Bu haftaki yazımı bazı farklı konulara dair kısa notlar şeklinde siz değerli okuyucularla paylaşmak istiyorum.
Nasıl ki baba vefat ettiğinde, evlatlar arasında miras kavgası baş gösterir. Osmanlı Devleti'nin çöküşüyle de birçok anasır, ayrı ulus devlet kurma adına hürriyet ve bağımsızlık mücadelesine giriştiler. Bugün de ayrıcalıklı ulus kültürün bir devamı olarak bu mücadele devam ediyor.
Maalesef bir asır önce coğrafyamızda cereyan eden hadiseler, bugün farklı ad ve unvanlar ile aynen devam ediyorlar.
Bizi bu hale getiren sebeplerin sebebini iyi analiz etmeden bu hastalıklı halden kurtulmak mümkün görünmüyor.
Toplumda niza, kavga ve çatışma en çok hangi sorunlardan kaynaklanır? Bu sorunları, geçmiş tarih okumaları ışığında ele alarak, sorunların kapsamlı bir şekilde belirlenmesi ve evrensel hukuk yasaları çerçevesinde yeniden değerlendirilmesi gerekmektedir.
Annenin evladına, evladın annesine hasretinden fazladır bizim hakka, hukuka ve adalete olan hasretimiz.
Günümüzde fikirlerin en çok çatıştığı alanları iyi tespit edip belirlemeden sorunları çözmeye çalışmak, hastalığı teşhis etmeden reçete yazan hekime benzer.
Geçen yüzyılın başında, özellikle Müslümanların genelde insanlığın küreselleşme ile gelen sorunlarına dikkat çeken ve çözüm reçetesi sunan şüphesiz asrın Bediüzzaman'ı olmuştur.
Diyalog ve fikri ikna yollarını tıkayan sistemin adıdır istibdat. Maalesef fert ve toplum olarak empati ve tefekkür düşüncesinden uzaklaştık.
Zaferin fert ve toplumları sarhoş etmediği durumlar tarihte çok enderdir.
Çoğu idareci ve yönetici, halkın gaflet anını bekler. Bu anlar genellikle farklı sebeplere dayanır. Bu durumlarda idareci, despotizme açılan kapıdan içeri adım atar ve kurtarıcı rolüne soyunur. Sonuç olarak, halk bile hürriyet mücadelesini despotizmi iktidarda tutmak ve yaşatmak için kullanabilir.
Hiçbir zalim, mazlumun yanında kılıç varken kolay kolay ona zulüm yapmaya cesaret edemez. Eğer biz mazlumun yanında durursak, zalim mazluma zulüm yapamaz.
Dindar görünümlü çoğu idareci ve yönetici, avını ağına çekmek için çalı arkasından kuş sesi çıkaran avcıdan farksızdırlar. Maalesef, bunların cemaatlere ve tarikatlara yaklaşımları da bundan ibarettir.
Bazen düşünüyorum; kendi siyasi hizbinin veya grubunun iç meselelerini ve kendi cemaat veya tarikatının sorunlarını halledemeyenler, nasıl ümmetin sorunlarını çözebilirler? Doğrusu, bu konuda beklentisi olanlara şaşırıyorum.
Kur'an'ın ayetlerini asıl muhataplarına okumayıp camilerde cemaatlere anlatmak marifet değildir. Gerçek marifet, ayetleri zalimlerin yüzüne okumaktır.
Özellikle son yıllarda şeyhlerinin vefatıyla ortaya çıkan olaylara baktığımızda, birbirlerinin sözlerini inkar eden ve tahkirde bulunan bu tarikat mensupları, Ehli Sünnet oldukları iddiasından da vazgeçmiyorlar. Bırakın sünneti, insanlar güvenip ayeti bile bunlardan almaya yanaşmaz.
Tarikatları siyasetin vesayeti altına sokan zihniyet, Nur cemaatlerinin çoğunluğunu da siyasetin vesayeti altına soktular. Güya bunu Nurlara hizmet ettiklerini düşünüyorlar. Bilakis, Nurları kirli ve mülevves siyasetin paspası yaptılar. Maalesef, Kuran ve iman hakikatlerini ümmetin ortak malı yerine siyasi bir hizbin paydası ve payandası haline getirdiler.