İnsanların gölgesinden korkar olduğu bir devri idrak ederken, hele; yaratanın bütün insanların kalbine yerleştirdiği, aslında her hatasında gonk vurup taşıdığı kalbi rahatsız eden vicdanının sesini bastırıp, inanmadıklarını dillendiren insanların arasında anlayan bir gönlü bulmanın ne kadar zor olduğunu tahmin ediyorsunuzdur.
Haksızlık karşısında avazı çıktığı kadar haykıran vicdan, bir noktadan sonra kısılan sesiyle onu taşıyan tarafından duyulmaz olur. Zira zulüm öyle bir kerteye gelir ki kişi esfel-i sâfilînin çukurunda debelendikçe debelenir.
Yaptığı zulümlerin yanına kalmayacağını çok iyi bilir ama artık tek tekerlekli bisiklete binen, ayakları da pedala sıkı sıkı bağlanmış sirk köçeği gibi, düşmemesi için sürekli pedal çevirmek zorundadır. O da bilir ki durduğu anda ayakları pedala bağlı olduğu için devrilmesi mukadderdir. İşte o gün başlarda gezerken ayaklar altında kalacağının idrakindedir. İşte bu yüzden enerjisi bitene kadar hatta tekeri patlasa bile jantın üzerinde pedal çevirmeye devam edecek, sonda patlayan lastiklerle önce yalpa yapıp sonra da duvara toslayarak içinde akla ve mantığa dair bir şey bulunmayan hasetin felç ettiği beynini dağıtacaktır.
Şimdi etraftaki kalabalıkların “İyi gidiyorsun ağam” tezahüratları arasında kendisini bekleyen akıbetten habersiz yokuş aşağı pedal bile çevirmeden son sürat gidiyor.
Geçenlerde “Fil süresini” yorumlayan bir arkadaş, Kâbe'yi yıkmaya gelen Ebrehe’nin neden taa Sana’dan Mekke'ye gelene kadar hiçbir sıkıntıyla karşılaşmadan gelişini Kâbe’nin yanında, tam da hücum esnasında "Ebabil kuşlarınca” helak edilmesini verilen mühlete izah etmişti. İyiye-kötüye, güzele-çirkine sebepler yaratan Rabbimiz, (kulun hakkı olmamasına rağmen) mahkeme-i kübrada hiç kimseye itiraz hakkı bırakmamıştır.
Bağlı bulunduğu bahçenin duvarına kadar olan ipinin ölçüsünü bilmeyen köpek, bahçe duvarının yıkılmasıyla dışardakilere son sürat saldırır. Saldırır ama ancak tasmanın boynuna oturduğunda anlar ipinin aslında ne kadar kısa olduğunu.
Başta da söylediğim gibi, aklın ve mantığın iflasıyla “Delidir ne yapsa yeridir” darb-meseliyle tarif edebileceğimiz, bir delinin peşinde teneke çalan sürülerin çıkardığı gürültüden korkan yığınlar, aslında; gidilen yolun yol olamadığını bildikleri halde bu etrafını ciddi şekilde rahatsız eden güruhu kimsenin uyarmaya cesareti kalmamıştır. Cami duvarının kirletilmesi, vicdanın susturularak zalime destek olunması ve mazluma sahip çıkılmamasından dolayı arzın ve semânın nefretini celb eden cürümlerinden bu güruhun ve elebaşlarının elbette akıbetleri çok hazin olacaktır.
Ayladır hapsedilen, süreç başlamadan evvel şimdi zalimin arkasında saf tutanlarca “Kerametvari bir zat” diye tarif ettikleri bir abimizin Medrese-i Yusufiye'den şartlı tahliye olduğunu duyduğumda yakınlarınca irtibat kurup aramak dertleşmek istedim. Bütün çabalarıma rağmen görüşmek istemediğini söylediler. Defalarca yakınlarını arayıp yalvarınca yeğenin hattı üzerinden görüşmek nasip oldu. Görüşmek istemeyişinin sebebini telefondaki sesi duyduğum da ancak idrak edebilmiştim.
Salih hocam ömrünü neslin ihyasına adamış, milletin selametinin iyi eğitimli fertlerle mümkün olacağını idrak etmiş ve bunun da hakkını vermiş yiğitlerden biriydi. Sesini dünyanın neresinde duyarsam duyayım tanıyacağım bu dev kâmetin telefondaki sesi duyduğumda başta benimle görüşmek istemediği için bir yakını tarafından işletildiğimi sanmıştım. Meğer o peltek peltek konuşmasının sebebi; çok değil dört beş sene evvel serkeş çocuğunu “Hocam ben çocuğumu üniversite filan kazansın diye değil, sizin gibi biri olsun yeter. Yani adam olsun hocam” diyerek, türlü iltifatlar ve araya da itibarlı esnaf abileri koyarak Salih hocaya emanet etmiş emniyet amiri tarafından önüne konulan isim listesini imzalamadığı için, dişlerini tornavida dayayarak çekiçle her gün birini kırdıkları için şimdi peltek peltek konuştuğunu öğrenmiştim.
Evet Salih hocam telefona çıkmıştı ama konuşmalarını anlamakta zorlanıyordum. Hem konuşmak istemiyor hem de konuşsa bile kırılan dişlerinden dolayı konuşurken ne dediğini anlamak oldukça zordu. Eski dostluğun ve hasretin verdiği bir de gördüğü yürek yakan işkenceleri duyunca dayanamadım telefonda hıçkıra hıçkıra ağladım.
Neler yapmamışlar ki Salih hocama! Cinsel organına elektrik verme mi dersiniz, makadına yabancı maddeler sokularak kalın bağırsaklarının işlevsiz hale getirilmesi mi dersiniz. Hele hele eşi yanına getirtilerek; verilen listenin imzalanmaması durumunda imzalayıncaya kadar karakolda her gün bir polisin, gözleri önünde eşine tecavüz edeceklerini söyleyerek tehdit etmelerini mi dersiniz.
Ben bunları duyduğumda adeta yıkıldım. Nutkum tutuldu sadece ağlayabildim saatlerce. Ve ellerimi açıp yalvardım rahmeti sonsuza…
Ey Rabbi'min gayreti çabuk yetiş imdada! Kur’an’ı Azimüşşan hürmetine, Esma-i Hüsnan hürmetine, İsmi Azam hürmetine, Habib-i Edibim Hz Muhammed Mustafa (SAV) hürmetine ne olur Allah’ım, zalimlere verdiğin mühleti sonlandır. Tahammül edilir dert değilmiş bu. Emzikli anneler sütlerini lavabolara sağar oldu. Sıfır-beş yaş arası yüzlerce çocuk hapishanelerde anneleriyle çileye ortak oluyorlar. Oyuncak vermenin bile yasak olduğu bir dünyada naz yapıp ağlamaları bile yasak. Ranzalar arasında saklambaç oynuyorlar. Kimisi hastalanıyor doktora bile götürülmüyor. İleride telafisi mümkün olmayan derin yaralar açılıyor minicik yüreklerinde.
İnsan merak ediyor değil mi; Hizmet Hareketine mensup insanlara nasıl bu kadar acımasızca zulmediliyor diye. Ben de merak edip, uzun zamandır tanıdığım Hizmet Haraketiyle hiç bir alakası olmayan insaflı bir sosyalist emniyet amirine sordum bu soruyu. Cevabı Kura’an’da “Eşrefi mahluk” olarak tarif edilen bir insanın nasıl, yine Kur’an’ın ifadesiyle “Belhum adal” yani hayvanlardan daha aşağı hale geldiğini ağzım açık idrak ettim. Cevabı şuydu: “İşkenceci bir çok canavara Hizmet Hareketinden gasb edilen büyük servetler ve gayri menkuller peşkeş çekiliyor. Terfi ettirilip yaptıkları işkencelere göre ödüllendiriyorlar. Bunları madden öyle ihya ediyorlar ki bunlar yüz yıl yaşasalar ve doğdukları günden ölümlerine kadar mevcut maaşlarının yüz katını alsalar yine bu servete sahip olamayacakları kadar dünyalığa boğuyorlar. Bununla, hem bu işkencecileri suç ortağı yapıyorlar hem de kendilerine mahkum ediyorlar”
Bunları size anlatırken tahammüllerinizi zorlamak, dertlerinize dert katmak değil amacım. Amacım tarihe not düşmek. Bir gün hukuk tatilden döner de mesaiye başlarsa, hesap defterinde kaydı olsun diye yazıyorum.
Gece koyu karanlık. Deniz fırtınalı yelkenler yırtık. Sebepler sükut etti. Karaya vurdu umut vapuru. Dua dua dostlar. Dualarla kurtulur Yusuf’lar zindandan, dualarla kurtulur Yunus’lar zulmetten.
Not: Yazılarımda geçen isimler mekânlar meslekler birebir değildir. Mağdur ve yakınlarının selameti adına isimler mekânlar ve meslekler değiştirilerek yazılmıştır.
Ercümend PERVER