Atıf Egemen Ağabeyimiz, ince, nezih ve Sahabe hayatı gibi bir hayat yaşayan güzel bir insandı. Denizli Hapsine girdiği zaman daha ilk günlerde “Biz burada dokuz ay on gün kalacağız, sonra bir bebeğin ana karnından günahsız olarak doğduğu gibi günahlarımızdan arınmış olarak çıkacağız” diye bir müjde vermişti. Gerçekten öyle olmuştur. Allah kalblerine ilham ederse, bildirebilirler. Fakat böyle şeyler izin verilmeden söylenmez. Çünkü “Lâ yâlemü’l-ğaybe illallah” Yani “Âllah’tan başka kimse gaybı bilmez” diye bir yasak vardır. Söylemeye izinli olanların bir kısmı söylese de, bir kısmı Muhyiddin İbn-i Arabî’nin yaptığı gibi, remizli ve rumuzlu ifadelerle ancak ifade edebilmiştir. Hep o yasağa saygılı kalmışlar, bu yasağın edebine karşı saygısızlık yapmamışlardır.
Âhir zamanda Müslümanların sıkıntılarını hafifletmek hatta gidermek için müjdeler nev’inden güzel rüyaları da Cenab-ı Hak ihsan etmektedir. Bunlara mübeşşirat denilir.
Hapisanelerden bilhassa onların yakınlarından bizlere kadar ulaşan rüyalar mevcuttur. Bazılarını aktarmak istiyorum:
Mağdurlardan bir ablamız diyor ki:
“Perşembeyi cumaya bağlayan gece rüyamda, kardeşimin yanında iki bayan oturuyordu. ‘Siz kimsiniz?’ dedim. Solumdaki ‘Ben Âişeyim’ dedi. Sağındaki ise ‘Ben de Hatice’yim’ dedi. ‘Şu anda biz beraberiz’ diye ilave ettiler.
Üst üste aynı rüyayı gören bir mazlum ağabey diyor ki: “Rüyamda, çok güzel nurânî sîmalı birisi yanımıza girip geldi bize ‘Haydi artık çıkıyorsunuz!’ dedi. ‘Hepimiz birlikte mi?’ diye sordum. ‘Evet hepiniz beraber çıkıyorsunuz!’ dedi. Çıkıyoruz ama, dışarısı çok karışık görünüyordu. Ama bu sıkıntı bizim için değil; onlar içindi.”
Mağdur eşi bir ablamız anlatıyor: “Görüşe gideceğim günün gecesi rüyamda kendimi, uçsuz bucaksız bir denizin içinde gördüm. Hayatımda öyle berrak ve temizini görmemiştim. Denizin dibinde harika taşlar vardı. Karşımda, benim gibi, dizlerine kadar denizin içinde biri vardı, fakat yüzüne bakmıyordum. Her ikimizde hayranlıkla denizin içindeki kuşlara bakıyorduk. Kuşlar küçük, çoğunlukla renkleri şeffaf ve buz mavisi idi, kanatları da zârifti. ‘Bu kuşlar boğulur, onları çıkarmalıyız.’ diyordum. Karşımdaki kişi ‘Sakın onları denizden çıkarma, yoksa kanatları yeterince güçlenemez. Biraz daha orada kalmaları lâzım.’ dedi. Başımı sol tarafa çevirince, kumsaldan insanların hayran hayran denizin içindeki kuşlara baktıklarını gördüm. Tam bu sırada orada bir zât belirdi ve ‘Hapisteki binlerce Yusuf’un biraz daha Medrese-i Yusufiyede kalması gerekiyor’ dedi.”
Eşi hapiste olan başka bir ablamız anlatıyor:
“Eşim Efendimizi (S.A.S.) iki defa rüyasında görmüş. Diğer arkadaşları da sürekli görüyorlarmış. Yakaza hâlinde bile görüşenler varmış. Eşim tek başına hatimler indiriyormuş. Üç saatten fazla uyumuyormuş. Odalarına sürekli ziyaret eden yüce zâtlar varmış. Yine bir gün Efendimizden şöyle bir müjde almışlar: ‘Sabredin, az kaldı’…”
“Eşim bana, ‘Biz ne zaman çıkacağımızı biliyoruz. Bu bize, müjdelendi. Ama (Gaybı Allah’tan başka kimse bilmez) yasağına karşı, edebimizden dolayı, biz bunu buradaki arkadaşlarla bile aramızda konuşmak istemiyoruz. Ayrıca biz burada Cennette gibiyiz; dışarı çıkma arzusu da edeben bize uygun düşmüyor.’ dedi. bir seferinde eşimin annesiyle ziyarete gitmiştik. Eşime ‘Oğlum her halde önümüzdeki yazı da burada geçireceksiniz!.’ diye bir söz söyleyince ‘Hayır anne inşallah önce çıkacağız!.’ dedi ve ‘Cennette yaşamayı hayal ettiğim bazı şeyleri burada yaşıyoruz zaten!’ diyerek büyük bir moral verdi. Böylece hasret çekişimizi unutuyoruz.”
Allah büyük, kışta yazı yaratır…
E.Abdurrahman