Cezaevine mağdur ve mazlumlarımızın yanına başka bir davadan tutuklu 20-21 yaşlarında bir genç getirilir. Genç çevreye hayretle bakar. “Siz herşeyi böyle açıkta mı bırakırsınız?” der. Onlar da “Evet” derler. Genç “Bizim koğuşta, dolaplar kilitli olduğu halde, yine de çalıyorlar! Sizler asla terörist olamazsınız.” der.
Bir akşam bu koğuşa yani 90 kişilik spor salonuna gardiyanlar gelip, “Biz buraya geldiğimizde huzur buluyoruz, gözyaşlarımızı tutamıyoruz… Bize de dua edin. Sizler terörist olamazsınız. Bu işte bir yanlışlık var.” diyorlar.
Bir teyzemiz, mahkemeye verilmiş. Hakim demiş ki: “Sen Hizmete para vermişsin?” O da demiş ki, “İyi ettim, has ettim… Senin paranı mı verdim? Verdimse kendi paramı verdim!..” Demesine demiş de, hemen tutuklanmış. Ne yapalım iki ay yatıp çıkmış.
Onun bu tavrı, 70 sene önce Konyalı Halıcı Sabri Ağabeyimizi hatıra getiriyor. Ağabey, Üstad rahat seyahat edebilsin diye Üstad Hazretlerine bir taksi satın alıyor. Bu yüzden hâkim karşısına çıkarıyorlar. Hâkim, “Sen Said Nursi’ye bir taksi alıvermişsin? Niçin?” diye soruyor. Sabri Halıcı Ağabey de “Yaptığı Hizmetler hoşuma gitti, alıverdim. Sen de güzel işler yap, sana da alıvereyim!..” diyor. Tabii daha sonra bu mert adamın bu sözlerinin intikamını alıyorlar.
Bu süreçte şahit olunan olayları öğrendikçe diyoruz ki: “Sanki onları hapisane özlemiş. Çünkü onlarla beraber Efendimiz (S.A.S.) gibi büyükler de onlara uğruyorlar. Kendi mis kokularını da getiriyorlar. Oralar, gülizara dönüyor.
Prof. Dr. Osman Özsoy anlatmıştı: “Bir nüfus sayımında ben de görevliydim. Emin olun, girdiğimiz her evin kokusu farklıydı. Daha sonra dünyanın neresinde ziyaret etmişsem, Hizmetin evlerinin ve yurtlarının hepsinde aynı kokuyu hissettim. Bu tesbitimi bir ziyaretimde Hocaefendiye arz edince bana dedi ki: ‘Osman Bey, uğruyorlar!..’
Bir mağdur yakını gönderdiği e-mail’de diyor ki:
“Açık görüşte bize şunları anlattı: “Namaz için hazırlık yapıyorduk, bem beyaz elbiseler ile Efendimiz (S.A.S.) içeri girip yanımıza geldi. Ben heyecandan bayılmışım. Arkadaşlar dedi ki: ‘Parmağını bir tarafa çevirerek – Hoş geldin yâ Resulullah! Dediğini duyduk ve sen bayıldın. Senin etrafına toplandık. Gardiyanlar, bir doktor getirdiler. Sonra sen titreyerek uyandın…’ Her taraf mis gibi kokuyordu… Hatırladığım kadarıyla, Efendimiz (S.A.S.) benim hoş geldin dememden sonra mübarek elini başıma koyup ‘Sana şefaat için geldim. Az kaldı sabredin!..’ demesiydi…”
Zaten açık görüşe gelince mis gibi koku oraları da kaplamış.
Bir ablamızın eşini cezaevinde ziyaretten dönünce gördüğü rüya: “Efendimizin (S.A.S.) elinde asâsı, bembeyaz elbisesi vardı. Altın sarısı bir kumda yürüyordu. Yanımda Ezvâc-ı Tâhirattan bir annemiz vardı. Ben o annemize sordum: ‘Muhterem Vâlidemiz, Efendimiz nereye gidiyor?’ Dedi ki: ‘Şu gördüğün dağı aşmaya’ dedi. ‘Ne var orada?’ dedim. ‘Sizin yurdunuz var. Oradan gelen nidalara icabet etmeye!..’ Ben de ‘Sizi kırmaz. Kendisine söyleyin de hızlı yürüsün. Biz çok dardayız, zordayız!’ dedim. ‘Duada ısrarcı olun. Sürecin bitmesini istemede değil; duada ısrarcı olun güzel insanlar!’ deyince, ‘Biz sizin için GÜZEL isek gerisi mühim değil’ dedim. ‘Allah’tan istemekten çekinmeyin, utanmayın. Allah ‘ol!’ der ve olur.” dedi. Ben çok ağlıyordum. ‘Allahümme haracen ve mahrecen dedikten sonra ‘Zaman belirli… Duada ısrarcı olun.’ diye tavsiyede bulundu.
Bütün bunların bir şeyler ifade ettiği muhakkak, biz sadece işimize bakalım.
E. Abdurrahman