Müslüman bir kişinin, yakın ve uzak akraba ve arkadaşlarına karşı farklı görev ve sorumlulukları vardır. Bunların bir kısmı dünya, bir kısmı da âhiret hayatına yöneliktir. Ahirete yönelik olarak bir müslümanın, ölen yakınlarına, dostlarına veya sevdiği, alaka duyduğu kimselere hediye göndermesi, yerine göre bir hak veya vefa borcudur.
Gönderilecek hediyeyi ve makbuliyetini belirleyecek olan da Allah tarafından Gaybın Son Habercisi olarak gönderilen Peygamber Efendimiz’in (s.a.s.) getirdiği dünya ve ukbanın yol haritasını bildiren dindir. Bu yazıda, Hakk’a yürüyen kimselerin ardından, yapılması gerekenleri ve onlara gönderilecek makbul armağanların neler olduğunu temel kaynakların referansına bağlı olarak ele almaya çalışacağız.
1-Borcunun Ödenmesi
Ölen bir kimsenin ardından yapılması gereken en önemli işlerden biri, onun borçlarını ödemektir. Kul hakkına taalluk etmesi ve ölen insanın rahatlatılması son derece önemlidir. Bunun içindir ki, vefat eden kimsenin borcunu ödeyerek onun üzerinden kul hakkının kalkmasına yardımcı olmak, mirasçılarının ve yakınlarının öncelikli olarak ele almaları gereken bir görevdir. Maalesef günümüzde dinimizin çok önem verdiği bu konu, hafife alınmakta ve gereken hassasiyet pek gösterilmemektedir. Ölen bir kimsenin borçlarının miras taksim edilmeden önce ödenmesi gerekir. Borcun ödenmesine ölenin bıraktığı miras yeterli değilse, mirasçılar borcu ödemekle sorumlu değillerdir. Bununla birlikte ödemeleri de bir vefa borcudur. Borcu ödeyecek kişinin ölenin mirasçısı veya yakını olması şart değildir; herhangi bir kimse, vefat edenin borcunu ödeyebilir. Borcun ödenmesi, ölen kimsenin uhrevi mesuliyetten kurtulması adına oldukça önemlidir. Konuyla ilgili bazı hadisler şu şekildedir:
“Ölen bir bir müminin canı, borcu ödeninceye kadar ipotek altındadır.” (Tirmizî, 1078; Ebu davud, 3341; Ahmet b. Hanbel, 10599; Hakim Müstedrek, 2219) Bu konudaki bir diğer rivayet de şu şekildedir:
“Borçlu kimse kabirde eli kolu bağlıdır. Ancak borcunun ödenmesi onun kelepçelerini çözer.” (Taberanî, Mu’cemu’l-Evsat, 893)
Bu durumdaki bir kimsenin, borcu ödeninceye kadar ne cennete girmesine ne de salih insanlarla arkadaşlık etmesine izin verilir. Kurtuluşu, hasenatından alacaklılara verilerek veya borcu kadar onların günahlarından yüklenerek veyahutta Allah’ın alacaklıları razı etmesiyle olur. (Aliyyü’l-Kâri, Miftahu’l-mefatih, 5/1959)
Vefat eden kimsenin ahirette borcundan ötürü mesuliyetini gösteren bir diğer hadis te şu şekildedir :
“Şehidin borç hariç günahları mağfiret edilir.” (Müslim, 1886; Ahmet b. Hanbel, 7051) buyrulmaktadır.
Zikredilen hadisteki borç ile bütün kan, mal ve namus gibi kul hakları kastedilmektedir. (Münavi, Feyzü’l-kadir, 10016) Görüldüğü gibi şehitlik gibi yüce bir payeye erişen bir insan bile kullara olan borcundan muaf tutulmamaktadır.Bu itibarla vefat eden bir kimsenin borcunun ödenmesi ve onun rahatlatılması çok hayatî bir öneme sahiptir. Ölenin yakınlarının, dostlarının, sevenlerinin- imkanlar ölçüsünde- onun geride bıraktığı borçlara sahip çıkıp ellerinden gelen gayreti göstererek ödemeye çalışmaları bir vefa borcudur.
2-Dua ve istiğfar
Kur’an ve Sünnet’te, ölen kimsenin ardından dua ve istiğfar etmeye çok ciddi bir vurgu yapılmaktadır. Nitekim Kur’an, vefat eden insanların ardından onların bağışlanması için dua etmenin çok önemli bir müslüman ahlakı olduğuna dikkatleri çekmektedir:
“Onlardan sonra gelenler (başta muhacirler olarak, kıyamete kadar gelecek müminler): “Muhacir ve Ensar’dan sonra gelip onların çizgisini takip edenler: Ey Kerim Rabbimiz, derler, bizi ve bizden önceki mümin kardeşlerimizi affeyle! İçimizde müminlere karşı hiçbir kin bırakma! Duamızı kabul buyur Rabbenâ, çünkü Sen raufsun, rahîmsin!” (Haşir, 59/10). Ayrıca Peygamber Efendimiz (sallallahu aleyhi ve sellem) de değişik hadislerde vefat eden insanlar için dua ve istiğfarda bulunulmasını tavsiye etmiştir. Bunlardan birinde Allah Resûlü:
“Vefat eden insanın namazını kıldıktan sonra onun için yürekten dua edin!” (Ebu Davud, Sünen, 3199; İbn-i Mace, 1487) buyurmuştur. Peygamber Efendimiz (s.a.s.) bu tavsiyesinin yanında bizzat kendileri de vefat eden kimseler için Allah’ın mağfiret etmesi için dua etmiştir. Nitekim Sahabeden vefat eden Ebu Seleme için şöyle dua etmiştir:
“Allahım, Ebu Seleme’yi mağfiret buyur! Derecesini hidayete erenler arasında yükselt. Geride kalan nesline sen halef ol (onları koruyup gözet) Ey Alemlerin Rabbi! Ona da bize de mağfiret buyur! Kabrini genişlet ve onu orada nurlandır!” (Müslim, 920; Ebu Davud, 3118)
Ayrıca Peygamber Efendimiz’den, vefat eden insanın mağfiret edilmesi için dua etmenin, hediye göndermek anlamında olduğu rivayet edilmektedir:
“Hayattakilerin ölenlere hediyesi onlar için istiğfar etmektir.” (Beyhaki, Şuabu’l-iman, 7527; Deylemî, Müsned, 6323)
Aynı zamanda Selef-i salihinden de, ölen kimse için yapılan duaların, ona dağlar şeklinde, ipek bohçalara veya daha başka ambalajlar içinde sarılı bir nur halinde hediye olarak ulaştığı yönünde pek çok rivayet ve nakledilen rüyalar vardır. (Suyûtî, Şerhu’s-sudûr bihâli’l-mevtâ ve’l-kubur, s. 307)
Hayatta olan mü’minlerin, vefat etmiş yakınlarına, dostlarına ve sahabe efendilerimizden günümüze dinin tebliğ ve temsilinde çok önemli yeri olan, ruhun ufkuna yürüyen ilim ve maneviyat büyüklerine de dua etmek, hem bir vefa borcu, hem bir hediye, hem de sevap kazanma yoludur. Bu duaları yaparken ismin zikredilmesi de oldukça önemlidir. Zira Peygamber Efendimiz, vefat eden Ebu Seleme’ye ismen dua etmiştir. Bu itibarla isim zikredilerek yapılan dua, tıpkı şahsa özel adrese postalamak gibidir.
3-Sadaka Vermek
Peygamber Efendimiz, vefat eden bir kimsenin dünyada bıraktığı hayır ve hasenat kaynaklarının sürekli o kimseye sevap kazandıracağını bildirmiş; arkada kalanların, ölen yakınları için toplumun o anda ihtiyacı olan şeyleri tasadduk etmelerini tavsiye buyurmuşlardır. Nitekim Allah Resûlü (s.a.s.) insanın öldüğünde, amel defterinin kapanacağını, ancak şu üç kişinin bundan istisna edildiğini haber vermiştir:
“İnsan öldüğü zaman ameli, şu üç şey dışında kesilir: Sadaka-i cariye, faydalı ilim ve kendisi için dua eden salih bir çocuk.” (Müslim, 1631; Ebu Davud, 2880)
Sahabeden birisi Peygamber Efendimiz’e babasının vefat ettiğini ve geriye mal da bıraktığını, fakat kendisine herhangi bir vasiyette bulunmadığını söyleyerek, kendisinin babası adına sadaka vermesinin onun günahlarına keffaret olup-olmayacağını sormuş, Allah Resulü (s.a.s.) de “Evet” buyurarak, ölen kimseler için sadaka vermenin önemini hatırlatmıştır. (Müslim, 1630; Nesaî, 3652)
Sa’d b. Ubade (r.a.) , Efendimiz’e (s.a.s.) annesi için tasaddukta bulunmayı sormuş, Allah Resulü’nün onayı ile hurma bahçesini sadaka olarak vermiştir. (Buhari, 2756). Bir diğer rivayette de Sa’d b. Ubade, vefat eden annesi için hangi sadakanın daha faziletli olduğunu sormuş, Allah Resulü su kuyusu kazdırmasını tavsiye etmiş, o da annesi adına bir su kuyusu açtırmıştır. (Ebu davud, 1681)
Konu ile ilgili hadislerden, insanların ihtiyaçlarını karşılayacak mali imkanların tasadduk edilmesine öncelik verilmesinin daha bir önem arzetteği anlaşılmaktadır. Vefat edenlere yapılan dualar, istiğfarlar, sadakalar vs. ahiret alemine göre bir hediye şeklinde onlara ulaşmaktadır. Nitekim, Hz. Enes b. Malik (r.a.), bu durumu Peygamber Efendimiz’e (s.a.s.) sormuş, Allah Resulü de şu şekilde cevap vermiştir:
Enes b. Malik, “Ey Allah’ın Resulü biz ölülerimiz için sadaka veriyoruz, onlar için hac yapıyoruz ve onlara dua ediyoruz. Bu yaptıklarımız kendilerini ulaşıyor mu? Diye sorunca Allah Resulü, “Evet, yaptıklarınız mutlaka onlara ulaşır ve sizden birisine bir tabak yemek ikram edildiğinde sevindiği gibi, onlar da sizin gönderdiğiniz hediyelerinizden memnun ve mesrur olurlar.” (Aynî, Umdetü’l-kâri, 3/119; İbn-i Âbidin, 2/596; Ali b. Ahmet el-Hekkârî, Hediyyetü’l-ahya lilemvât ve ma yasılü ileyhim minennefi ve’s-sevab alâ memerri’l-evkat, s.177)
İslam alimleri, vefat eden insanın ardından yapılan dua, verilen sadaka ve ödenen borcun sevabının ebediyet yolcusuna ulaştığı konusunda ittifak etmeşlerdir. (Nevevi, el-Minhac şerhu sahihi’l-müslim, 11/85). Zira, bir insanın yaptığı bir amelin sevabının bir diğer insana ulaşmasıyla ilgili rivayetler tevatür derecesine ulaşmaktadır. (İbn-i Abidin, 2/596)
Nafile olarak tasaddukta bulunan kimsenin, bütün inanan erkek ve bayanları niyet etmesi daha faziletli bir davranıştır. Zira verilen sadakanın sevabı, verenden hiçbir eksilme olmaksızın niyet edilen herkese ulaşmaktadır. Ehl-i sünnet ve’l-cemaatin görüşü bu şekildedir. (İbn-i Abidin, 2/243) Bu itibarla, vefat eden bir kimse adına verilen sadaka, yapılan ibadet, Kur’an tilaveti gibi taat ve kurbetlerden hasıl olan sevabı, başta Peygamber Efendimiz, sahabe, selef-i salihin, mezhep imamları ve maneviyat büyükleri olmak üzere günümüze kadar üzerimizde hak ve emeği olan kimselere, yakınlarımıza, dostlarımıza ve bütün müminleri niyet ederek bağışlamak, hem bir vefa, hem sevap kazanma, hem de ahirette o insanlarla dünyada iken bir dostluk kurma adına önemli olsa gerektir. Elbette ki böylesine geniş kapsamlı bir duada, bizzat bağışlamak istediğimiz insanların ismini söylemek de adrese teslim etmek gibidir.
Dünyada internet, uydu yayını gibi değişik iletişim vasıtalarıyla bir görüntü, ses veya bilgi, aynı anda milyonlarca, milyarca insana ulaşmaktadır. Bu itibarla Yüce Kudret’in yapılan bir hayrın sevabını anında milyarlarca insanı ulaştıracağında hiç tereddüt edilmemesi gerekir.
Vefat eden insanlara gönderilen hediyeler konusuna “Kur’an Okuma” ile devam edeceğiz. AHİRETE GİDENLERE KUR’AN OKUMAK
Allah Resûlü (s.a.s.) ölen kimse için Yasin, İhlas, Fatiha, ve Tekasür surelerinin okunmasını tavsiye etmiştir.
a- Yasin Suresi
Yasin Sûresi, Kur’ân’nın kalbi mesabesindedir. Allah Resulü (sallallahu aleyhi ve sellem);
“Ölülerinize “Yasin” okuyun” buyurmuştur. (Ebu Davud, 3121; Nesaî, Sünen-i kübra, 10846; İbn-i Hibban, sahih, 3002; Heysemî, Mecmau’z-Zevaid, 10816) hadiste geçen ??????????? (ölüleriniz) kelimesi üç şekilde yorumlanmıştır. Birincisi; “ölüleriniz” ile kastedilen “ihtizar” yani ölüm öncesi sekerat halinde olanlardır. Zira şu hadiste geçen “meyyit” (Ölü) kelimesi de ölüm öncesini ifade etmektedir:
“Ölmek üzere olan bir kimsenin yanı başında Yasin Sûresi okunduğu zaman, şüphesiz ki Allah ona ölüm sekeratını kolaylaştırır.”(İbn-i Hacer, et-Telhîsu’l-habîr, 2/245; Aliyyü’l-Kâri, Mirkatu’l-mefatih, 5/336) Diğer bir rivayette
“Yasin (suresi) Kur’an’ın kalbidir. Bir kul, sırf ahireti hedefleyerek Allah rızası için bu sureyi okursa, Allah onun geçmiş günahlarını mağfiret eder. Dolayısıyla ölülerinizin yanında yasin okuyun.” (Aliyyü’l-kâri, Mirkatu’l-mefatih, 3/119) Bu hadiste geçen “ölüleriniz” kelimesi, “ölmek üzere olanlar” şeklinde yorumlanmıştır. Bu itibarla alimlerin çoğu yasin suresinin vefat anında okunması görüşündedir. Bu surede “tevhid, nübüvvet, haşir, adalet ve ubudiyet” gibi Kur’an’ın temel esasları vardır. Vefat etmek üzere olan insana bu sure ile dinin temel esaslarının hatırlatılması oldukça hikmetlidir. (Aliyyü’l-Kâri, mirkatü’l-mefatih, 3/1169) Nitekim vefat etmek üzere olan insana yasin suresi okumak menduptur.Dinimizin yapılmasını tavsiye ve tasvip ettiği bir ameldir. (İbn-i Abidin, Haşiyetü reddi’l-muhtar, 2/207)
İkincisi: Bu hadiste geçen ??????????? “ölüleriniz” ifadesi evinde veya bir başka yerde ölen veya kabirdeki kimseler manasınadır. Zira bu lafız, ölüleri kasdetmek için kullanılan bir kelimedir. Vefat etmek üzere olan hayattaki kimseleri içine alması ancak bir karineye bağlı olarak mecazen olabilir. (Ubeydullah b. Muhammed el-Mübarekfûrî, Mir’atü’l-mefatih şerhu mişkati’l-mesabih, 5/314; Aliyyü’l-Kâri, mirkatü’l-mefatih, 3/1169)
Bu yaklaşımı, hadis kriterleri açısından zayıf da olsa destekleyen rivayetler vardır:
“Kim anne ve babasının veya ikisinden birisinin kabrini her Cuma günü ziyaret eder ve onların yanında yasin (suresini) okursa surenin her bir harfi sayısınca mağfiret olunur.” (Sehavî, el-Ecvibetü’l-Marziyye, 1/171; Ali el-Müttaki, Kenzü’l-ummal, 45487)
“Kim kabristana girer ve yasin suresini okursa Allah vefat edenlerin yüklerinden hafifletir. Ve okuyana da oradaki ölü sayısınca hasenat verilir.” (Aliyyü’l-Kâri, 3/1228)
Bu rivayetlerin zayıf olması, onların göz ardı edilmesini gerektirmez. Zira İslam alimlerine göre amellerin fazileti ilgili zayıf hadislerle de amel edilebilir.
Üçüncüsü: Her iki görüşü de cem ederek hadisin hem ölmeden önce sekerat halinde iken hem de vefat ettikten sonra okunabileceği yaklaşımıdır. (Alauddin es-Salihî el-Hanbelî, et-Tahbir şerhu’t-tahrir, 5/2409; Aynî, Umdetü’l-Kâri, 13/63; İbn-i Müflih, Usul-I fıkıh, 2/815)
Üçüncü görüşün tercih edilerek yasin suresi hem vefat öncesi hem de vefat sonrası okunabilir. Zaten öteden beri de müslümanlar arasındaki teamül de bu istikamettedir.
b- İhlas suresi
Peygamber Efendimiz, ölen insanın ardından ihlas suresini okumayı tavsiye etmiştir.
“Kim kabirlere uğrar ve on bir kere ihlas suresini okur ve sevabını ölülere bağışlarsa kendisine vefat edenler sayısınca sevap verilir.” (Suyutî, Şerhu’s-sudur bihâli’l-mevta ve’l-kubur, s. 311; Aliyyü’l-Kâri, Mirkatü’l-mefatih, 3/1228) Ebu Muhammed es-Semerkandî “Fedail”inde bu rivayetin Hz. Ali’den merfu olarak nakledildiğini ifade etmektedir.
c- Fatiha, Muavvizeteyn ve Tekâsür Sureleri Peygamber Efendimiz, kabir ziyaretinde Fatiha, İhlas ve Tekâsür surelerinin okunmasını tavsiye etmiştir:
“Kim kabristana girer ve fatiha, ihlas, ve tekasür surelerini okur sonra da “Allah’ım kelamından okuduklarımın sevabını kabristandaki erkek ve bayan müminlere bağışlıyorum derse sevabını bağışladığı bu insanlar Allah nezdinde onun şefaatçileri olurlar.” (Suyutî, Şerhu’s-sudur bihâli’l-mevta ve’l-kubur, s. 311; Aliyyü’l-Kâri, Mirkatü’l-mefatih, 3/1228)
Yine konu ile ilgili Ahmet b. Hanbel’den, “Kabirlere girdiğinizde fatiha, muavvizeteyn ve ihlas surelerini okuyup sevabını vefat edenlere bağışlayın, sizin gönderdikleriniz onlara ulaşır.” dediği rivayet edilmektedir.(Aliyyü’l-kari, mirkat, 3/1228)
Vefat eden insanlara ihlas, fatiha, tekâsür surelerini okuma ile ilgili rivayetler zayıf bile olsa, bunların tamamı göz önünde bulundurulduğunda, ölen insanlar için Kur’an okumanın bir aslının olduğu anlaşılmaktadır. (Mübarekfûri, Tuhfetü’l-ahvezî, 3/275)
İmam A’zam kabirlerde Kur’an okumasını mekruh görmekle beraber, İmam Muhammed bunun caiz olduğu kanaatindedir. Diğer mezhep görüşleri de bu istikamettedir. Dolayısıyla cevaz hükmünü veren alimlerin görüşleriyle amel edilerek kabirlerde Kur’an okunmasının herhangi bir sakıncası yoktur. (İbn-i Abidin, 1/605)
Kabir ziyaretinde bulunan bir kimse Fatiha, Bakara suresinin ilk beş ayeti ve amenerrasulü, yasin, tebareke, tekâsür surelerinden okuyabildiklerini okuyup, sonra “Allahım okuduklarımın sevabını falana veya falanlara ulaştır. “diye dua edebilir. (İbn-i Abidin, 1/605)
Okunan Kur’an’ın sevabının ölenlere bağışlanması ile ilgili hadislerin yanında, geçmişten günümüze her asırda müslümanlar bir araya gelerek Kur’an okumakta ve okuduklarının sevabını da ölülere hediye etmektedirler. Dünden bugüne dini değerlerine bağlı hemen her mezhepten insanın uygulaması bu şekildedir. Bunu da kimse inkar etmemektedir. Bu da bu konuda bir icma olduğunu gösterir. (Aynî, el-Binâye fi şerhi’l-hidaye, 4/467; Mübarekfûri, Tuhfetü’l-ahvezî, 3/275)
d- Bakara Suresinin İlk Beş Ve Sondan İkinci Ayeti
Abdullah b. Ömer’den gelen mevkuf bir rivayete göre Peygamber Efendimiz, ölen kimsenin kabrinin başında Bakara suresinin girişini, “müflihun”a kadar (ilk beş ayet) ayaklarının yanında da aynı surenin son kısmının (Amenerresulü) okunmasını tavsiye etmiştir. (Taberanî, Mu’cemu’l-kebîr, 13613; Beyhakî, Şuabu’l-iman, 8854)
e- Hatim Okumak Mevcut kaynaklarımızda Peygamber Efendimiz’den ölen insanın ardından hatim okuma ile ilgili bize ulaşan bir rivayet bulunmamaktadır. Bununla birlikte, bir insanın kıldığı namazın, tuttuğu orucun, okuduğu Kur’an’ın sevabını bir başkasına bağışlaması genel olarak ulemanın kabul ettiği bir husustur. Bu itibarla hatim okuyup vefat edenlere bağışlamak da dinin ruhuna uygundur. Dünden bugüne Müslümanların, vefat eden insanlara hatim okumaları da bir teamül olarak devam edegelmektedir. Nitekim İmam Nevevî, Şafii mezhebine göre ölen insanın defnedilmesinden sonra yanında Kur’an okunmasının müstehap olduğunu hatim yapmanın ise daha faziletli olduğunu nakletmektedir. (Münavi, Feyzu’l-kadir, 5/151)
Okunan Kur’an’ların, indirilen hatimlerin sevabı vefat edenlere ulaşır. Hanefi ve Hanbeli Mezhebine göre ölü için Kur’an okuyup sevabını bağışlamak caizdir. Ahmet b. Hanbel, ölü için yapılan her hayırlı şeyin sevabının ona ulaşacağını söylemiştir.
Okunan Kur’an’ın sevabı, müteahhirun Şafii fakihlerine göre de ölüye ulaşır. Bu hususta yapılması tercih edilen, okuma işi bittikten sonra şu şekilde dua etmektir: “Allahım okumuş olduğumuz Kur’an’ın sevabını falana ulaştır” (Aliyyü’l-kâri, Mirkatü’l-mefatih, 3/1229) Müteahhirin Maliki mezhebi imamlarına göre de ölen insanın ardından Kur’an okuyup, evradu ezkar okumakta ve sevabını da ölene bağışlamakta bir mahzur yoktur. Bununla sevap ölen kimseye ulaşmış olur. (Zuhaylî, el-Fıkhu’l-islamî ve edilletuhu, 2/599)
Allah Resulü döneminden günümüze kadar müslümanlar kabirleri ziyaret etmiş, oralarda Kur’an okumuş, namaz kılmış, oruç tutmuş, sadaka vermiş ve bunların sevabını da ölülere bağışlamışlardır. Sevabı onlara bağışlamak, bir istihkak olmayıp Allah’ın bir lütfudur.(Kâsânî, Bedaiu’s-Sanai, 2/212)
Maliki mezhebine göre her ne kadar mütekaddimun fakihler ölüye Kur’an okumanın mekruh olduğunu ve sevabının ulaşmayacağını söyleseler de, ilgili mezhebin Müteahhirun ulemasına göre ölüye Kur’an okuyup, sevabını ona bağışlamada bir mahzur yoktur. Böyle yapan kimse sevap kazanır. (Ahmet ed-Desukî, Haşiyetü’d-Desukî ala’ş-şerhi’l-kebîr, 1/423)
Ahirete göç etmiş yakınlarımıza, akrabalarımıza, dostlarımıza, hak ve hukukumuz olan insanlara Peygamber Efendimiz’in okunmasını tavsiye ettiği sureleri okuyarak, hatim indirerek sevabını bağışlamak hemen hemen her müslümanın onlar adına ahirete gönderebileceği bir hediye olsa gerektir.
Bu konuya “Yapılan İbadetlerin Sevabını Bağışlamak” ve “Yerine Getiremediği Ibadetlerin Kazası” konularıyla bir sonraki yazımızda devam edeceğiz.
YAPILAN IBADETLERIN SEVABI BAĞIŞLANABILIR MI?
Bir önceki yazımızda vefat eden insanın ardından Kur’an okuyarak hediye gönderme üzerinde durmuştuk. Bu yazımızda ebedi aleme intikal eden yakınlarımıza, dostlarımıza, sevdiklerimize gönderebileceğimiz hediyelere devam ediyoruz.
Bir kimse kıldığı namazın, tuttuğu orucun, verdiği sadakanın, okuduğu Kur’an’ın, evrad u ezkarın ve duanın sevabını bir başkasına bağışlayabilir. Peygamber Efendimiz’in (s.a.s.) bu şekilde yapılabileceğini gösteren uygulamaları vardır.
Peygamber Efendimiz, (s.a.s.) iki parlak, göz alıcı koçu birini ümmetine diğerini ise kendisi ve ailesi adına kurban etmiştir. (Darekutnî, 4761)
Ayrıca Peygamberimiz, bir insanın yaptığı amelin, bir başkasına fayda vereceğini de yine bu hadis ile bildirmiş olmaktadır. Dini yaşamada Peygamber Efendimiz rehberimizdir. Tutunulacak en sağlam yol ve yöntem, Allah Resulü’nün yoludur. Bu hadis bir kimsenin yaptığı amelin sevabını hayatta veya ölmüş bir kimseye bağışlamasının câiz olduğuna apaçık bir delildir. (Aynî, el-Binaye fi şerhi’l-hidaye, 4/470)
Anne ve babası vefat ettikten sonra onlara ne gibi iyilikler yapılacağını soran sahabiye Allah Resulü: “Onlar için dua edersin, mağfiret dilersin, vasiyetlerini yerine getirirsin, onların akrabalarına sıla-ı rahim yaparsın ve arkadaşlarına ikramda bulunursun.” (Ebu Davud, 5142; İbn-i Mace, 3664) buyurmuştur.
Diğer taraftan Hz. Ali’den rivayet edilen daha önce de geçen şu hadis de: “Kim kabirlere uğrar ve on bir ihlas okur ve sevabını da ölülere bağışlarsa ölüler sayısınca kendisine ecir verilir.”(Aliyyü’l-Kâri, Miftahu’l-mefatih, 3/1228; Ali el-Müttakî, Kenzü’l-Ummal, 42596) yapılan ibadetlerin sevabının bir başkasına bağışlanabileceğini göstermektedir.
Bu zikredilen hadislerdeki ifadeler umumi olduğundan, bir insan ister farz isterse nafile olsun; ister hayatta isterse vefat etmiş olsun bir başka insana yaptığı herhangi bir ibadetin sevabını bağışlayabilir. (İbn-i Abidin, 1/605)Ve vefat eden insan veya insanlar adına yapılan her türlü ibadet, taat ve kurbetin sevabı kendilerine ulaşır. (Zeylaî, Tebyînü’l-hakaik, 2/83; İbnü’l-Hümam, fethu’l-kadir, 6/132; İbn-i Abidin, 1/605)
Bir kimse, ister ibadeti yaparken bağışlayacağı şahsı niyet etsin isterse de kendisi için niyet edip yaptıktan sonra sevabını bir başkasına bağışlasın fark etmez, ikisi de olur. (İbn-i Abidin, Resail, s.166)
6-Yerine Getiremediği Ibadetlerin Kazası
Ölen bir insanın yerine getirmekle sorumlu olduğu fakat yapamadığı ibadetler arkasından onun adına yapılabilir mi? İbadetler, bedeni ve mali olmak üzere ikiye ayrılır.
a- Bedeni ibadetler. Namaz, oruç, nezir (adak) gibi sırf bedeni ibadetlerde hayatta iken niyabet caiz değildir. Bu hususta ittifak vardır. Şahsın bizzat kendisi yapmakla sorumludur. Bir başkasının yapması ile yerine gelmiş olmaz. Zira sırf bedeni olan ibadetlerde maksat, insanın bedeniyle meşakkatlere katlanarak, kötülüğü emreden nefsini yorarak Allah rızası için ibadet etmesidir. Bu da bir başkasının yapması ile gerçekleşmez. Bu şekildeki bir niyabetin faydası yoktur. (Serahsi, Mebsut, 4/152; Zeylaî, Tebyinü’-hakaik şerhu kenzi’d-dekaik, 2/85)
Bir insanın yaptığı bir amelin sevabını bir başkasına bağışlaması,
“Kişi için ancak yapıp-ettiği vardır.” (Necm, 53/39) ayetine ve
“Bir kimse bir başkası yerine oruç tutamaz ve namaz kılamaz” (İmam Malik, muvatta, 1069; Zeylaî, Nasbu’r-raye, 2/463) hadisine zıt değildir. Zira, bahsi geçen ayet ve hadis mükellefiyetten kurtulma açısındandır. Sevap yönünden değildir. (Kâsânî, Bedaiu’s-Sanai, 2/212)
Vefat eden kimsenin yerine getiremediği bedeni ibadetlerde de Hanefî ve Malikîlere göre niyabet caiz değildir. Hanefi mezhebine göre ne hayatta iken ne de vefattan sonra hiçkimse bir başkasının yerine namaz kılamaz, oruç tutamaz. (İbn-i abidin, Resail, s.165) Onun yerine her bir oruç için bir fidye verir. Hanefi mezhebine göre vefat eden kimse tutamadığı oruçları vasiyet etmişse bunun terikenin üçte birinden yerine getirilmesi gerekir. Eğer ölen kimse vasiyet etmemişse varisleri yapmakla yükümlü değillerdir. (Serahsî, Mebsut, 3/89; Kasanî, Bedai,10/385) Bununla birlikte varislerinin, yakınlarının hatta dostlarının imkanları varsa fidye vermeleri bir vefa göstergesidir.
Diğer taraftan şu hadisi esas alarak vefat eden kimsenin yerine oruç tutalabileceği görüşünde olanlar da vardır. Bir adam peygamber Efendimiz’e, “Annem üzerinde bir aylık kaza borcu olduğu halde vefat etti. Ben, onun yerine kaza etsem olur mu?” diye sorunca Allah Resulü şöyle cevap vermiştir:
“Evet. Allah’ın borcu öncelikle olarak yerine getirilme hakkına sahiptir.” (Buhari, 1953; Müslim, 1148) Ahmet b. Hanbel, hadiste bildirilen ölenin yerine oruç tutmayı nezir orucuna hamlederek, vefat edenin tutamadığı nezir orucunun tutulabileceği görüşündedir. İmam Şafii’nin kavl-i kadimi de bu şekildedir. İmam Nevevî de bunun mezhepte tercih edilen görüş olduğunu söylemektedir. Tavus, Katade, Hasan-ı Basrî, Ebu Sevr, Davud b. Ali ise nezir ile tahsis etmeyerek ölenin yerine oruç tutulacağı görüşündedirler. (Ebu’l-İzz Hanefi, et-tenbih ala müşkilati’l-hidaye, 2/937)
Şafiî mezhebinde umdetü’l-müctehidin kabul edilen İmam Nevevî, ölen kimsenin ramazan, nezir gibi yerine getirmesi gereken oruçlarının velisi tarafından tutulabileceği görüşündedir. (Nevevî, mecmu, 6/370)
b- Mali ibadetler. Zekat, nezir, keffaret gibi mali ibadetlerde ve borçların ödenmesinde niyabet caizdir. Mükellefin yerine bir başkası da yapabilir.
Hac, gibi mâlî-bedenî ibadetlerde ise niyabet caizdir. Ölenin yerine bir başkası hac yaparsa o kimse borçtan kurtulmuş olur. Zira Peygamber Efendimiz, vefat eden annesi adına hac etmek isteyen kimseye, ona bedel haccetmesini söylemiştir. (Buhari, 1852; Nesaî, 2634)
Ölen kimsenin mirasçıları, onun eksik kalan ibadetlerini yerine getirmeye zorlanamaz. İmam Şafiî’ye göre ise ölen kimse vasiyet etmiş ise mirasçılarının bu vasiyyeti yerine getirmeleri gerekir.
Hanefilere göre mali ibadetlerde niyabet, bir başkasının yerine getirmesi caizdir. Mali ibadetlerde hedef, ihtiyaç sahibi kimselerin ihtiyacını karşılamaktır. Ölen kimsenin zekat, sadaka-ı fıtır, keffaretler gibi mali ibadetlerini bir başkası yakınları, dostları ödeyebilir.
Bununla birlikte Ahmet b. Hanbel ve Evzaî, Nevevî’ye göre ölünün yakınları ölenin oruç ve hac gibi ibadetlerini de kaza edebilirler.
Hac gibi hem mali hem de bedeni olan ibadetlerde niyabet caizdir. (Mergınani, el-Hidaye, Aynî, el-Binaye fi şerhi’l-hidaye, 4/470)
Mali ve bedeni ibadetlerin ölen kimsenin yerine niyabeten getirip sevabını ona bağışlama konusunda çerçeveyi en geniş tutan İbn-i Teymiye’dir.
Bedeni ibadetlerde niyabetin olmadığı genel kabul edilen bir görüş olmakla birlikte, bunun caiz olduğu görüşünde olanlar da vardır. Bu itibarla bir insanın vefat eden yakınları için en azından bir günlük kaza namazı kılması veya tutamadığı oruçlardan tutarak vefat eden insan adına kabul etmesi için Allah’a dua etmesinde de bir mahzur olmasa gerek.
Bir sonraki yazımızda “Kurban Kesmek” ve “Ölenin İyiliklerinden Bahsetmek” konusuyla devam edeceğiz.
VEFAT EDEN KİMSE İÇİN KURBAN KESİLEBİLİR Mİ?
Daha önceki yazılarımızda vefat edenlerin ardından gönderebileceğiz hediyeleri zikretmiştik. Bu yazımızda da bir vefa borcu ve sevap kazanma fırsatı olarak -imkanı olanların, gücü yetenlerin- fani dünyadan ebediyet yolculuğuna çıkmış sevdiklerine gönderebilecekleri çok önemli bir hediye ile olan kurban kesmeden bahsedeceğiz.
Vefat eden kimse için sadaka verilmesi, onun adına hac gibi kurbetler yapılması caiz olduğu gibi onun için kurban da kesilebilir. Ölenin ardından kurban kesmek demek, kesilen kurbanın sevabını ona hediye etmektir.
Nitekim Ebu Davud’un Sünen’inde vefat eden kimselerin ardından kurban kesilmesi ile ilgili olarak “ölü adına kurban kesmek” adı altında bir başlık açarak bu konudaki hadisleri rivayet etmiştir. Peygamber Efendimiz, ümmetinden kurban kesemeyenler için de kurban kesmiştir.
Peygamber Efendimiz iki tane kurban kesmiş, birisini keserken, kendisi ve âl-i beyti için olmasını diğerini keserken de, “Allahım bu kestiğim kurban da ümmetimden tevhide inanan ve benim kendilerine mesaj ulaştırdığıma şahitlik edenler içindir.” olmasını istemiştir. (Hakim, el-Müstedrek, 6521; İmam Ebu Yusuf, Âsar, 307; Ebu