Onunla; Orta okul birinci sınıfa yeni başladığım 1983 yılı Ekim ayı başlarında kalacak bir ev ararken tanıştım. O, o zamanlar esnaf olan babasının yanında çalışıyordu. Son derece sert mizaçlı olan babasının aksine o son derece mülayim güler yüzlü tatlı dilli, bedenen oldukça zayıf, ahlaken zarif mi zarif; baktığınızda Allah’ı hatırlatan dünyalar tatlısı bir insandı.
İnsan böyle bir tarifte her zaman yaşlı, piri fani birini tasavvur edebiliyor. Bahsettiğim abi o zamanlar yirmi yaşlarında idi. Ailecek tanıdığım bu güzel insanın anne ve babası Hak karşısında boynu kıldan ince ama haksızlık karşısında kükreyen bir arslanı andırıyorlardı. Biraz usül konusunda eksikleri olsa da evlatlarının tamamını hizmet-i İmaniye ve Kur’aniye davasına adamış, Allah’tan başkasından korkmadıkları gibi “İyya ke’nağbûdü” sırrını idrak etmiş “Hasbunallahu ve niğmel vekili” sadece diline değil kalbine de söyletmiş Allah’a tevekkülü tam yiğit mi yiğit bir anne baba idi.
Bu aileyi şimdi kırk bin (O zamanlar otuz bin idi) nüfuslu bir ilçede tanımayan yoktu. Hele bu abiyi kırk bin nüfusun akıl baliğ olmayanları saymazsak ilçenin tamamı tanır. Çünkü sağcısı solcusu, her türlü meslek ve meşrepten başı sıkışan ona gelir. Borç isteyen, okula giden köylü çocuğuna kalacak bir yer arayan, maddi imkanları olmayanların burs bulması için kapısını ilk çaldığı bu abi idi. Allah bu abiyi adeta ahirete müteveccih olsun diye ellinden bir çok şey, teker teker aldı. Bir çok acıyı dünyada tattırdı. Küçük yaşta yavrusunu kaybetti. Sonra ilçede en büyük giyim mağazası onundu. Bir vesileyle orayı bir arkadaşına devretti. Farklı bir iş yapmak istediğinde o an için ilçeye bir kız yurdu yapılması gerekiyordu. Uzun zamandan beri gündemdeydi ama ciddi paraya ihtiyaç vardı. Abi, gözünü kırpmadan parasının tamamını verdi. Elinde bir şey kalmamıştı. Bu arada babası yatağa düştü onunla ilgilenmek zorunda kaldı.
İş yapamaz olmuş babasının başından ayrılamıyordu. Görenleri imrendirecek “İşte evlat dediğin böyle olur” dedirten bir ilgi ve alaka gösteriyordu babasına. Bu hal uzun bir süre devam etti. Sonra Allah rahmet eylesin babasını kaybetti. Babasından kalan iki dönümlük bir üzüm bağı vardı. Onunla ilgilenip rızkını temine çalışırken bir gün eski model “Broadway" marka otomobiliyle büyük bir kaza atlattı. Arabanın kaza yerindeki hali ancak arabadan anlayanların “Bunlar bir araba parçaları” diyeceği şekilde paramparça olmuştu. İşte böyle bir kazadan burnu bile kanadan kurtulan abimizin psikolojisinde hiç bir değişiklik yoktu. Maddi manada “Dünya yıkılsa umrunda değil” derler ya hani. Neşesinden hiç bir şey eksilmemiş yine o mütebessim çehresiyle etrafına tebessümler dağıtmaya devam ediyordu.
Aradan çok geçmeden annesini kaybetti. Mübarek bir kadındı. Bu abi gibi dört tane daha yiğit yetiştirmişti ama onlar kendi ilçelerinde değil dünyanın başka coğrafyalarında imana ve İslam'a susamış gönülleri ihya etmek için hicret etmişlerdi.
17 - 25 Aralık'tan sonraydı. Bir yaz günü tatilimi memlekete geçirmek için gittiğimde; O’nu eski model bir bisiklete binerken gördüm. Çok duygulandım. Kendisine belli etmemeye çalışsam da o anladı. “Abi nasılsınız” dedim “Yalan dünyanın boş işleri, uğraşıyoruz” dedi. Sonra takıldım biraz “Abi sen nasıl paralelsin yahu, Mossad ajanlığı sizde, KGB sizde, CIA sizde ama hala züğürt yaşıyorsunuz. Biraz paraya kıy da kendine şöyle Ferrari filan al” dedim. Gülüştük…
Şimdi koca ilçede kime sorsanız hakkında hüsnü şahadette bulunulan bu abiyi on beş Temmuz darbe tiyatrosundan sonra devrin zalimleri göz altına aldılar. Önce malına el koydular. Mal dediğiniz de; babasından kalan bir üzüm bağı ve bir gecekondu ev. Bir zamanlar maddi imkanları oldukça iyi olan abimizin zaman içerisinde bir emekli maaşından başka bir şeyi kalmamıştı. O da zalimin adamları tarafından elinden alındı. Gözaltında günlerce işkence ettiler. İtirafçı adı altında masum insanlara iftira atması için. Zaten bedenen çok zayıf olan abimiz iyice zayıflamış, ellerinde ölmesinden korkan bazı polisler konuşturamayacağını anlayınca savcıya rapor etmişler, “Bu adam konuşmaz” diye. Savcı da tutuklanmak üzere mahkemeye sevk etmiş. Tabi sonra malum hapishane.
O gündür bu gündür hapishanede olan abimize kafayı takan savcı, daha sonra eşini de göz altına alarak bir kez daha karakola getirterek işkencelere eşinin gözü önünde devam ediyorlar. Yapılan işkenceleri anlatmaya ne bizim ahlakımız, ne de yüreğimiz müsaade ediyor. Şu kadarını söyleyeyim ki; bu abiye yapılan işkenceyi dünyanın en vahşi canavarlarına yaptırmak isteseniz yaptıramazsınız. Ama sureten insan kılıklı aşağılık mahluklar pervasızca yapabiliyorlar. Yukarıda da ifade ettiğimiz gibi bedenen son derece zayıf bir abi. Boyu 175 gibi. 60 kilo olan abimiz 8 gün işkence gördükten sonra 5 kilo daha zayıflıyor. Bir kez daha konuşturamayacağını anlayan zalimler tekrar hapishaneye götürüyorlar abiyi. Bu arada eşini bir müddet daha orada tuttuktan sonra denetimli serbest bırakıyorlar. Çok geçmeden ablamız yaşadığı stresten kanser hastalığına yakalanıyor. Şimdi hastanede kemoterapi tedavisi görüyor.
Ey dün menfaatiniz için abimizin eşini aşındıranlar! Neredesiniz? Yarın mahkeme-i kübrada karşılaşırsanız, iyilikten başka bir şey görmediğiniz bu abiye zulmedenleri desteklediğinizden dolayı nasıl hesap vereceksiniz? Hele onu ihbar edenler, rahat uyuyor musunuz yatağınızda. İçiniz ferahladı mı abiye yapılanları duydukça? Keyfiniz geldi mi şimdi? Tüttürüyor musunuz gerine gerine zevkle sigaralarınızı? Hey zavallılar, hayat dünyadan ibaret değil. Bir de yerin altı var. Orada hangi bahaneye sarılacaksınız? Haa bir de akrabalar var ki bahaneleri evlere şenlik: “Biz ona dedik bu davadan vazgeç diye”
Be hey utanmaz haysiyetsizler! Çocuğunuzu dershaneye üç beş kuruş daha ucuza kaydettirmek için yüz suyu dökerken de bunları söyleseydiniz ya...
Siz bu satırları okurken “Ercümend Bey biraz ağır olmadı mı” diyebilirsiniz. Ama siz şu anda benim buraya yazmadığım işkence ve abiye yapılan gayr-ı ahlaki şeyleri bilmiyorsunuz. Gerek aileyi gerek siz okuyucularımı rencide edeceğinden ve de yapılanları anlatmamıza ahlakımız müsaade etmediğinden bunları yazamıyorum. Şu kadarını söyleyeyim ki duyduğunuzda sabah akşam bunlara lanet okuyacağınızdan eminim.
Ercümend PERVER