Türkiye işgal altında...
Anadolu topraklarında daha önce böylesi hiç yaşanmadı.
Önceki istilalarda düşman dışarıdan geliyordu.
Şimdi, düşman içeride...
Dinle, Kur'an'la insanları aldatan; İslam'ın en kutsal değerlerini pervasızca siyasi menfaatleri için kullanan mümin görünümlü bir münafık güruhu ülkeyi çökertti.
Yıllarca başörtüsünün rantını yiyen, ama siyasi menfaatleri için Selçuklu'dan, Osmanlı'dan beri bu toprakların hiç şahit olmadığı bir canavarlıkla binlerce başörtülü kadını zindana atan bir işgal hareketi...
Memlekette bir yalan, hırsızlık ve hukuksuzluk iktidarı kurdular. Usame Bin Ladin kadar, IŞİD kadar, Boko Haram kadar dine zarar verdiler.
Ahmet Altan'ın savunması bu yalan, hırsızlık ve hukuksuzluk iktidarını tarih önünde sanık sandalyesine oturtan muhteşem bir iddianame... Baştan sona okudum ve bu sahtekar, hırsız rejimin hapishaneye attığı herkes adına ferahlık hissettim. Sizin de okumanızı tavsiye ederim.
Evet savunma değil, bir karşı iddianame kaleme almış Ahmet Altan... Çünkü savunma hukukun olduğu yerde olur. Oysa bugün Türkiye'de Saraydaki şahsın emir kulu haline gelmiş hakim ve savcılar var. Bu yüzden Ahmet Altan'ın dediği gibi bu dönemin iddianamelerinin her biri iftiralarla dolu birer paçavra...
Bu yüzden Doğu Perinçek dışarı çıktı, Ahmet Altan hapse girdi.
Hayatı hukuk ve demokrasi mücadelesi ile geçmiş Ahmet Altan'ı zindana atan, ama 40 yıldır ülkeyi karıştıran Doğu Perinçek'e altın devrini yaşatan bir işgal yaşıyor Türkiye...
Bu yüzden İpek ailesi, Boydak ailesi, Nakipoğlu ailesinin fertleri gibi nice Anadolu kaplanı hapsedilmiş vaziyette, ama memlekette ne kadar hırsız ve yüzsüz müteahhit varsa hepsi dışarıda ve el üstünde...
Başları ayak, ayakları baş yapan bir işgal hareketi bu...
Türkiye'nin bin yıllık tarihine kök salmış bütün Sünni dinamikleri ve Sünni birikimi yok etmeye yeminli bir “terörist projeyi” uygulayan bir işgal hareketi...
Sadece Milli Eğitim'ten atılan öğretmen sayısı 33 bin... Bu nasıl bir kıyımdır?
Cahiliye devri Araplarının bile düşmanlık ve intikama ara verdiği Ramazan'da dahi yeni doğum yapmış kadınları polis karakoluna götüren bir “terörist proje” bu...
Son yıllarda böyle Ramazanlar yaşıyoruz. Bu Ramazanda da her iftar sofrasına oturuşumuzda lokmalar yine boğazımızda düğümlendi. Bazen iftarımızı göz yaşlarımızla açtık.
Ramazan'da bileklere takılan her bir kelepçe bizim de bileklerimizdeydi... Bizim bedenlerimiz de, esaret altındaki binlerce insanla birlikte hapishane hücrelerindeydi...
Bayrama böyle girdik. Bu yüzden bu bayram günleri, bizim hüzün günlerimiz...
Ama çok iyi biliyoruz ki, “Türkiye bize kaldı” çığlıkları atarak her türlü zorbalığı yapanların sandığı gibi bu düzen bin yıl sürmeyecek, belki beş yılı bile bulmayacak...
Bakın, Ahmet Altan Silivri'den nasıl seslendi Saraydaki şahsa ve onun işbirlikçisi hakimlere ve savcılara:
“Benim hakkımda söylenen yalanları gördüğümde 15 Temmuz’dan sonra hapse atılan binlerce insanın nasıl bir hukuk katliamının kurbanı olduklarını daha iyi anladım. Hakkında yalan söylenen tek insan ben olamayacağıma göre bu tür yalan dolu iddianamelerin zehirli bir sarmaşık gibi yargıya dolanıp onu boğduğunu kabul etmemiz gerekiyor. Bu iddianameyi yazan savcının yalan söyleme ve saçmalama konusunda gösterdiği pervasızlık, bunun yargı sisteminde bir alışkanlık hâline geldiğini kanıtlıyor. Bu iddianameyi okuduğunuzda, Adliye Sarayı diye adlandırılan yerlerin nasıl bir hukuk mezbahasına döndürüldüğünü rahatça kavrıyorsunuz. Mehmet Altan’ın çok sevdiği bir sözü vardır, “bir damla kana baktığında bünyedeki bütün hastalıkları görürsün” der. Şimdi bu iddianameyi, bu bir damla kanı incelediğimizde, hukuk sisteminin cüzzama yakalandığını, etlerinin lime lime döküldüğünü bütün dünyayla birlikte göreceğiz. Mahkeme tarafından tahliye edilen insanların aynı mahkemenin kapısında yeniden tutuklandığı bir utanç ve zorbalık çağında yaşadığımızın, hukukun bizzat hukukçular tarafından katledilmeye çalışıldığı bir zorbalık döneminin tanığı ve sanığı olduğumun elbette farkındayım. Ama ben, “hukuk bazen uyur ama asla ölmez” diyen atasözüne inanırım. Bugün vurulan, yaralanan, kanayan, komaya sokulan hukukun bir gün sağlığına kavuşup geri döneceğini biliyorum. Şu anda iktidarda bulunan siyasetçilerle hukukçuların yalnızca bugünü düşünmelerine, 28 Şubat generalleri gibi “bugünün bin yıl süreceğini” sanmalarına karşın ben yarının geleceğini, daima geldiğini bilirim. Bu nedenle, iddianame olduğu söylenen bu köksüz ve temelsiz metni parça parça ederek, baskının biteceği, hukukun geri geleceği güne şimdiden bir belge bırakmak, bu iddianameye cevaben bir karşı iddianame yazmak için anlatacağım anlatacaklarımı... Ben suçlu olduğum için değil, “suçluların hukuku” iktidarda olduğu için hapisteyim... Baskı rejimleri kibrite benzer. Etrafı yakıp kül ederken kendileri de kendi ateşleriyle tutuşup tükenirler. Bu iktidar Türkiye’yi yakarken kendini de tutuşturup yok ediyor. Her gün kendi ateşiyle tükeniyor... Üç müebbet bana az geldi. Bunu altı müebbede çıkarmak için bir daha söyleyeyim: AKP iktidardan gidecek. Ve yargılanacaklar.”
Evet, “dinbaz ittihatçılar” koca bir ülkeyi çökerttiler. Ama kendileri de bu enkazın altında kalacaklar...
Ruslar, IŞİD'in lideri Ebubekir Bağdadi'yi öldürdüklerini iddia ediyorlar. Musul'da son kalıntıları temizlenen IŞİD, Bağdadi'nin kendisini Halife ilan ettiği ve hutbe okuduğu Musul'daki camiyi havaya uçurmuş.
Halifeliğin ilan edildiği camiyi havaya uçuran IŞİD gibi, bu iktidar da, ülkeyi yakıp kül ederken, yaktığı bu ateşte yanacak...
Hiç şüpheniz olmasın, zaman Ahmet Altan'ı haklı çıkaracak ve gelecek Ramazanlar, bugünkü mazlumların, mağdurların bayramları olacak...
Faruk Mercan