Değerli ve kıymetli okuyucular tavsiyeleri benim için emir olan değerli dostlarımın istek ve arzuları üzerine hala gölgesinde yaşadığım ulu çınar misali (babamın) hayatından bazı kesitler yazmak benim için artık bir vecibe haline geldi. Babam ve onun gibi yaşamışların hayat hikayelerinin topluma faydası olur düşüncesiyle yazmayı uygun gördüm. Konu babamı anlatmak değildir. Her baba gibi bir babanın evladına nasihatinden ibarettir. Nasıl ki Kur’an-ı Kerim’de Lokman hazretleri oğluna nasihatte bulunmuş… Aslında anlatacağım anekdotlar nasihat ötesi hayatın gerçekleri. Kendimi ve çevremi tanımaya başladığım çocukluk yaşlarımda gençlikte ve sonraki yıllarımda babamın başta bize çevresine hayvanlara ve doğaya nasıl davrandığını kısaca anlatmaya çalışacağım.
Bir kaç yazı olarak düşündüğüm bu seri yazılarımda sizleri elli küsur yıl öncesine götürmek, yolun elektriğin ve mektebin olmadığı fakat insani değerlerin iyi yaşandığı irfanın ve paylaşmanın önde olduğu o döneme dikkat çekmek istiyorum.
Bu yazı dizisinde ahlakın bazı semboller ve davranışlardan ibaret olmadığı aslında onun hayattaki davranışların bütününü kapsadığının örneğini merhum babamdan ve diğer bazı zevattan vermeye çalışacağım. Kısaca ahlakın genel tarifi ile söze başlayalım; “İnsani niteliklerin bütününe ahlak diyoruz.” Burada anlatmaya çalışacağım bir hizip ve gurup ahlakı yerine genel insani ahlaktan bahsedeceğim. Tabi ki gurup ahlakı evrensel ahlaki değerlere ilkelere ters düşmediği sürece bütünüyle kabulümüzdür. Yaşadığımız şu zaman diliminde vicdan ve ahlak sahibi kişilerin giderek ülkede azalması beni bu yazı dizisini yazmaya sevk etti. En önemlisi de bu şahsiyetlerin unutulmaya başlandığı ve yerlerine tiyatrocu dincilerin yer aldığı günümüzde doğru temsile ciddi ihtiyacın olduğu kanaatini taşıyorum.
Yazımdaki hikayenin kahramanını biraz tanımanız için kısa bir özgeçmişi hakkında bilgi vermek istiyorum. Dört yıl askerlik yapmış ve okuma yazması olmayan bir baba. Mensubu olduğu aile tasavvufta kendilerine sofi denilen bir aileye mensup bir ehl-i tasavvuf. Günümüzün yaşam tarzına göre yaşadığı hayat çok sade ve çok nezihti. Giyim kuşamı kişiliği ile bütünlük arz ederdi. Yapmacık hareketlerin hayatında yeri yoktu. İnsani ilişkilerde samimiyet ve ciddiyet vardı. “Babam bazen şöyle derdi; eğer hacca giden hacılar gerçek manada düzelmiş olsalardı bu memleket düzelir derdi” yine “Maalesef biz hacılar hacca bıçak götürdük fakat usturayla geri döndük.”
Bayram namazına giderken sarık bağlardı. Diğer zamanlarda genellikle takke kullanırdı. Bazen kendisine sende diğerleri gibi neden sarık takmıyorsun diyenlere, ben daha takkenin hakkını veremedim ki sarık takayım. Sarığı alimler ve arifler takar. Adam senin sakalına ve sarığına bakar güvenir. Senin onun güvenini boşa çıkarmaman lazım. Maalesef bugün kim hacılara ve hocalara güvenir. Bunların bir kısmı eşkıya gibi. Eğer bu hocalar hacılar düzelse herkes düzelir derdi. Yalan bizde hak yeme bizde hırsızlık bizde sınır kaydırma bizde vb. Birinin varlıklı olmasına çok sevinirdi. Dua ederdi. Çalışan insanları çok severdi. Tembel gezen insanlara hiç iltifat etmezdi. Okuyan insana saygı gösterirdi. Derdi ki başımıza ne geldiyse hep cehaletten geldi. Dilencilik olsa bile yapıp mutlaka çocukları okutmak gerekir. Onlar bizim gibi olmasınlar.
Konuyla ilgili yaşanmış bir olayı burada anlatmak isterim. Mola Reşit Efendi isminde nahiyemizde bir zat vardı. Babam onu oda babamı çok severdi. Senede bir iki misafirimiz olurdu. Bahçemizin bostanımızın içinde iki havuz ve küçük bir yazlığın bulunduğu bu yere gelirdi. Bu alim ve arifin bir iki muhabbet ve sohbetlerine bahçede birbirine meyve ikramlarına en önemlisi de ağaçların özellikleri hakkındaki konuşmaları çok dikkatimi çekmişti. Adeta ağaçlarla konuşurlardı. Ağaçlarda onlara meyvelerini ikram ederdi. Hele ağaçlardan meyve koparırken yaklaşmaları var ki… Adeta ağaç meyve vermek için can atardı. Ağaçlara yaklaşımları merhamet şefkat duyguları zor ifade eder. Aslında onların bu ağaçlara iltifatı teşekkürü had safhadaydı. Bu alim zat çalışmayı ve el emeğini çok seven biriydi. Cennet bahçesi ve cennet bostanı gibi bu yer onun babama olan sevgi ve saygısını artırıyordu. Çünkü sadece insanlar değil kuşlar ve böceklerde buradan istifade ediyordu.
“Bir gün vali bu zatı ziyaretinde sormuş demiş ki hocam millet diyor ki eğer çocuklarımızı okutursak bozulur dinsiz imansız olurlar. Siz ne dersiniz? Şöyle cevap vermiş. Vali bey biz okutalım dünya hepsi kafir olursa hiç olmazsa bizimkilerde kafirlerin başı olur. Vali çok hayran kalmış onun bu cevabına.” Babamın yaptığı işe herkes hayran kalırdı. Eğer biri iyi temiz iş yapsa derlerdi bu tıpkı Hacı Ahmet gibi iş yapıyor. Temiz düzgün iş yapanları çok severdi. Baştan savma yapanlara yapmazsanız daha iyi olur derdi. Köyde yaptığı bütün işlerinde örnekti. Böyle doğru dürüst ve düzgün iş yapan dini yaşamada farklı davranması düşünülemez. Dini ve insani hassasiyeti bunu gerektiriyordu. Bildiğini ve yaşadıklarını hiç kimseye dayatmazdı. Gösteriş nedir bilmezdi. Çok fıtri hareket ederdi. Biri yaptıklarına şayet hayret ederse kardeşim hayrete gerek yok ki zaten böyle olmamız gerekmiyor mu derdi.
Köpeğin ahlakı
Her şeyden önce evimiz ve ailenin büyükleri maddi ve manevi kirlerden uzak bir ev ve ortamdı. Diyebilirim ki bizim dışımızda kimse misafir almaz kabul etmezdi. Çünkü misafir masraflı bir işti. Atlarına yer ve yem, sahiplerine hizmet herkes bunu yapamazdı. Akşam sofraya oturmadan babam oğlum biriniz dışarı bakın belki gelen vardır diye. Sonra sofraya otururduk. İkinci bir önemli husus hiç bir zaman şaşmayan bir durumdu. Babam sofraya oturmadan önce köpeğin yemeğini verdiniz mi derdi. Vermişsek evet derdik yoksa derdi ki verin. Yoksa ben götürüp vereyim. Biz hemen götürür verirdik. Sonra sofraya otururduk. Şöyle derdi; onun dili yok biz uyuruz o sabaha kadar bizi bekler. Birde en önemlisi bu köpeğin ahlakını bozmaya bizim hakkımız yok derdi. Diğerlerini anlamıştım fakat köpeğin ahlakı nasıl bozulur onu anlamamıştım. Babama baba köpeğin ahlakı var mı? Nasıl bozulur. Oğlum köpek aç kalırsa başka kapılara gider ve ahlakı bozulur. İşte hayvanın ahlakının bozulmamasına dikkat eden bir baba evlatların ahlakına dikkat etmez mi?
Yardıma muhtaç kişilerin kimliğine bakmazdı. Bazen şöyle derdi; fakir olabilir elbiseniz yamalı olabilir. Fakat asla kirli olmamalı. Daima giydiğiniz temiz olsun. Bize misafirliğe gittiğinizde size serilen yatağı sabah toplayın düzgün koyun. Yatacağınız zaman yastık kirlenmesin diye gömleğinizi üstüne serin öyle yatın derdi. Kimseyle alay etmeyin başınıza gelir. Sonra onlarda bizim gibi Allah’ın kulları. Allah hiç kimseyi alay edilsin diye yaratmamış. İnsanlara saygılı hayvanlara ise merhametli olun derdi. Biri şayet hayvana fazla yük yüklerse veya eziyet ederse. O hayvan o hayvan derdi. Yani sende mi… Mutlaka bir gün onun senden hakkı alınacak derdi.
Hakkı doğruyu kişilere göre bükmez ve söylemezdi. Olduğu gibi söyler sonra siz bilirsiniz derdi. Kendisine çoğu zaman insanlar yapacakları işler hakkında danışırlardı. Kendisi danışan bu insanları evlatlarından asla ayrıt etmezdi. Onun için doğru ve dürüst insanlar bütün yakınlarından ona en yakını idi. Aşiret ve akrabacılıktan çok insanlık onun için ön plandaydı. Şiddete başvuranları hiç sevmezdi. Bu konuda gerekçeleri asla tasvip etmezdi. Haram yiyen hırsızlık ahlaksızlık yapan ve yalan konuşan insanları asla yakınına yaklaştırmazdı. Zaten onlarda ondan kaçar uzak dururlardı. Mümkün olduğu kadar ona hiç görünmezlerdi. Dost olduğu bir kaç kişi farklı bir kaç köyde vardı. Zaman zaman onları ziyaret ederdi. Onlarda babamı zihniyete gelirlerdi. Mevsime göre bu dostlarına taze meyve ve sebze bizimle gönderirdi. Hediye ve ikram etmeyi çok severdi. Bizim köyde her meyve sebze yetişirdi. Yakın bazı köylerde ise pek yetişmezdi. Örneğin bizde çeşit çeşit nar incir üzüm ayva kaysı elma erik kiraz vişne çok çeşitli ve cinste dutlar gibi.
Babam yatsı namazından sonra misafir yoksa hemen yatardı. Çünkü gece yarısı teheccüde kalkar sabah namazını ve işrak namazını kıldıktan sonra biraz uyurdu. Vefatına kadar gece teheccüde ve çok uzun evradu ezkarına hep devam etti. Loş odada başının üzerine sarığı gibi bir örtü atarak altında tesbih çeker sonra dua ederdi. Bir defasında aniden odaya girdim beni fark etmedi. Zaten o durumda kimseyi pek fark etmezdi. Bir gün odasının kapısını açtım baktım kıbleye karşı seccadesinin üstünde “Allahım, komşumuz Ramazanın çocuklarını muhafaza eyle salih eyle hayvanlarının isimlerini vererek saydı onları aç bırakma. Allahım Ramazanın işlerini bereketli eyle diye dua ediyor.” Ben geri çıktım. Hoca olmama rağmen bu dua şekli ve biçimi cidden beni etkilemişti. Mutlaka bunu bir gün babama sormam gerektiğini düşündüm ve sordum.
“Hoca oğlum eğer komşun aç olursa başta ben sorumluyum. Sonra komşum iyi olursa bende iyi olurum, oğlum komşunun iyiliğini istemeyen nasıl müslüman olur. Sonra onun hayvanların iyiliğini istemek kendi hayvanlarımın iyi olması demektir. O zaman anladım ki köy halkı ve çevre köylerin insanların babama saygı ve hürmetlerimin sebebini.
Babamın dedesi sofi İsmail üzerine yemin ettiklerini zaman zaman işitiyordum. Bir gün babama sordum. Bu insanlar neden senin dedenin ismi üzerine yemin ediyorlar. “Oğlum kıtlık yılında çok insan açlıktan öldü. Bize komşu bir köyde bir kadın bebeğini yemeye çalışıyor sonra akılını oynatıyor deli oluyor. İşte o zaman dedemin ambarları un dolu. Hiç kimseden bir kuruş almadan herkese eşit miktarda buğday ve un veriyor. Tabi bütün çevre köylerden insanlar gelir hepsine verir. Fakat ambarlara kendi dışında kimseyi sokmaz ve doldurduğu biz ona çap deriz onu da kimsenin eline vermez kendisi doldurur. O ambarlar ve çap son yıllara kadar da vardı. Babam muhafaza ederdi.”
Sofi İsmail, çift sürerken öküzler komşu tarladan yemesinler diye ağızlarına sepetler bağlarmış ve babamda bunu devam ettirdi. Babam o sepetleri muhafaza ederdi. Derdi bunlar dedem Sofi İsmail’in sepetleri. Ben bereketin kaynağını o zaman öğrendim. Babam komşu tarlasından geçmezdi. Şayet geçmek zorunda kalırsa en son tarladan çıkarken ayakkabısını çıkarır tarlaya silkelerdi. Ben hayatımda babamın ayakkabısını ne çamurlu nede boyasız hiç görmedim. Aynı zaman elbiselerini de hiç kirli görmedim.
Kardeşim Bediüzzaman anlattı kim dinledi
Unutmadığım ve hiç bir kitabın yazmadığı bir nasihatini anlatmaya devam edeyim. Bir gün bizim bahçenin yanından geçerken bahçe çeperinden kuru bir diken kopardı ve oğlum dedi; şayet bir gün senin böyle bir dikene çöpe ihtiyacın olursa mümkün olduğu kadar bizim çeperden kopar. Birde kuru olanı kopar. Yeşili ve yaş olanı koparma. İşte doğa sevgisi ve çevrecilik denilen şey diken olsa bile kul hakkı. Yolda diken taş gördüğü zaman kaldırmadan geçtiğine hiç şahit olmadım. Yine bir gün oğlum şuna buna bakmayın haramdan sakının kimsenin malına el uzatmayın. Eğer birinin elmasını izinsiz yerseniz bizden öküz olarak çıkar. Bu yuvanın temelleri helal üzerine kuruludur. Mümkün olduğu kadar herkesin evinde yemek yemeyin. Başkasına ait çamuru dahi bu eve ayakkabılarınızla getirmeyin. Arıkta veya çeşmede yıkayın öyle gelin.
Oğlum eğer bende onlar gibi davranırsam benim hacılığımın sofiliğimin sakalımın ve ibadetimin hiç bir anlamı kalmaz. Bediüzzaman’ın takvası derecesinde babamın mensubu olduğu sofi Cuma ehl-i beyten bir zattı. Bizim evin dışında hiç bir eve gitmezdi yemekte yemezdi. Selahattin Efendi de bölgeye geldiği zaman bizde kalırdı. Sofi Cuma’yı hep bir Hz Ebu Bekir takvası gibi bir takva sahibi zat olarak gördüm. Bir gün bize yine gelmişti akşam ziyaretine çok kişi vardı. Az konuşan öz konuşan biriydi. Biri “sofim bize bir şeyler anlatsanız” dedi. Döndü dedi ki “kardeşim anlattı kim dinledi.” Cemaat “Sofim kardeşiniz kim” dediler. “Bediüzzaman” diye cevap verdi. Eğer bu millet onu dinleseydi bu halde mi olurdu? Onu dinlemediler.
Ben elini paraya sürdüğünü görmedim. Kimseden kolay kolay bir şey kabul etmezdi. Bana derdi “Cumalim biz ehli beyte bu tür şeyler haramdır. Birde bunlar gerçekten alın teri helal olduğu şüpheli. Keşke bütün hocalar şeyhler hiç kimseden bir şey almasalardı.” İlim önemli fakat amel ve takva çok daha önemli. Derdi eskiden gıda kıtlığı vardı şimdi ise din kıtlığı ahlak ve ibadet kıtlığı vardır. Babam ayrımcılık yapanlara şöyle derdi: “Gavur’da insandır. Sen doğru yaşamaya bak. Kabul eder veya etmez bu onların işi. Sen doğru yaşamadığın halde herkesten çok şikayet ediyorsun. Bize nasihat et diyenlere size değil de kendime söyleyecek çok sözüm ve nasihatim vardır.
Medrese mektep görmemiş bir insanın okuma özlemi ve buna bağlı olarak çocuklarının okuması için hiç bir fedakarlıktan çekinmeyen bir babanın örnek hayatı elbette kayda değerdi. Bu yazdıklarım pek çok insanda var olan hususiyetlerdir. Fakat giderek azalan bu değerleri hatırlamak belkide birileri ders alır düşüncesiyle kaleme aldım.