Geçtiğimiz hafta Fethullah Gülen Hocafendi’yi ziyaretimizde iki defa gıyabi cenaze namazı kılındı. Mazlumen vefat eden, nice insanlarımız oldu bu süreçte… Bu fani alemde kemalatın zirvesine çıkarak darı bekaya intikal ettiler.
Ömrü Kur’an hizmeti ile geçmiş Profesör Suat Yıldırım hocamızın “Mustafa Kavurmacı’yı uğurlarken” başlıklı yazısını okuduğumda, bu dönemde eziyete maruz kalan çok kıymetli işadamlarını hatırladım birer birer… Esasında onlara “işadamı” demek kâfi gelmez, merhum Aydın Bolak’ın birer numunesi gibi, onları daha farklı tarif etmek lazım…
Merhum Mustafa Kavurmacı ile bir defa karşılaştım. Bir yerde Ali Bulaç ile beraberdik. Yanımıza geldi, büyük bir nezaketle bizleri takip ettiğini ifade etti. Kendisiyle yüz yüze geldiğim o günü daha sonra hiç unutmadım.
Merhum Aydın Bolak’ın televizyon programında işittiğim ve hafızamdan hiç çıkmayan sesi gibi merhum Mustafa Kavurmacı’nın o günkü kısa konuşmasını zihnimde hep muhafaza ettim. Asalet sahibi bir insandı ve o düzeyde tevazusu nurani yüzüne aksediyordu. Tanıma imkânı elde edemediğim ama hayatını okuduğum Sabri Ülker gibi… Güney Afrika’da görüşme imkânı bulduğum Ali Kervancı gibi. Bu dört ismin ortak özelliği, meşrep-aidiyet farkı gözetmeden binlerce vatan evladına burs vermeleri… Bunlara, halen mağduriyetleri devam eden Akın İpek’i, Nakipoğlu ailesini dahil edin. Ve daha yüzlercesini…
İşte böyle garip bir dönem yaşıyoruz. Memleketin en kıymetli işadamları bu ağır mağduriyetleri yasadılar. Merhum Mustafa Kavurmacı’nın İstanbul’da mahkeme salonundan çıkarken, yüzüne kamera tutan gazeteciye yaptığı konuşmanın son cümlesi ne kadar manidar… Bastonuyla, duvara dayalı sandalyeye oturunca kameraya işaret parmağını sallayarak yüksek sesle “Yaşasın sıdk!” diyor ve cümleyi şöyle bitiriyor: “Bütün güzellikler inancını yaşayan insanların üzerine olsun!..”
Devasa servetlerin altında kalıp ezilmeyen bu mübarek insanların ruh haleti… Merhum Ali Kervancı’nın “Allah verdi, Allah aldı” demesi gibi… Bir gün İstanbul’da çok kıymetli bir yazar yüzüme bakıp şöyle demişti: “Sana ve bana ne yapabilirler? En fazla işimizi kaybederiz ve hapse gireriz. Ama esas, kaybedecek çok büyük servetleri olan insanların duruşları çok kıymetlidir…” Mustafa Kavurmacı, Ali Kervancı işte böyle insanlardı… Daha niceleri gibi…
Fethullah Gülen Hocaefendi’yi son ziyaretimde; Yamanlar Koleji’nin mezunları da ziyarete gelmişlerdi. Yamanlar Koleji tam 40 yıl önce eğitime başlamış. Okulun bir maketi ve formasını Hocaefendi’ye takdim ettiler. Mezunlar adına bir de çok güzel bir metin okundu Hocaefendi’ye… Bu anları “herkul.org” yayınladı.
O akşam hem Hocaefendi’nin hem de Yamanlar mezunlarının hüznüne şahit oldum. Bu müessesenin temeli 1972’de atılmıştı, 1976’da Bozyaka yurdu olarak hizmet vermeye başladı ve 1982’de koleje dönüştü… Ve bu dönemde ancak Karmatilerin, Haricilerin yapacağı bir tarzda sadece kapatmadılar, dozerlerle yıktılar Yamanlar’ı…
Ne zaman bu barbarlık aklıma gelse, merhum Mehmet Ali Şengül’ün anlattığı bir hikâyeyi hatırlarım. 1980’den sonra o zaman darbe yapanların Bozyaka yurduna zarar vereceği endişesi haşıl olur. Merhum Mehmet Ali Şengül, bu endişesini Hocaefendi ile paylaşır. Hocaefendi’nin cevabı şöyle olur: “Mehmet Ali Hoca endişe etme; bu müessesenin başına bir şey gelse bile, Allah’ın izniyle şimdiye kadar vazifesini eda etti…” Evet, Bozyaka’yi yücelten, ona hayat veren şey, bu hizmet ruhuydu. 1980’den sonra 2016’ya kadar daha binlerce vatan evladı bu eğitim yuvasından nasibini aldı. Hocaefendi’ye okunan metinde ifade edildiği gibi, bu ağacın meyveleri bütün dünyaya saçıldı.
Binaları yücelten, onları inşa eden insanlardır. Esasında binalardaki mimari de sanatkarla beraber bir mana ifade eder. Çok kıymetli binaların, çok kıymetli mimari eserlerin tahrip edilmesi neyi ifade eder? Bu eserlerin kıymetini anlamaktan aciz insanların sefaletini ve barbarlığını… Binalar yıkıldı diye fikirler, idealler yıkılmaz. Fikirler ve idealler; kaba kuvvetle ve dozerle yıkılamazlar. Bu tahribatlar, kitap yakmalar ilk defa yaşanmıyor. Kitapları yakılanlardan unutulan var mı? Peki ya kitap yakanlar? Amaçlarına ulaştılar mı?..
O akşam hüzünlerine şahit olduğum bütün Yamanlar mezunlarına sadece şunu söylemek istiyorum: Üzülmeyin, her biriniz artık birer Bozyaka birer Yamanlar’sınız… Sizler var oldukça, nice binalar Bozyaka, Yamanlar hüviyeti kazanır…