Ne gariplikler ne gurbetler ne hicranlar yaşadık şu son dönemlerde. Vatandan garip, anadan babadan, dostlardan, arkadaşlardan ve akrabalardan garip. Sevdiklerimizden, canımız ciğerimiz evlatlarımızdan garip…
Yıllardır omuz omuza hizmet ettiğimiz milletimizden ve hizmetlerimizden garip…
İç içe ne gurbetler, ne zulümler ve ne gadirler…
Mülk cihetiyle baktığımızda nice acı ve ıstırapları barındıran bu gurbetler/hicranlar, melekût cihetiyle bakıldığında bağrında nice hayırlar ve güzellikler bulundurur. Nurlu beyanlarıyla basar ve basiretimizi melekût alemlerine açan ve bizi daima Rabbimize, O’nun rızasına ve ebedi ahiret yurdunu kazanmaya yönlendiren Rehber-i Ekmel Efendimiz (aleyhissalatü vesselam), bu ağır imtihanlarında garipleri yalnız bırakmaz, verdiği/vereceği müjdelerle sahip çıkar; onları dik duruşlarıyla takdir eder ve özellikle misyonlarına dikkat çeker.
Garip Kimdir?
Gariplerin kimler olduğu meselesi farklı zamanlarda Allah Resulü’ne sorulmuş ve o da her defasında onların farklı özelliklerine dikkat çekerek onlara müjdeler vermiş ve iç yangınlarına su serpmiştir. Fakat bu özellikler birbirinden ayrı ve uzak vasıflar değil birbirini açan ve tamamlayan sıfatlardır.
Bir defasında Allah Resûlü’nün sohbetlerinde gurbet konusu açılınca şöyle buyurur: “İslâm garip olarak başladı ve başladığı gibi tekrar garip olarak dönecektir. Gariplere müjdeler olsun.” Kendisine; ‘Ya Resûlallah! Garipler kimlerdir?’ diye sorulunca, ‘Kabilelerinden/ailelerinden/vatanlarından koparılanlardır!’ buyurur.” (İbn Mâce, Fiten 15 (3988); Dârimî, Rikâk 42 (2797); Ahmet İbn Hanbel, Müsned, V/296; Hadisin farklı rivayetleri için bkz. Müslim, İman 65 (145); Tirmizî, İman 13 (2629))
Hadîs-i şerifin Arapça metninde geçen “en-Nuzza’ ” kelimesi “nâzi’ veya “nezi” kelimelerinin çoğuludur. Her iki kelime de garip anlamına kullanılır. Aslında (n-z-a’) kelimesi lügatte “bir şeyi yerinden çekip koparma, zorla söküp alma” (Bkz. İbn Fâris, el-Mekâyis fi’l-Lüğa, (n-z-a’ md.)) manalarına gelir. Bu yönüyle kelime, hicretin/vatandan kopuşun hiç de kolay bir ibadet/salih amel olmadığını açıkça ifade eder. Allah Resûlü, inançlarını yaşama ve yaşatma adına bu zoru başaran her muhacirin içinde bulunduğu psikolojik durumu da belirten bir kelime seçerek onların büyük fedakarlıkta bulunduğuna işaret eder ve bu zoru başaran yiğitlerin, gerçekten özel iltifatı/müjdeyi hak etmiş garipler olduğunu belirtir.
Bu açıdan baktığımızda hadiste hicret kelimesinin değil de “n-z-a” kelimesinin seçilmiş olması çok önemlidir. Buna göre hadisteki bu kelime ve müjde:
Ailesi ve vatanından/milletinden asılsız iddia ve iftiralarla haksız bir şekilde uzaklaştırılan bütün mazlumları…
Hicret etme zorunda bırakılan bütün muhacirleri…
Yalan ve iftiralarla alınlarına terörist damgası vurulup düşman ilan edilerek işinden ve mesleğinden koparılan bütün masumları...
Eşlerinden, anne-baba ve akrabalarından koparılan bütün mahpusları, mazlum ve mahkumları…
Anasından ve babasından koparılan bütün bebekleri, çocukları ve gençleri...
Çocukluklarını ve gençliklerini yaşamaktan koparılan; daha doğrusu hayattan koparılan bütün ciğer pârelerimizi…
Eğitimlerinden, okullarından ve dolayısıyla geleceklerinden koparılan bütün delikanlılarımız ve kızlarımızı...
Bütün iffet, nezahet, dürüstlük ve başarılarına rağmen suçlu imiş gibi gösterilip mesleğinden ve milletine hizmetten koparılan kadın erkek, bütün amir ve memurları…
Hicret etmek istediği halde kendisine müsaade edilmeyen bütün mustazafları içine alır. Zira bütün bu kopuşlar, vatandan kopuşun verdiği acı, ıstırap, gurbet ve sıkıntılardan geri değildir.
Onun için tarihin hangi döneminde olursa olsun zalimlerin/diktatörlerin baskısına boyun eğmeyip Hakk ve adalet için mücadele edenlerin karşılaştığı/karşılaşacağı bütün mahrumiyetler, mahkumiyetler ve gurbetler onlar için kayıp değil, Allah’ın sevdiği kullar olduklarının bir alameti ve ebedi hayatları adına da büyük bir kazançtır. Onları on beş asır öteden müjdeleyen herhangi bir alim ya da veli değil, bizatihi Allah Resûlü’dür.
Garip: Allah’a, Kulların En Sevimlisi
Allah yolunda yaşanılan gurbetler, çekilen çileler ve sıkıntılar, müminlerin imanını, teslimiyet ve tevekkülünü, Rablerine gönülden yönelişlerini artırır. Bu durum onların Allah’a yakınlıklarını katlar ve derecelerini yükseltirler. Onlar Allah yolunda hizmet ederken karşılaştıkları çile, sıkıntı, mahkumiyet ve düşmanlıklar karşısında peygamberâne duruşlarıyla Allah’ın en sevdiği kullar arasına dahil edilme fırsatına kavuşurlar.
Nitekim Allah Resûlü, seyr-i suluklarını ve hizmetlerini bu çizgide sürdüren gariplerin kazanacakları mertebeyi şu ifadelerle özetler: “Cenâb-ı Hakk nezdinde kulların en sevimlisi gariplerdir.” Kendisine gariplerin kimler olduğu sorulunca da: “Onlar dinlerini yaşama ve yaşatma adına gerekirse milletinden/vatanlarından ayrılabilen/hicret eden kimselerdir ki kıyamet günü Meryem oğlu Îsâ ile haşrolacaklardır.” (Ahmet İbn Hanbel, Kitabu’z-Zühd, s. 809; İbn Kayyim el-Cevziyye, Medâricü’s-sâlikîn 3/185) şeklinde cevap verir.
Dolayısıyla Allah’ın dinini yaşarken ve onu en güzel şekilde temsil etmeye çalışırken kendilerine düşmanlık yapılan ya da bu yolda yaptıkları hizmetleri engellenen kimseler gerekirse öz vatanlarını terk edecek fakat İslam’ı ve hizmetlerini terk etmeyeceklerdir. Onlar zalime ya da düşmanlarına boyun eğip-bel büküp teslim olmayacak, “Allah’ın arzı geniş değil miydi? Hicret etseydiniz ya!” emrine imtisal edecek ve Hakk’a hizmetlerini bütün cihana taşıyacaklardır. Lokal olmaktan/kalmaktan çıkacak global hareket edeceklerdir.
Onun için garip, yerel değil evrensel düşünebilen ve hareket edebilen kimsedir. Neticede onlar bu çıkış, duruş ve kararlılıklarıyla bir kez daha Allah’ın sevgisine mazhar olacak ve inayetini hak edeceklerdir.
İşte ahirzamanda mehdiyet ve İseviyetin bir manasını temsil eden bu garipler, bu azim ve karalılıklarıyla ötelerde Hz. İsa ile de haşrolmaya liyakat kazanacak ve bu özel paye ödüllendirileceklerdir. Zira Hz. İsa da bir ömür sahip çıkmaya ve hidayete ulaştırmaya çalıştığı; karanlıklardan aydınlığa çıkarmak için mücadele ettiği kendi milleti tarafından ihanete uğramış ve bu ihanette devlet adamları/yargı mensupları kadar din adamları da başı çekmişti.
Garibe Sahip Çıkanlar Azdır
Allah Resûlü hem garipleri müjdelediği hem onlara destek vermeye teşvik ettiği hem de onlara destek vermekten uzak duranları ikaz buyurduğu bir başka hadislerinde şöyle buyurur:
Abdullah İbn Amr (r.a) anlatıyor: “Bir gün Peygamberimiz’in yanında bulunuyorduk. Kendisi ‘Gariplere müjdeler olsun!’ dedi. Ona, ‘garipler kimlerdir ey Allah’ın Resulü?’ diye sorulunca şöyle cevap verdiler: “Onlar salih insanlardır. Kalabalıklar içinde azdırlar. Onlara düşmanlık edip saldıranlar, destek olup sahip çıkanlardan daha çoktur.” (Müsned, I/398; İbn Kayyim el-Cevziyye, a.g.e., s.185)
Evet, gariplerin/Salih insanların toplumdaki varlığının ve hizmetlerinin ifade ettiği manayı ve değeri anlayıp onlara hizmetlerinde destek olacak ufka sahip insan çok azdır. Onun için sırf dünya hayatı için yaşayan fasık ve facirler arasında salih kimseler, çetin bir gurbettedir.
Kini, nefreti ve düşmanlığı yol ve yöntem olarak benimsemiş insî şeytanlar/zalimler arasında sevgiyi, şefkati ve merhameti esas alan yiğitler ağır gurbettedir.
İçindeki düşmanlık duygularına esir düşen zavallılar arasında muhabbet fedaileri zor bir gurbettedir.
Elinde siyaset topuzu taşıyanların arasında nur taşıyanlar derin bir gurbettedir.
İntikamı yol ve yöntem olarak benimseyenler arasında insaf ve adalet ehli ağır bir gurbette ve imtihandadır.
Ahlaksızlığı ahlak olarak benimseyenler arasında edep ehli aşılmaz bir gurbettedir. Yolsuzluğu yol olarak benimseyenler arasında öldürüleceğini bilse de doğruluğu şiar edinenler geçilmez bir gurbettedir.
Hırsız, arsız ve zalim bir gürûh içinde kul hakkı ve adalet diye mücadele verenler, dayanılmaz bir gurbettedir.
Ömrünü dünyaya/siyasete adayan menfaatperest bir azınlık içerisinde kendini Hakk’a adamışlar çekilmez, uzun bir gurbettedir.
Evet bu Salihler, bir toplum içinde daima azdır ve gurbetleri de çok ağır imtihanlarla doludur. Fakat Hakkı, adaleti ve salihliği temsil edenler onlardır. Az ama Allah katında çok değerlidirler. Davaları Hakk, çizgileri hak, hizmet yol ve metotları hak, hedefleri de Hakk’ın rızasıdır.
Ataullah el-İskenderî ne güzel söyler: “Cenâb-ı Hakk’ı bulan neyi kaybeder? Ve Onu kaybeden neyi kazanır?” (İbn-i Atâillah el-İskenderî, Şerhü’l-Hikemi’l-Atâiye, s. 208)
Üstad Bediuzzaman’ın ifadesiyle ise: “O'nu bulan her şeyi bulur. O'nu bulmayan hiçbir şey bulmaz. Bulsa da başına belâ bulur.” (Mektubat, Altıncı Mektup)
Dolayısıyla garip, Hakk’ı bulandır. O, Rabbini bulmuş, her şeyin sahibine teslim olmuştur. Gariplere düşmanlık yapanlar ise belalarını bulacakları bir yola girmişlerdir. Bugün değilse yarın. Cenab-ı Hakk’ın mehil vermesi ise zalimi “Yine kazandım! Artık daha güçlüyüm! Beni kimse sorgulayıp yargılayamaz. Dediğim kanun” vs. gibi zanlarla aldatıp azgınlaştırsa da mazlumları ye’se düşürmemelidir. Zira Allah zalimi hiç kimsenin kurtaramayacağı şekilde ne zaman yakalayacağını ve mazlumu ne zaman ayağa kaldıracağını en iyi bilendir. Hak yolda mücadele birkaç gün ya da birkaç yıl değil son nefese kadardır.
Onun için garipler, içinde bulundukları gurbetlerde sahip çıkılmayı, değer verilmeyi kadr u kıymet bilmez cahil ve gafillerden, zalimlerden değil sadece ve sadece Rabb’lerinden beklerler. Fiilî ve kavli dualarına devam eder, Allah Resûlü’nün verdiği müjdelerle teselli bulur ve Allah’ı zikirle kalplerini itminana kavuşturur, iman, teslimiyet, tevekkül ve ümitle soluk alıp verirler. Ahirette ise Rabb’lerinin rızası ve ihsan buyuracağı sonsuz mükafatı düşünerek, gurbetlerini hakiki imana, rızaya ve inşiraha çevirirler. Garipler Allah yolunda yaptıkları hizmetleriyle imanlarını ve Hak katında derecelerini katlarken zalimler ve yandaşları ise suçlarını ve cezalarını katlamaya devam ederler.