Hadis-i Şeriflerde âhir zamanda geleceği müjdelenen ve göğsü dövüldükçe davası genişleyen Salih genç gibi bu Hizmet-i İmaniye ve Kur’aniye de taarruz edildikçe büyüyor ve genişliyor. Üstad Hazretlerinin bu hususla ilgili Lâhika Mektuplarında şu ifadelerine rastlıyoruz:
“Aziz, sıddık, sarsılmaz, yılmaz, sebatkâr, fedakâr kardeşlerim!.. Böyle şiddetli taarruzlara karşı sizi teşvik ve cesaretlendirmeye lüzum görmüyorum. Sizin kuvvetli metanetiniz ve Risale-i Nur’a gelen her elîm hadisenin altında bir inâyet ve rahmet bulunduğuna itikadınız, teşvik için kâfidir, diye biliyoruz.”
“Risale-i Nur bir cephede dursa da başka cephelerde fütuhâtı o durmanın yerini tutar. Hatta burada da (Kastamonu’da), bu hadise münasebetiyle ihtiyata binâen bir derece durmaya niyet ettiğimiz halde, bilâkis Isparta’daki durgunluğa karşı, buralarda inkişaflarla tezahür etti. Elhamdülillahi hâzâ min fazlı Rabbi…”
“İman hizmeti, iman hakikatları, bu kainatta her şeyin üstündedir, hiçbir şeye tâbî ve âlet olamaz. Fakat, bu zamanda, ehl-i gaflet ve dalâlet ve dinini dünyaya satan ve bâkî elmasları şişeye (cam parçasına) değiştiren gâfil insanlar nazarında o iman hizmetini hâriçteki kuvvetli cereyanlara tâbî veya âlet telakki etmek ve yüksek kıymetlerini umumun nazarında düşürmek endişesiyle, Kur’an-ı Hakîm’in hizmeti, bize kat’î bir surette siyaseti yasak etmiş.
“Sizler, ey ehl-i siyaset ve hükümet, evham edip bizlerle uğraşmayınız. Bilakis kolaylık göstermeniz lâzımdır. Çünkü hizmetimiz, emniyet hürmet ve merhameti tesis etmekle hem asâyişi, hem inzibatı, hem ictimaî hayatı anarşiden kurtarmaya çalışıp, sizin hakikî vazifenizin temel taşlarını tesbit ediyor, takviye ve teyid ediyor.”
“Ehl-i dalâlet, siyasî memurları aldatıp, Risale-i Nur aleyhinde genişçe, buradan oraya kadar bir daire içinde taarruz edip, kuvvetinin derecesini anlamak istediler. Gördüler ki, sökülmeyecek, mağlup edilmeyecek bir kuvvette gördüklerinden, ehemmiyetli, büyük resmî makamlarda, mâhiyetini bahse ve dikkate vesile ettiklerinden, mecburiyetle, bir nevi sulh ve anlaşmaya yol hazırlamak ve şimdiye kadar hakikat ve hikmete muhalif olarak, iyilikleri ölen reise ve fenalıkları millete, orduya vermek yerinde, o büyük hataya bedel, bütün fenalıkları ölene verip, kendilerini bir derece o dehşetli hatâlardan kurtarmak çâresini aramaya, bir zemin teşkil etmeye çalışmış ki, hem rüya, hem bu haberler haber veriyor.”
“Risale-i Nur’un erkânından birisi, kat’î bir surette haber veriyor ki, üç-dört adam, dünya servetinin hatırı için toplanıp münafıkçasına tedbir kurdukları hengâmda, üç gün sonra o üç-dört adamın hâneleri ve birinin dükkanı yanıp, her biri binler lira zâyiatla tokat yediler.
“Hem bir dessâs casus adam, Risale-i Nur talebeleri aleyhinde çalışıyordu ki, onları hapse attırsın. Bir gün, serbest olarak ‘Ben, bir ipucu bulamadım ki, bunları hapse soksam. Eğer bir ipucu bulsam onları hapse sokacağım.’ diye ilân ettiği vakitten iki gün sonra bir iş yapıp, Risale-i Nur talebeleri yerinde o adam iki sene hapse girdi.
“Hem bedbaht, inatçı bir adam, Risale-i Nur aleyhinde, hem talebelerinin bir rüknü aleyhinde mütecâvizâne bulunduğu hengamda, bir-iki gün sonra meyhaneye gidip içe içe çatlamış, orada ölmüş. Bu neviden çok hâdisler var. Demek Risale-i Nur, dostlara ilaç olduğu gibi, düşmanlara da yıldırım oluyor.”
“Hatta hapis musibetimiz, gerçi zâhiri bir azap idi, fakat hakikat noktasında hizmetimiz hakkında büyük bir inâyet ve rahmete çevrildi.”
Mazdum ve mağdur bir ablamızın hapisten eşine gönderdiği mektupta şöyle diyordu:
“Rüyamda umreye gitmişiz. Efendimizin (S.A.S.) kabrini ziyaret edeceğiz. Tam ziyarete girdik. Efendimizle (S.A.S.) aramızda bir adam sığacak kadar boşluk var. O kadar yakınız. Kokusu beynime gidiyor, çok etkileyici… Selâma durduk, epeyce ağladık. Biz secde ederken, Efendimiz (S.A.S.) başımızda bekledi. Sonra O (S.A.S.) bizi geziye çıkardı. Cennetü’l-Bakıye gittik. Hanımlarının kabirlerini, Hz. Osman’ın kabrini ziyaret ettik. Oradan Uhud tepesine gittik. Okçular tepesine çıktık. Efendimiz (S.A.S.) bembeyaz giyinmiş. Uhud şehidlerini gezdirdi bize. Hz. Hamza, Hz. Mus’ab, Hz. Abdullah b. Cahş, tebessüm içinde bize bakıyorlardı, biz sürekli dua ediyorduk. Hz. Hamza Efendimizin ‘Siz kendinizi sahipsiz mi zannettiniz?’ cümlesiyle ağlaya ağlaya Uhud mağarasına geldik!..”
Bize ne hatıralar geliyor da, biz ancak çok azını sizlere yansıtabiliyoruz!..