Cuma günü Fethullah Gülen Hocaefendi’yi ziyarete gittiğimde, Türkiye’deki sel felaketinin dehşet verici görüntüleri sosyal medyaya düşmüştü.
Daha önce Antalya ve Muğla’yı kasıp kavuran yangınlar için taziye ve geçmiş olsun mesajı yayınlayan Hocaefendi, sel felaketi için de aynı mesajı yayınladı. Cuma namazından sonra, misafirlerle sohbetinde şu ifadeleri kullandı:
“Bizim ülkemiz, alakasız kalamayız, O insanlar size karşı yaşananlara alakasız kalsa bile, meseleyi tam bilemediklerindendir, bunların dini temsil ettiğini düşündüklerindendir…”
Talebeleri, sel felaketinin bazı görüntülerini kendisine göstermiş. Şunları ifade etti Hocaefendi:
“Çok korkunç… Bugüne kadar hiç görmediğim, hiç şahit olmadığım bir afet gibi… Yangın insanlarda dehşet uyandırıyordu, insanlarda üzüntü hasıl ediyordu. Bugün sel… Ne yangın, ne sel açısından emsalini hatırlamıyorum. Keşke sebebiyet verenler nefis muhasebesi yapsalardı…”
Bu yazıda; cuma günü ve pazar günü Hocaefendi’nin ifade ettiklerini sizlerle paylaşacağım.
Dikkatimi çeken, bu mekanda doktorların tavsiyeleri doğrultusunda korona virüsü tedbirlerine halen tamamiyle riayet edilmesi…
Mesela, eskiden bütün misafirler vakit namazlarını büyük salonda cemaatle kılardı. Ama şu anda mesafe kuralına riayet edilerek daha az katılımla namaz kılınıyor bu salonda. Cuma namazları dahil… Ve misafirler namaz kılarken de maske takmaya devam ediyorlar.
Hocaefendi, sohbet meclisindeki insanların hepsinin maskeli olduğunu görünce, uzmanların maske için yeni bir tavsiyesi olup olmadığını sordu. Konuyu bilen bir misafir, maske takma mecburiyetinin biraz daha gevşediğini ifade etti.
“Peki virüsün yayılması ne durumda?” diye sordu Hocaefendi, “Ölenlerin çoğu aşı olmayanlar” denildi.
Bunun üzerine Hacaefendi şunu söyledi:
“Uzmanlar öyle diyorlarsa, ona bizim saygılı olmamız lazım…”
Hocaefendi, misafirler içinde bulunan uzman bir doktora dönerek, virüsün yeme içmeyle bulaşıp bulaşmadığını sordu ve “Burada insanlara yemek ikram ediliyor, dikkatli olmamız lazım” dedi Doktor, virüsün nefes yoluyla bulaştığını vurguladı.
Bazen Hocaefendi’den yeni doğan çocuklar için isim isteniyor. Hocaefendi’nin “yarınlar” düşüncesinin ne manaya geldiğini anlamak için, isim istenen çocuklar içn söylediği şu cümlelere bakmak yeterli:
“Yarının nesilleri onlar, hep o ümitle bakıyorum. Gelecekler, davalarına sahip çıkacaklar inşallah…”
Her daim, içinde bulunduğumuz zamanın imkan ve şartları ne ise, bu imkanlarla hizmete devam etmekte tereddüt etmemeye, hizmet yolunda hiç durmadan yürümeye dair ifadeler:
“İnşallah derlenir, toparlanır, daha gürül gürül hale geliriz. Yarınlar önemli, bugünün handikaplarını aşmak, yarınlara hazırlanmak önemli. Bugün yapılması gerekenler noktasında fevt edersek (fırsatı kaçırırsak), yarın çok keşkeler karşımıza çıkar…”
Konuştuklarımızda, yazdıklarımızda her zaman dengeli olmanın önemine dair ifadeler:
“Doğruları ifade etme adına kelimeleri kendi edibane üslubumuzla ifade ederiz. Ben bunu Efendimiz’in yolu diye bilirim. Bizim elimize örnekleri verilmiş, böyle davranın denilmiş. El-Nurul El-Halid’de (Sonsuz Nur’un Arapçası) bunlar ifade ediliyor...”
Aynı minvalde diğer ifadeler:
“Tamir edilecek çok şey var. Bunlar ancak akl-ı selim (selim akıl), kalb-i selim, ruh-u selim ile çözülür. Selim olmazsa, çok problemlere sebebiyet verir. Çok dengeli olmak lazım… Hiç beklemediğimiz bazı sürpriz durumlar ortaya çıkabilir. Çok tedbirli, temkinli, engin ferasetli olmak lazım. Farkında olmadan üzerimizdeki emanetlere ihanet etme durumu olabilir.”
Hocaefendi bir ara, misafirler içinde yer alan yirmili yaşlardaki bir gence babasının sağlığını sordu. Gencin müspet cevabından sonra şöyle dedi:
“Seneler geçiyor. On sene, yirmi sene, otuz sene, hep çizgisini korumuş. Bunu hafife almak doğru değil…”
Daha sonra, bugün bunca sıkıntılara rağmen, maruz kalınan bütün eziyetlere rağmen, “Everest tepesi gibi dimdik” duran, “hiç sarsılmayan” insanlardan bir demet örnek verdi.
Hocaefendi’nin misafirlerini kabul ettiği salonda, belirli aralıklarla ayetler, hadisler, beyitler, hikmetli sözler gösteren elektronik bir ekran var. Bu ekranlardan bir tane de binanın girişinde var. Daha mekana ayak basar basmaz misafirleri hikmet ve tefekkür dünyasına davet ediyor bu büyük ekran…
“Dişini sıkıp sabreden zaferyab olur (zafere ulaşır). Katlanmak lazım….”
Daha sonra bir talebesine bu sözün kaynağını sordu, bakıp gelen talebesi Arapça bir kaynağı ifade etti.
Hizmet dairesi içinde, “bir huzursuzluk, başkalarını sindirememe, hazmedememe, başkasına söz hakkı tanımama” gibi bir hadise olunca, bunun mevcut imkanların elden kayıp gitmesini netice verdiğini, üzerinde önemle durarak ifade ediyor Hocaefendi ve şöyle devam ediyor:
“Herşey kendini nefyetmeye (yok saymaya) bağlı, kendini sıfırlayacaksın, öyle olunca o kadar büyük rakamlara ulaşıyorsun ki… Bütün problemler hep ondan (kendini sıfırlamamaktan) çıkıyor. Hem büyük iş yapmak, hem iddiasız olmak. Bunlar çok önemli şeyler… Nefyi nefy ispattır. Yok, yok olursa var olur, hasılı yok, yok olursa var olur. İş ne bizimle başladı, ne bizimle biter, muvakkat (geçici) emanetçileriz.”
“Yapılacak çok şey var, halledilmesi gereken çok problem var… Eksik kalan şey, meydana gelen yırtık çok büyük. Çok emek istiyor, fakat ye’se (ümitsizliğe) düşmemeli. Allah’tan ümit kesmemeli. Bugün olmasa da yarınlar var… Derdi yeryüzünde huzur ve itminani temin olan, hep bunlarla oturup kalkan, hiçbir huzursuzluğa sebebiyet vermez. Ama derdi dünya olanın dünya kadar derdi olur.”
Cuma namazında okunan hutbedeki şu ifadelere bakın:
“Her yolun zevki, safası olduğu gibi; çilesi, ızdırabı da vardır. Hele bu yol sonsuzlukla kucak kucağa ve iç içe ise... Evet, ebedî mutluluk bir ulûfe olmayacağı gibi sonsuz nimetler de bir buluntu değildir. Aksine, her saadet, aşılması çok zor sarp tepelerin arkasında ve her nimet de, bin konağı olan, uzun bir yolun en son durağındadır. Evet, her nimet, upuzun külfetlerin gelip geçtiği yollarda gelişir ve her saadet de, bir sürü mahrumiyetlerden sonra elde edilir. Mısır’a hükmedebilmek için, kova gibi kuyuya salınmak, bir tutsak gibi esir pazarlarında dolaştırılmak ve bir mücrim gibi zindanlara atılmak şart ise, bunu değiştirmeye kimsenin gücü yetmeyecektir. Ve bunları görüp tatmadan da asla hedefe varılamayacaktır… İnsan, sıkıntılar için yaratılmış ve yolunu yığın yığın ızdırabın beklediği çileli bir yolcudur. Onun asıl kahramanlığı da, yolundaki bu güçlükleri yenmesine bağlıdır…Hizmet yolunda koşanlara, bu hakikatin anlatılmasında zaruret vardır. Aksine, onlar bu hakikati anlayıncaya kadar, ne yoldan ne de yolcudan bahsetmeye imkân yoktur.”
Pazar akşamı, sohbetin bitiminde, misafirlerden müsaade isteyip odasına geçerken; bunca hastalığa ve yüreğindeki sızılara rağmen, şükür makamının gereğini şu sözlerle ifade etti Hocaefendi:
“Bu kadar konuşma bile, sizinle bu kadar hemhal olma bile Allah’ın bir lütfu, yoksa çok kendimde değilim…”
Öncesinde, hapishanedeki bazı insanları ismen hatırlatarak, üzüntüsünü şöyle ifade etmişti:
“Çok içeride arkadaşımız var, yüreğim yanıyor. Seneler oldu, insanın hürriyetine, iradesine ket vuruluyor.”
Evet, bütün bu ifadeleri yan yana getirip, cuma hutbesini de ilave edince şöyle diyorum:
Ey hizmet yolunun yolcuları, mahsun olmayın, bu yolda çerçevesi yukarıda çizildiği gibi yürümeye devam edin, inşallah hedefe varacaksınız…
Sitemizi kullanmaya devam
ederek çerezleri kullanmamıza izin vermiş oluyorsunuz.
Detaylı bilgi almak için Çerez Politikasını ve Gizlilik Politikasını inceleyebilirsiniz.