Hapishanelerden ölüm haberleri gelmeye devam ediyor. Gurbet ellerdeki insanlarımız annelerinin, babalarının cenazelerine katılamıyor. Vefat edenlerin cenazeleri camilere götürülemiyor. Daha iki gün önce 6 bin insanı daha ihraç ettiler. Türkiye’deki atmosfer böyle ve tahribatın boyutlarını bildiğimiz ölçülerle hesaplamaya, tespite şimdilik imkan yok…
Bizler ilk değiliz ve son da olmayacağız. Kıyamete kadar Habil ve Kabil hikayeleri, Faust ve Mefisto davaları devam edecek. Tarihin bu acıklı devresinde, bize de bunlara şahitlik yapmak düştü! Peki hal böyle olunca kendimizi ümitsizlik deryalarına salıp harap mi edeceğiz? Meryem Suresi’nin başında, “Bu ayetler, Rabbi’nin Zekeriya kuluna olan rahmetinin (lütuflarının) anılmasıdır” diye başlıyor. Biliyoruz ki, Hazret-i Zekeriya kavmi tarafından şehit edilmiş; kendisine Allah’ın armağanı olan oğlu Hazret-i Yahya gibi…O zaman Meryem Suresi’nin, Allah’ın Hazret-i Zekeriya’ya olan rahmeti ve lütufları ile başlaması ne kadar manidar…
Musibet ve belaların bir zahiri vecheleri var bir de zamanın akışı içinde ortaya çıkan bir batıni vechesi, muhtevası var. Bizler şimdi her gün canımızı acıtan, her gün bizi derinden sarsan hadiselerin içinden geçiyoruz. Fatihlerin, Yavuzların yurdunda; nice evliyaya, nice ulemaya ev sahipliği yapan Anadolu’da bir dram yaşanıyor! Bazen olup bitenleri kendi kendimize izaha gücümüz yetmiyor, çaresiz kalıyoruz, ruhumuz sıkışıyor, bu çaresizlik içinde isyan noktasına geliyoruz. Çare bu değil elbette…
Çare, başa gelen bu musibetlere aktif sabırla mukabele etmek… Çarenin bu olduğunu biliyoruz, ama itiraf edeyim ki ben şahsen her zaman bu denge noktasında olamıyorum. Olamıyorum, ama etrafımda bu denge noktasına yapışıp küheylanlar gibi Hizmet yoluna tutunmuş insanlar görüyorum. Ve onları görünce, hadiselerin zahirindeki çilelerin ardında, aydınlık bir istikbalin gelecek nesilleri beklemekte olduğunu görebiliyorum.
Bizler belki araftaki bir nesiliz!
Hikayenin başında adeta cennet asa bir bahara şahitlik yaptık, derken bir kasırgaya tutulduk, adeta kemiklerimizi donduran bir kışa yakalandık. Hala üşüyoruz, dondurucu soğuğun buz gibi esintisini hissediyoruz her gün bedenimizde… Üşüyoruz, hücrelerde üşüyen arkadaşlarımız, kardeşlerimiz gibi…
“Kur’an şifadır” düsturuna binaen, hadiseleri anlamlandırmak için müracaat ettiğimiz Kur’an-i Kerim, kardeşleri tarafından kuyuya atılan Hazret-i Yusuf’un hikayesini anlatırken, kuyuda iken istikbalin kendisine vahyedildiğini ifade ediyor. Acaba bugün Türkiye zindanlarını dolduran Yusuflar hangi beşaretlere, ilhamlara maruz kalıyorlar? Kur’an Hazret-i Yusuf’un yaşadıklarına “kıssaların en güzeli” diyor. Kuyuya atılmakla, köle gibi satılmakla, itiraza uğramakla, zindana atılmakla başlayan; ama muazzam bir buluşma ve yüzleşme ile neticelenen Hazret-i Yusuf’un hikayesi…
Önceki gün Fethullah Gülen Hocaefendi’yi ziyaret ettiğimde, kafamda bu düşünceler vardı. Hocaefendi, doktorların tavsiyesi ile dışarıda bir miktar yürüyüş yaptıktan sonra kısa süreliğine oturunca misafirler da dışarıya çıkıp etrafında halkalandı. Misafirler kendisine takdim edilince de ağzından şu cümle döküldü: “Kervan yürüyor…” Sonra içeriye geçtik ve ikindi namazını küçük salonda bir grup misafirle beraber kıldık. O gün, etrafıma baktım, değişik yerlerden gelmiş ve gerçekten küheylanlar gibi hizmet yolunda koşturmaya devam eden, “dayanma zamanı, yine hizmet zamanı” diyen nice tanıdık simalar gördüm. Ve Hocaefendi’nin sıhhat haberinin insanlarımızda ayrı bir sevince, ayrı bir heyecana vesile olduğuna şahit oldum.
Hocaefendi, “Onlar bizi hukuksuzlukla gadre uğrattılar, biz her zaman hukuk içinde mukabale edeceğiz” diyor. Hizmet gelecek nesillere bırakacağımız bir emanet, bu sebeple her meselenin en başında, “usulde hata yapmama” prensibine sadık kalmamız gerektiğini ifade ediyor.
Bir şey daha var. Bir çok defa, Hocaefendi’nin misafirlerinin önünde kendisini hesaba çektiğine, geçmişin bazı hatalarına atıf yaparak, bunlardan dersler çıkarmamız gerektiğine işaret ettiğini gördüm. Keşke fert olarak bu düstura da riayet etsek, geçmişte yaptığımız hatalar ve kusurlar varsa, onları bir daha tekrar etmeme azmine de sımsıkı sarılsak…
Evet bir daha söyleyelim: Dayanma ve Hizmet zamanı…