Her şeyin bir zamanı ve çok değer ifade ettiği bir ortamı vardır. O zaman ve ortamlar dışında o kıymeti elde edemez. Üç aylarda, mübarek gecelerde, Cuma günü duaların icabet saatinde sevaplar kat kattır. Hele Kadir Gecesinin sevabları bir başka!.. Bir gecede, 83 senelik bir ömür kadar ibadet sevabı kazanılıyor. Biz, bu mübarek gün ve gecelerin dışında ne yaparsak yapalım o kadar ecir ve mânevî ücreti kazanamayız.
Ensar ve Muhacir olmanın önemi de o günlerin, o zulüm atmosferinin dehşetinden ileri gelmektedir. Başka zamanlardaki yardımları ve sahip çıkmalar insana o konumları kazandıramaz. Kış günü dondurucu soğukta düşman karşısında bir saat nöbet, bir sene ibadet sevabı kazandırıyor. Şehid bir anda, ancak 40 sene ibadetle, takva ve riyazat ile kazanılacak bir velilik mertebesi kazanıyor.
İşte bu süreçte yapılan fedakârlıkların ehemmiyeti de öyle… Tabiî yapılan ihanet ve iftiraların da Allah katındaki durumu da öyle olur. Cenab-ı Hakkın nasıl muamele edeceğini bilemeyiz ama, her şey ortada…
Yaşanmış bazı olayları aktararak, meseleyi takdim etmek istiyorum… Mağdur ve mazlum yakınlarından gelen bir mektupta şunları okuyoruz:
“Dayıoğlunun eşini, tutuklu eşi ile görüşe götürdüm. Otoparkta beklerken elinde termos ve poğaça satan temiz giyinişli bir kişi, dikkatimi çekti. Hem çay alayım, hem de durumunu öğreneyim diye yanına yaklaştım. Çayımı alıp muhabbete koyulduk. “Nerelisin, kaç çay satıyorsun?” derken, kendisinin memur iken mağdur olduğunu, çay satarak oğlunu okuttuğunu aslında oğlunun hizmet evlerinde kalırken hiçbir problemin olmadığını ama ayrıldıktan sonra maddî-mânevî problemlerin ve yüklerin başladığını anlattı. Birbirimizi daha iyi tanıyınca şunları anlattı: ‘Görülen duruşmalar bitmeden buradan ayrılmıyorum. Çünkü duruşmadan çıkanlar çay v.s. alıyorlar. Geçenlerde, gece saat ona geliyordu. Şu ilerideki ağacın altında bir adam oturuyordu. Oturması uzun sürdüğü için dikkatimi çekmişti. Önce sormaya çekindim. Ama daha sonra yaklaşıp: ‘Beyefendi çay içer misiniz?’ dedim. O, -Param yok ama… dedi. Ben de, -Zaten saat geç oldu, daha çay satamam… Dökeceğim çayı… Dolayısıyla paraya gerek yok… Poğaça da yiyebilirsin. Dedim. Olduğu yerden kalktı biraz yürüdük… Işığa çıkınca baktım, nur dolu bir sîmâsı vardı. Tertemiz birine benziyordu. Sonra, -Telefonunu kullanabilir miyim? Dedi. Verdim. Ailesinden birilerini aradı. Sonra da anlatmaya başladı: -Ailem İstanbul’da oturuyor, eşim de tutuklu. Ben bugün tahliye oldum. Burada kimsem yok. Eşim bu cezaevinde yatıyor. Ne yapsam diyerek, burada kalakaldım.
“Belli ki, konumu yüksek birisi… Ben hemen telefona sarıldım, komşuyu aradım: -Arabayı kap gel misafirimiz var.’ Dedim… Ama o kafasını salladı ‘Olmaz’ dedi. Ama ben çağırmıştım bile. Çok ısrar etmeme rağmen, bize götüremedim. ‘Sizi sıkıntıya sokarım. Aradım ya, beni almaya gelecekler.’ dedi. ‘Ya İstanbul’dan kaç saatte gelecekler? Nerede kalacaksın? Hem paran da yok.’ diye ısrar ettim. Ama nâfile… Sonra anladım ki, eşini, mânen de olsa, bırakmak istemiyordu. Baktım olacak gibi değil, cebimdeki günlük hâsılatım olan 210 lirayı eline tutuşturup, ‘Bunu bâri al benim için… Yoksa ben bu gece uyuyamam!’ dedim. Adımı ve bilgilerimi aldı ve aklım orada kalarak ayrıldık. O gece rüyamda dedemi gördüm. Bana dedi ki: ‘Oğlum yerini hazırladım… İstediğin zaman gelebilirsin buraya!’ Aslında her gün belki onlarcası yaşanan hâdiselerden birisiydi. Ama asıl kahramanlar içeride. Cenab-ı Hak, tez zamanda onları hak ettikleri hürriyete ve sevdiklerine kavuştursun.”
Bu mağdur ve mazlumların içeride ve dışarıda sıkıntılarına çare olmanın tam zamanı… Şartların ağırlığı, atmosferin yaşanmazlığı bu zamanda yapılacak iyiliklerin kat kat sevaba dönüşmesine vesile olacaktır.
Kıyamet kopuncaya kadar, bu dünyanın imtihan yeri olması sebebiyle zâlim-mazlum, gaddar-mağdur, her zaman olacaktır. Çünkü, Cehennem ve Cennet bunlarla dolacaktır. “Cennet ucuz, Cehennem de lüzumsuz değildir.” Cehennemliklerin de şeytan gibi yardakçıları olacak, Cennetliklerin de yardımcıları bulunacaktır… Mühim olan şu imtihan dünyasında bizim yerimizi iyi seçmemizdir.
Bu tesbiti yaptıktan sonra artık biz işimize bakalım. Yapılacak o kadar çok iş var ki!... Onun için boş şeylerle kendimizi meşgul etmeye bir saniye bile vaktimiz yok aslında…
Ebu Abdurrahman