Cuma günü ikindi namazından sonra, Fethullah Gülen Hocaefendi’nin katılımıyla mukabele başlıyor. Hocaefendi önündeki ekrandan okunan Kur’an sayfalarını takip ediyor. İki şey dikkatimi çekiyor. Birincisi aynı zamanda dua mahiyeti taşıyan Kur’an ayetleri okunduğunda sürekli ellerini açıp dua etmesi… İkincisi, her biri bir sayfayı okuyan ders halkasındaki bir talebe bir yere takılınca veya sehven yanlış okuyunca Hocaefendi’nin bunu düzeltmesi…
Mukabele bitince, Hocaefendi ayağa kalkıyor ve mescidin kapısına doğru yürüyor. Bu arada kıymetli bir talebesi, mukabeleye katılmasından dolayı teşekkür ediyor ve nasıl feyiz aldıklarını ifade ediyor. Hocaefendi’nin cevabı: “Beraber okumanın getirdiği bir şey o, kendiliğinden olan bir şey…”
Yani, “Beraber okununca, beraber müzakere edilince bunun ayrı bir varidatı var.” Ve her zamanki gibi, “Cemaate gelen varidat, kendiliğinden olan bir şey” diyerek tevazu çıtasını yine en yüksekteki yerine koyarak…
İftardan sonra teravih namazı kılacağız. Hocaefendi’nin mescide gelmesiyle yatsı namazı ve teravih başlıyor. Her zaman olduğu gibi burada teravih namazı hatimle kılınıyor. Gündüz mukabelede okunan 20 sayfalık Kur’an-ı Kerim cüzü ayni günün akşamında bu sefer teravih namazının yirmi rekâtında, her bir rekâtta bir sayfa okunuyor.
Öğreniyorum ki Hocaefendi bir gün önce şöyle bir ifade kullanmış: “Gönlüm öyle arzu ediyor ki, keşke imkânı olan, müsait olan herkes bu mukabelelere ve teravih namazlarına katılsa… Hafife alınacak bir mesele değil…”
Evet, aslında bu mekandaki her tatbikat; ders halkasıyla, kitap müzakereleriyle, mukabeleleriyle, teravihleriyle, dua saatleriyle, kısacası en azami varidat için tanzim edilmiş 24 saatiyle Hizmet insanlarına mükemmel bir model takdim ediyor. Her beldede, her Hizmet ünitesinde, her evde tatbik edilecek yüksek varidata odaklanmış bir beraberlik modeli… Teravihte, mukabelede, müzakerede beraber olan kalpler elbette, hayatın sair safahatlarında da beraber olacak ve bu kalp beraberliğini neticesi vifak, ittifak, kardeşlik olacak…
Merhum Profesör İbrahim Canan’ın “İslam’da Zaman Tanzimi” eserini yıllar önce okumuştum. Hoceafendi’nin mekânındaki intizam ve zaman tanzimini görünce nedense aklıma hep merhum İbrahim Canan’ın bu eseri gelir. Ne kadar hasbi ve o ölçüde mütevazi bir ilim adamı idi. Eserlerinden ne kadar istifade ettik. Allah Firdevs’le mükâfatlandırsın inşallah…
Bir önceki hafta yine bu mescitte Hocaefendi’nin da katılımıyla Çağlayan dergisinin yayın görüşmesi yapıldı. Normalde her görüşmede Çağlayan’ın bir aylık yazıları belirleniyor. Ama bu sefer Ramazan sebebiyle, Çağlayan’ın iki aylık yazıları belirlendi.
Hocaefendi’nin önündeki yazıları dikkatle incelemesini, yazıyı yazanların isimlerini zikredip onlarla alakalı ilave bilgiler vermesini hayranlıkla takip ediyorum. Mesela, çok kıymetli bir kalp cerrahi olan ve bu süreçte ağır mağduriyetler yasayan Profesör Mehmet Ateş’in bir yazısını inceliyor. Hem ismini zikrediyor hem de Şifa Üniversitesi’nin eski rektörü olduğunu hatırlatıyor. Bir başka yazıyı incelerken, “Osmanlı Sarayı’nda yapılan huzur toplantıları, meşhur bir şey…” diyor. Mesela, önündeki bir başka yazıyı incelerken “Profesör İrfan Yılmaz’ın yazısını öbür sayıya koymamıştık değil mi?” diyor. Belli ki, her sayıda belli bir yazar dengesi gözetiliyor.
Bir ara Hocaefendi’nin “Of anacığım of…” dediğini duyuyorum… Çektiği derin acıların bir ifadesi… Kalplerimize saplanan bir nida… Fiziki rahatsızlıkları ile beraber, Hizmet insanlarının yıllardır çektikleri sıkıntıları sinesinde yaşayan Hocaefendi’nin bu haline her hafta şahitlik etmek insana ayrı bir hüzün veriyor. Ama bu derin acılarla beraber, her mescide gelişi ile bir hakikati tekrar bizlere hatırlatıyor: “Hizmete devam, vazifeye devam, müzakereye devam, yayınlara devam, duaya devam, mukabeleye devam, teravihe devam, bir ve beraber olmaya devam…”
Şartlar ne olursa olsun… Nitekim bir ara yine Hoacefendi’nin ağzından şu ifadeler döküldü: “Kendimde değilim, garibem, bikesem…” Şartların, vaziyetin ağırlığının yapılan hizmetlere mani olmaması gerektiğini gösteren ne kadar tesirli bir tablo…
Biliyorsunuz, bir manada Sızıntı dergisinin İngilizce versiyonu gibi “Fountain” dergisi yıllardır yayınlanıyor. Hocaefendi, kendisine takdim edilen bu derginin İspanyolca versiyonunu baştan sona inceledi. İsmi “Cascada”… Cascada, çağlayan, şelale demek… Bu arada Fountain dergisi 30. yılına ulaşmış ve Almanca baskısının da 100. sayısı yayınlanmış.
“Sızıntı’dan Çağlayan’a, bugüne kadar hep böyle hazırlandı. Sızıntı’yı her yerde hemen o akşam okuyorduk. Şimdi mesele (vazife) sizlere kalıyor…” diyor Hocaefendi… Her Hizmet insanı Hocaefendi’nin “Şimdi vazife sizlere kalıyor” cümlesinin muhatabı… Kısacası, çok veciz bir hizmete devam, vazifeye devam mesajı…
Bu yazı üzerinde çalışırken, bir gazeteci arkadaşımızın yayınladığı bir videodan haberdar oldum. Gazeteci arkadaşımız bir saatten fazla konuşuyor ve bütün mesele Hizmet Hareketi’ndeki bir sekreterya heyetine kimler girmiş, kimler çıkmış…
Hizmet’in İstişare Heyeti
Bildiğiniz gibi bu yazıları iki yıldan fazladır yazıyorum ve normalde gazetecilerin Hizmet camiası ile alakalı yayınlarına hiç girmiyorum. Arşive baktım, bu yazı serilerinin ilki “Hocaefendi’yi ziyaret ve Hizmet’in Gündemi” başlığı ile 5 Mart 2021 günü yayınlanmış.
Elbette gazetecilerin yazılarına, videolarına karışamayız. Fikir hürriyeti var, Hocaefendi ve Hizmet Hareketi ile alakalı yayınlar bugünün meselesi de değil, yarın da bu yayınlar olmaya da devam edecek… Ama, bu ziyaret yazılarını yazmanın verdiği bir mesuliyetle, affınıza sığınarak, bu mevzuda bir tashih yapmayı tarihi bir vazife addediyorum.
Yine arşive baktım. 7 Mayıs 2021 tarihli yazıya şu başlığı koymuşum: “Tanıdığım Hizmet Heyeti ve Mehmet Ali Şengül Ağabey…” O yazıda bahsettiğim Hizmetin İstişare Heyeti ne ise bugün de aynı heyet var… Bu hareketin ilk halkasından oluşan Hizmet heyeti… Ve bu heyetin bir manada görüşmelerini tanzim eden, neticeleri takip eden küçük sekreteryası… Bu sekreterya, yine İstişare Heyeti’ndeki isimlerden oluşuyor.
Biraz da zamanın şartları gereği, yaşadığımız ağır mağduriyet ortamının getirdiği yeni ihtiyaçlardan dolayı bu ekibin genişletilmesi düşünülmüş. Ve hatta takdir edilecek bir davranışla “Bu küçük heyet da sanki sabitmiş ve hiç değişmeyecekmiş gibi anlaşılmasın; belirli aralıklarla, belki iki senede bir, mesela iki kişi dönüşümlü vazife yapsın, her sene heyete mesela iki yeni isim dahil olsun, böylece daha bir canlılık sağlansın” denilmiş. Bütün hadise bundan ibaret… Gazeteci arkadaşımızın “tasfiye” dediği hadise bu… Halbuki ayni isimler Hizmet Heyeti’ndeki (İstişare Heyeti) vazifelerine devam ediyorlar. Yani İstişare Heyeti vazifesinden feragat eden veya feragat etmesi istenen kimse yok.
Hatta takdire şayan bir şekilde; “Sekretarya vazifesini bu arkadaş daha iyi yapar” diyerek feragat eden insanlar var. Küçük heyet güncellenirken, “Bu dönem bizim yerimize bu iki arkadaş olsa daha iyi olur” diyenler var. Zannediyorum, Hizmet Hareketi’ndeki temel bir mesele tam olarak anlaşılmıyor. Hizmet Hareketi’nde “yönetme makamları” yok, bütün vazifelerin temelinde istişare var. Hizmet dairesinde verilen vazifeler istişare ile yürütülmesi icap eden “mesuliyet” olarak tarif ediliyor. Bu sebeple bizim görüşmelerimizin ismi “istişare”dir. Hemen her görüşmemiz bir istişaredir.
Seneler önce bir görüşme esnasında birkaç defa “Buyurduğunuz gibi…” denilince Hocaefendi’nin biraz da hiddetlenerek, “Ne buyurması Allah aşkına, burada istişare yapıyoruz!” demesi esasında Hizmet’in bu temel disiplinini anlatıyor. Bunca yıldır ben şahsen böyle bir Hizmet işleyişine şahit oldum. Hocaefendi’nin tatbikatının hep bu istikamette olduğuna bizzat gördüm. Hep “Dahi de olsanız kendi aklınıza güvenmeyin, hep istişareye müracaat edin, istişare edenler hüsran yaşamazlar” dediğine şahit oldum.
Bediüzzaman Hazretleri de hep bu düsturu nazara vermiş. Hizmet dairesinde uhuvvetin, istişarenin ehemmiyetine işaret etmiş. Elbette insan olan her yerde problem olur. Bunu Kur’an-ı Kerim söylüyor. İnsan fıtraten böyle yaratılmış, yeryüzünde problem insanla başlamış ama, tabiri caizse İslam insanda ikinci bir fıtrat meydana getiriyor, insanı “insan-ı kâmil” olma yoluna sevk ediyor. Hizmet düşüncesinin temelinde bu var. Birinci fıtratımızla mücadele edip, ortaya çıkan kusurlar, problemler için önce kendimizi hesaba çekip, bizi rahatsız eden meseleleri “Hizmet’in hatırı alidir” düsturu ile sineye çekip yola devam etmek…
Hocaefendi’nin “adanmış ruhlar” diye ifade ettiği, kardeşini kendi nefsine tercih eden “Hizmet insanı” modeli bu, fedakârlığın esası bu. Gazetecilerin gündemlerine ve söylediklerine karışamayız. Ama kendi gündemimizi belirlemek hakkına da sahibiz. O halde, iki sene önce ilk yazıda ifade ettiğim şekilde yazıyı noktalayayım. Hocaefendi’nin gündemi yine aynı: Vazifeye devam…