Kıymetli büyüğümüzün ruhunun ufkuna yürümesinin ardından yeniden, insana, hayata ve sağlığa dair yazılarıma kaldığım yerden devam edeyim istedim ama nafile… Her yönden esen haset rüzgarları zaman zaman uhuvvete zarar veriyor, zaman zaman vifak ve ittifakı etkiliyor, zaman zaman umutları kırıyor… Ve hatta maalesef zaman zaman haset, imani esasların önüne bile geçebiliyor. Samimi insanları karalamak, onları alaşağı etmek için iftiralar atmak ibadet neşvesiyle yapılıyor…Günümüzde özellikle hizmetle ilişkili olanlara hissedilen hazımsızlık hasedi duygusunu tetikliyor.
Tüm bunlardan hareketle, insan duygularından kıskançlık ve hasedin özünü gerçekten anlamak, bu yıkıcı duyguların bireyler ve toplum üzerindeki etkilerini kavramak, aynı zamanda sevgi, uhuvvet ve hoşgörüyü esas alan bir yaklaşımı benimsemek, hayati bir önem arz ediyor. Bu süreçte, nefsi terbiye ederek kalbi hastalıklardan arınmaya yönelik çabalar, hem bireysel hem de toplumsal huzurun anahtarı olacaktır diye düşünüyorum.
Kıskançlık veya haset, güvensizlik, yetersizlik ve değerli bir şeyi kaybetme korkusundan kaynaklanan kontrolü zor duygulardır. Bu duyguları uyandıran tetikleyicileri tanımak, bunlarla başa çıkmak ve üstesinden gelmek insan olabilmek adına çok önemlidir. Çünkü haset zamanla kin, nefret, tecrit ve ötekileştirmeyi beraberinde getiren bir histir.
Yaşanan bütün olumsuzluklara, iftiralara, kıyıma, yıkıma, hakarete rağmen küllerinden yeniden doğanlara, umutsuzluğa kapılmadan hayata sarılanlara, ne olursa olsun sapmadan yollarına devam edenlere büyük bir haset var, devamında öfke ve tepki var. İstiyorlar ki mutlu olmasınlar, istiyorlar ki üzgün kalsınlar, istiyorlar ki başaramasınlar, istiyorlar ki onlara muhtaç olsunlar, istiyorlar ki itibar kazanamasınlar. Kendi halinde yaşamını idame ettiren, tek gayesi rızayı ilahi ve ilayı kelimetullah olanların anlamlandıramadığı kavgalar, muhabbet fedailerini elbette çok üzüyor.
Kıymetli büyüğümüz Hocaefendinin ifadeleriyle, “Haset ve çekememezlik öldürücü bir marazdır; başkalarının yaptıklarını yapamayanlar, küfür ölçüsünde cinayetlere girerler. Bunun kestirmeden ifadesi şudur, birine göre: “Haset, bazen küfrün yaptırtmadığını yaptırtır!” Onun içindir ki, Hak dostu, “Ben, hâsidden daha ziyade mazluma benzeyen bir zâlim görmüş değilim!” diyor. Kim söylüyor bunu? Tâbiîn’in büyüğü, Hasan Basri Hazretleri. “Ben, hâsidden (haset edenden) daha ziyade mazluma benzeyen bir zâlim görmedim!” Hazreti Pîr, izah sadedinde, hasedin evvela hâsidi/haset edeni yakıp bitireceğini belirtiyor; “Haset ve kıskançlıkta öyle bir muaccel ceza var ki, o haset, haset edeni yakar.” diyor. Kendisinin yapmadığı/yapamadığı şey biri tarafından yapılıyorsa, hasetçi bir kere daha yanar, bir kere daha yanar.”
Evet, insanlık boyunca, peygamberler dahil, haset nedeniyle yaşanılan ibretlik hadiseler mevcuttur. Cennette Rabbimize teslim olmuş Hz. Adem aleyhisselamın sürçmesinin ardındaki şeytan davranışının ardında da haset duygusu vardır. Kuranı Kerim’de ahsen el kasas olarak anlatılan Hz. Yakup Aleyhisselamın oğullarının, Hz. Yusuf’a yaptıklarının da ardında haset duygusu vardır. Kardeşin kardeşe kıskançlık duygusuyla yapabileceklerini anlatan bu kıssa çok manidardır.
Peygamber olan, ilim sahibi Yakup aleyisselam, rüyasında onbir yıldız, güneş ve ayın kendisine secde ettiğini gören Hz. Yusuf’un rüyasını yorumlayarak: "Oğlum, rüyanı kardeşlerine anlatma; yoksa onlar sana bir tuzak düzenleyecekler." şeklinde ikazda bulunur. Onun özel bir lütfa mazhar olacağını ve büyük nimete (iktidar ve peygamberlik) kavuşacağını anlar. Kardeşleri, hem küçük olması hem de rüyanın tabirinden dolayı babalarının Hz. Yusuf’a gösterdiği sevgiyi ve ilgiyi hazmedemezler. Bu kıskançlık duygusu onları yanlış yola sürükler. Bu duyguyla, Hz. Yusuf’u öldürmeyi bile düşünürler, fakat daha sonra onu bir kuyuya atmaya karar verirler. Kuyuya atılan Hz. Yusuf’u, oradan geçen bir kervan bulur ve onu köle olarak Mısır’a götürür. Ama Allah’ın izni ve inayetiyle Hz. Yusuf, zindan yılları ve farklı imtihanları sonrasında, Mısır’da söz sahibi olur. Yıllar sonra kardeşleri kıtlık nedeniyle Mısır’a geldiklerinde onunla karşılaşır ve onu tanıdıklarında pişmanlık içinde af dilerler. Hz. Yusuf ise onlara merhamet göstererek, yaptığı hataları bağışlar ve Hakk’a teslimiyetiyle, başına gelen hadiseler karşısında sarsılmaması, metaneti, ismeti ve zindanı bir medrese hâline getirmesi bize emsaldir.
Tüm dertleri dünya ve dünyalık olanlar, nefret gütmeye devam edecek
Her ne kadar herkese karşı gönlümüzü açsak da, sürekli sevgi ve hoşgörüden bahsetsek de, tüm dertleri dünya ve dünyalık olanlar bizi anlamayacak, haset duygusuyla kin, nefret gütmeye devam edecektir. Oysa ki Kur’an-ı Kerim’de, “Size küçük bir iyilik, bir nimet ulaşsa, bu onları üzer. Başınıza bir kötülük gelse, bu defa sevinçten bayılırlar. Her şeye rağmen siz sabreder ve Allah'a karşı gelmekten sakınırsanız, onların hîle ve tuzakları size hiçbir zarar veremez. Şüphesiz ki Allah, onların tüm yaptıklarını çepeçevre kuşatmıştır.” (Al-i İmran 120) şeklinde bahsedilerek, haset yapanlar kınanır. Haset duygusuna müptela olan insanın -Allah muhafaza- kıldığı namazların, tuttuğu oruçların, yaptığı hayır ve hasenâtın hepsi kül olup savrulabilir. Efendimiz (sallâllahu aleyhi ve sellem), ateşin odunu yiyip bitirdiği gibi, hasedin de iyilikleri yiyip bitireceğini söyler.
Şimdiye kadar olumlu/pozitif şeyler karşısında, şeytan, kendi avanesini her zaman harekete geçirmiş; enbiyâdan evliyâya bütün Hak yolcuları onların çelmelerine maruz kalmışlardır fakat ona rağmen hiç durmadan yol almışlardır.
Herkes karakterinin gereğini sergiler, kendine yakışanı yapar. Maruz kaldığımız en basitinden haset kaynaklı kötülükler karşısında sessiz kalma, nefsimize çok ağır gelebilir. Ama “Biz, muhabbet fedaileriyiz, husumete vaktimiz yoktur!” dedik, hep diyeceğiz; kaba kuvvetle üzerimize gelenlere mukabele etmedik, etmeyeceğiz; ahd ü peymânımız var, ezilsek bile, zalimler gibi davranmayacağız!..” ***
[email protected] X:@esrabc