Bir Ablanın gözyaşları…

Fikret Kaplan

Fikret Kaplan

08 Şub 2022 11:56
  • Mızrabı Vur Bamteline…

    Islanan kirpiklerini parmak uçlarıyla kurutmaya çalışarak derin bir nefes aldı. Beş yıldan beri sıkıntılara maruz kalırken başına kuvvet veren ümidi nihayet gerçekleşmişti. Bitmişti işte hapishanedeki o esaret günleri… Küflü mahzenler, hücreler, türlü türlü dertler, kederler… Her günün bir ömre bedel geçtiği işkenceler geride kalmıştı. 


    Fakat, huzurlu değildi anlam veremediği bir hüzün vardı ruhunda. Yıllardır hasretini çektiği evine gidişine neden sevinemiyordu? Avuçlarıyla birkaç defa hızla kuruttu yüzünü. İçini yakan garip bir keder sanki sevincini aşağıya çekiyordu. Gözleri daralmış, kısılmış, kan çanağına dönmüş.


    Ne yaşlı annesi ne de babası gelebilmiş mahkemeye… Hastalıklar, en evvel maddi imkansızlıklar kesmiş önlerini… İskilip’ten her seferinde gelmek çok zor olmuş… Diğer akrabaları ise zaten ‘terörist’ diye yaftalamışlar onu… 


    Özgürlük, anne-baba hasreti ama her şeyden evvel, son Hizmet ettiği yurt binasını bir kez daha görmeden ayrılmak istemiyordu şehirden. Hapishaneden çantasını alır almaz koyulmuştu yola. 


    Beş yıl öncesine kadar bu sokaklarda arkadaşlarıyla yürüdüğünü, onlarla yol ortasında heyecanlı konuşmalara girdiğini zihninden geçiriyordu. Maalesef… O güzel insanlar çıkamamıştı onunla birlikte zindandan.


     Derin bir iç çekti… Bulunduğu bu durumdan kurtulup beş yıl öncesine dönebilmek için kısa bir yol arar gibi etrafına göz gezdirdi. Yurdun önünden geçen yolun ortasında olduğunu gördü. 


    Uzaktan baktı… baktı. Her tarafı kırılmış, dökülmüş bir bina duruyordu önünde… Terk ettiği beş yıl önceki dost, kardeş ve talebelerinin hayalleri gözünün önüne geldi… O fedakâr Hizmet arkadaşları…


    Ağlamaktan kendini alamadı… Yıllar önceki zamana hayalen gitti. Sanki yüz sene sonra dünyaya gelmiş gibi hazin bir nazarla baktı sokağa. Bu mahallenin çoğu ile arkadaştı. Kalbi en derinden sızladı. O kadar hislerine dokundu ki bin gözü olsa beraber ağlayacaktılar. 


    Vahşetten, zindandan, gamdan kurtulduğunu zannediyordu. “Vâ-esefâ! “Vâ-esefâ!” Bunların en dehşetlisini dışarda görüyordu. Yurdun harabe duvarları, dağılmış pencereleri kendisiyle beraber ağlıyorlardı.


    Ülkede sevgi aleyhine estirilen fırtınalar ve her tarafta tutuşturulan fitne ocaklarının tozu, dumanı, kavurucu şiddeti bu kız yurdunu da yakmış, yıkmıştı... O güzel günlerin iftiralarla, kin ve nefretle yok edileceğine rüyalarında dahi ihtimal vermemişti halbuki. 


    Yuvasını terk etmek zorunda bırakılmış bir gönlün hüznüyle ağlıyordu genç kız. Bir zamanlar gözlerinin önünde görmeye alışık olduğu her şey nasıl da bambaşka bir hüviyete bürünüp duygularını sarıvermişti. Burada geçirdiği onca yılın anısı gittikçe kabaran yüreğini doldurmuştu. “Kıyametin kopacağını bilseniz (dahi) elinizdeki fidanı dikiniz” diyen Efendiler Efendisi’nin (sav) yaşatma idealini öğrencilerine anlatmak için yurt öğrencileriyle bahçeye diktikleri çiçekler de kurumuştu. Ne hayaller kurmuşlardı o gül fidelerini dikerken. Bu sevdayı, bahçenin kokusunu ve adanmışlığı buruk bir nefesle çekmişti içine. 


    O günleri bir kere daha gözden geçirip de buğulu gözlerle süzmemek, minnet dolu gözyaşları dökmemek imkansızdı. Öğrencilerini belki bir daha hiç göremeyecekti. Onların hayatında ne kadar derin izler bıraktığını o an daha iyi anlamıştı. Her gün yurtta, yemekhanede, etütte, koridorda, bahçede tek tek yahut kalabalık inci demetleri halinde gözünde yer eden bu çiçeklerinin arasında gurbeti nasıl da unutmuştu.


    Bitmişti artık. Zevkle katlandığı dertleri, ayrılık hasreti, uykusuz geçen geceleri, karanlığın bağrına döktüğü gözyaşları, gülleri, kardelenleri… Hepsi geride kalmıştı.    ‘Bir zamanlar, güneşin şualarıyla aydınlattığı, rahmetin sağanak sağanak yağdığı bu güzelim ülkenin ne hale geldiğini görmek isteyenler, 15 Temmuz bahanesi ile gasp edilen bu kız yurduna baksalar yeterli, diye düşüyordu… ‘Güllerin, çiçeklerin pencerelerinden sokaklara döküldüğü bu ışık yuvalarının nasıl harabeler haline getirildiğini görünce anlar insan memleketin içler acısı halini. Mızrabı vurur bamteline


    ‘Ah! Karşımda vatan nâmına bir kabristan

    Yatıyor şimdi... Nasıl yerlere geçmez insan? Mehmet Akif Ersoy

    O nazenin, fedakar, cefakar ve edep timsali ablalarıyla hizmet ettiği yurdun şimdi madde bağımlılarının, hırsızların ve katillerin meskeni haline geldiğini görünce kahroldu…


     “İşte onların, zulümleri sebebiyle ıssız kalmış, çökmüş ülkeleri... Elbette bunda bilen ve anlayan kimseler için ibret vardır.” (Neml, 52) hakikatini daha iyi idrak etti Antalya'daki bu 3 katlı eski yurt binasına bakınca… Mahalle halkı elinde küçük bir çanta ile yurdu gözyaşları içinde izleyen bu gencecik kızcağızın belki farkında değildi… Ege’de, Meriç’te, zindanda…yolda, gaybubette…hicret yolunda bitip giden hayatlarla beraber kendi ruh dünyalarının, evlatlarının da yok olup gittiklerini göremeyen bu insanların o masum insana bakmaya yüzü olamazdı zaten… Ama yurdun akıbetini görünce onlar da ürkmüşlerdi…


    Masum insanlara yapılan tazyiklere, reddedilişlere, kabul edilmeyişlere, tehditlere, tenkillere, hapse atılmalara ve işkencelere alkış tutan insanlar şimdi çok rahatsız yurdun bu durumundan… Genç kız, hapishaneden tahliye edilir edilmez, bunlardan habersiz olarak sadece bir vefa hissiyle ziyaret ediyordu bu eski hizmet mekanını…Ama mahalle sakinlerinin ağzından pişmanlıklar yansıyordu artık haberlere… “Burası çok güzel bir yerdi. Kız yurduydu.’ deyip hayıflanıyordu T. Kınacı adlı bir mahalle sakini ve şöyle devam ediyordu:  ‘Kapatılınca daha farklı değerlendirilebilirdi. Gelen çaldı, giden çaldı. Hiçbir şey bırakmadılar. Pencerede demirlere varana kadar çalındı. Tinercilerin ve madde kullananların merkezi oldu. Bisiklet çalanlar buraya geliyor. Biz karışamıyoruz. Karışsak bıçaklanırız diye korkuyoruz. Yangın da çıkarıyorlar. Biz tamamen kapatılmasını istiyoruz. Dört tarafının tuğla ile örülmesi lazım!”


    Hani her sabah bir meleğin: “Ölmek için dünyaya gelir, harap olmak için işler yaparsınız.” dediği hakikate mahalle halkı bizzat şahitlik ediyordu... Kulaklarıyla değil, gözleriyle görüyorlardı… Genç kızın önünde bir harabenin fotoğrafı duruyordu: Muratpaşa ilçesi Yüksekalan Mahallesi'nde bulunan 3 katlı bu yurdun içerisinde bulunan malzemeler hırsızlar tarafından yağmalanmış... Yurdun bahçe kısmında bulunan çatının demir direkleri hırsızlar tarafından kesilince çatı yarıya kadar yatmış. Yıkılması an meselesi... İşte size ülkenin tam bir manzarası… Şiddetin, hiddetin, öfkenin fokur fokur kaynadığı bir ülke haline gelmiş; dıştan bakan insanlara, “Aman, Allah içine düşürmesin!” dedirtecek kadar kötü bir manzara… O kadar çirkinleşmiş… Gayzın, nefretin kaynadığı, magmalar gibi köpürüp durduğu, etrafındakileri yakıp-yıktığı bir ülke haline gelmiş.


    Neşeyle insanlığa hizmete uçuşan bülbüllerin, hep şen ve şakrak, gönüllerin Firdevslere koşmanın heyecanıyla soluk - soluğa ve sımsıcak olduğu bu güzelim mekanlar artık sahipsiz kimsesiz. Ülkenin çocukları sahipsiz… Kızları ablasız… O nadide ablalar şimdi hapiste… Sinesi aydın, fikri aydın, sevgi ve hoşgörü abidesi o gencecik kızlar hücre hapislerinde… Gaye-i hayallerine bağlı bu ablalar bu yurtta, ideal nesillerin yetiştirilmesi zaruretine gönülden inandılar ve ortaya koydukları samimi rehberlikle dantelalarını ördüler. Nakış nakış gözyaşlarıyla ruhlarda sevgi yeşerttiler. Tıpkı sahabe gibi, maddi ve manevi füyuzat hislerini terk edip her tarafa ruh fidelerini dikmeye çalıştılar. Kendi ruh ve mânâ dünyalarını sergilediler o yurtlarda, evlerde ve okullarda… Tarihin derinliklerinden gelen itibarlarını yeniden ortaya çıkarıp onu hakikî yerine oturtmaya gayret ettiler ve bütün bunlarda belli ölçüde muvaffak oldular. Akıl ve muhakemesini teslim etmiş, iradenin hakkını veremeyen insanların yapacağı işler değildi bunlar. Ancak yüksek bir mefkûreye dilbeste olmuş ideal nesillerin yapabilecekleri hizmetlerdi bunlar…



    Ama çaresizliklere meydan okuyarak ortaya çıkan ve onca yokluğa rağmen hep varlık cilveleriyle serpilip gelişen bu harika hamleler, tazyik, iftira, isnad ve insafsızca karalamalarla ne yazık ki yok edildi- İnsanlığın geleceği adına çok önemli bir misyon eda eden o insanların, hiç bitmeyen güç kaynakları imanları, hiç sönmeyen aşk u heyecan kaynakları da gaye-i hayalleriydi. Çaldılar onları… tinercilerin, madde bağımlılarının, çakalların heveslerine kurban ettiler. Şimdi gece kuşları gibi harabelerde tüneyen bahtsızların meskeni olmuş bu kız yurdu ve bu yurt misali ülkenin her tarafı… Bu yurt ve diğerleri… Etrafındaki şehirler, insanların içi, ruhu, aklı, kalbi.. bütün memleket baştan aşağı yakılmış, yıkılmış. Genç kız ‘İnsanlığın bekasına adanmış bu hizmete karşı ruhlar nasıl olmuş da dilsiz şeytan kesilmiş!’ diyerek soruyordu çatılarına sessizlik çökmüş evlere… Hüzünle yoluna devam edip giderken dudaklarından şu sözler dökülüyordu şehrin sokaklarına…

    ‘Vefâsız yurd! Öz evlâdın için olsun, vefâ yok mu?

    Neden kalbin kararmış? Bin ocaktan bir ziyâ yok mu?’


     

     


    08 Şub 2022 11:56
    YAZARIN SON YAZILARI
    YAZARLAR