindirilmeye çalışılıyor.
İnananı, inanmayanı, solcusu, milliyetçisi… kalbi hasetle çarpan, kinle soluyan bütün körler, bu soykırımı da yeterli görmüyor. Daha bir hiddet, vahşi bir şiddet istiyor… Bu medeniyet asrında Roma’nın Dev Arenası’ndaki vahşiliği arıyor… Vurun, parçalayın, iflahını kesin diyor… ‘Mağdura uzatılan yardım elini kırın!’
İnsan hakları maskesi altında bu zulme sessiz kalanların sağır kulakları çınlasın!.. Ve bu vicdansız gaddarları alkışlayıp masum insanlara musallat eden o insafsız zalimlerin görmeyen gözlerine sokulsun!..
İnsan türünde, özelikle bu hürriyet asrında ve bilhassa medeniyet dairesinde hükmeden “vicdan hürriyeti” düsturunu kırmak, hafife almak ve dolayısıyla insan türünü küçümsemek, hiçe saymak kadar cüretinizle, hangi kalbe, hangi insafa, hangi vicdana dayanıyorsunuz?
Bu masumlara haksızlık yapmakla kendinizi mutlu zannediyorsunuz. Ama en korkulu cani gibi zalimin yüzü gülmez! Madem ki bir menfaati Hakk’a, hukuka tercih ettiniz ‘lanetle’ yad edileceksiniz ebediyyen…
Söz buraya gelmişken, bu süreçte ‘Hizmetten yardım elinizi çekin…’ ya da ‘artık ‘Hizmete bir kuruşumu bile vermeyeceğim!’ diyen insanlara da şunu hatırlatmakta fayda var… Hizmetten elimizi çekmeyelim. Görüyorsunuz memlekette dönen hadiseleri, sıkıntıları…
Daha bir aşk u şevkle, heyecanla sahip çıkalım bu işlere. Varsa birilerine kızgınlığımız, hoşnutsuzluğumuz diğer taraftan devam edelim… Hizmetin bir tek kapısı yok… binlerce kapısı var. Hizmet bizim, hepimizin. Birilerine kızıp her şeyi yakmaya gerek yok! Ülkede sıkıntı çeken o güzel insanlara bilerek ya da bilmeyerek bir de biz bir darbe vurmayalım!
Bizi yanıltmayan ve yüzümüzü yere baktırmayan Büyüğümüz diyor:
“Zalimler tarafından gadre uğrayan, mazlumiyet ve mağduriyet yaşayan kardeşlerimize yardım etmeliyiz. İmkanı varsa, ceketimizi satarak, onun parasıyla onlara bakmayı, insanlığın gereği, İslamiyet’in gereği, îsâr ruhunun gereği, kendimiz için yaşamamanın gereği, yaşatma mülahazasıyla yaşamanın gereği, “ba’su ba’de’l-mevt erleri” olmanın gereği, adanmışlık ruhunun gereği bilmeliyiz!.. Evet, o iyiliğimizi devam ettirmeye bakalım, Allah’ın izni ve inayetiyle.
Hicret etmeyen, dinsizden imansızdan işkence görmeyen, hemen her şeyi beylik-paşalık içinde bulunan, hazıra konan, -efendim, ne derler, “miras-kondu”- miras-kondu derbeder ruhlar, bunu anlamaz ki!.. Miras-kondu derbeder ruhlar… Dininden, inancından, mefkûresinden ötürü bir tokat yememiş, iki gün zindan görmemiş, tecritte yatmamış, keyfin ağaları, derbeder ruhlar, bunu bilmezler ki!.. Bunu bilenler, bilirler; çekenler, bilirler!..
O zavallı, “Himmet, falan yerlerde çar-çur edildi!” demek suretiyle… Zavallı!.. Cenâb-ı Hak, hidayet etsin; o da aklını başına alsın, aynı haltı bir daha yapmasın, sizinle beraber -inşaallah- cennete girsin! Hüsn-i zan ediyoruz.
‘Himmet, milletin yaptığı yardımlar, suiistimal edilerek, bu türlü şeylerde…’
Nede kullanılıyormuş?!.. üniversiteye hazırlık kursları açmakta.. zalimin, hainin, hasetçinin çekemediği müesseseler açmakta.. dünyanın değişik yerlerinde cehalete karşı, fakirliğe karşı, ihtilafa karşı -üç tane, dört tane, beş tane yaygın maraza karşı- bir yönüyle, i’lân-ı harp etmekte… Bunları akıllıca bertaraf etme istikametinde himmete müracaat ediliyor.
İnsanlığın İftihar Tablosu, dini i’lâ adına himmete müracaat etti mi, etmedi mi?!. Hem de çent defa. Hatta insanların, O’nun o mevzudaki telkinine rağmen biraz alakasız kalmaları karşısında, teessür duydu mu, duymadı mı?!. O’nu, yüksek basiretiyle, firasetiyle keşfeden, O’ndaki insibağ ile duyguları uyanık olan, hüşyâr olan bir sahabi, evine koştu mu, koşmadı mı?!. Avuç dolusu bir himmet ile geldi mi, gelmedi mi?!. Meselenin öyle yapılması gerektiğini sahabe-i kiram, anladı mı, anlamadı mı?!. Ve sonra her biri evine koşup getireceği şeyi getirdi mi, getirmedi mi?!. Kimisi bütün varlığını getirip oraya döktü mü, dökmedi mi?!..” (Mahpuslar, mazlumlar, Muhacirler, ve Himmet, Herkul, 05/02/2017/ Bamteli)