Son yıllarda, cemaat, tarikat, siyaset ve etnik kimlik
grupları arasında muhalif fikir beyan etmek veya farklı düşünceleri ifade
etmek, hain veya ajan olmakla suçlanma riskiyle karşı karşıya kalınmaktadır. Bu
durum, bireylerin grup hareketlerinden ziyade bireysel hareketleri tercih
etmesine yol açmaktadır. Kendi düşüncelerini ifade eden bireyler, grupların
geneline hakim olan düşünce kalıplarına aykırı düştüklerinde, kolaylıkla
suçlamalarla karşılaşmakta ve dışlanmaktadır.
Her grup, adeta peşinen muhalif fikir beyan etmeyecek, eleştirmeyecek, kabul ve itaat edeceksin ilanı ile hareket etmektedir. Bu katı tutum, grup içi farklılıkların ve eleştirilerin bastırılmasına neden olmaktadır. Grup liderleri ve ana akım düşünceler, sorgulanamaz ve eleştirilemez hale gelmektedir. Bu da bireylerin özgür düşünce alanını daraltmakta ve eleştirel düşüncenin gelişimini engellemektedir.
Bir diğer husus ise, bütün fikirleri kabul etme zorunluluğudur. Gruplar, ya hepsini kabul edeceksin, benim gibi düşüneceksin, ya da senin bizim içimizde yerin yoktur gibi bir anlayışla hareket etmektedir. Bu tür bir yaklaşım, bireylerin kendi düşüncelerini geliştirmesini ve ifade etmesini imkansız hale getirmekte, bireyselliği yok saymaktadır. Bireyler, grupların çizdiği dar kalıplar içinde düşünmeye zorlanmakta ve farklı düşüncelerini ifade edemedikleri için, ya tamamen susmakta ya da gruptan dışlanma riskiyle karşı karşıya kalmaktadır.
Bu nedenle gruplarda müspet gelişmeden çok, iç çekişmelerle birbirinden endişe eden, hatta "Bunu bunun yanında konuşmayalım, ajan olabilir" şeklinde hastalıklı bir yapı meydana gelmektedir. Güvensizlik ortamı, grup içi iletişimi ve dayanışmayı zayıflatmakta, ortak amaçlar doğrultusunda ilerlemeyi engellemektedir. Bireyler, sürekli olarak birbirlerinin niyetlerinden şüphe etmekte ve bu da grup dinamiklerini olumsuz yönde etkilemektedir.
Maalesef, bu hastalıklı yapı eleştiriyi ve farklı düşünmeyi ihanet ve düşmanlık olarak görmektedir. Bu durum, ilmi ve bilimsel gelişmeyi ve doğruya varmayı engellemektedir. Fikirlere fikirle cevap vermek yerine, ihanet ve ajan suçlaması kolay yol olarak tercih edilmektedir. Bu tür yapılar, problem çözmekten çok problem üretmektedir. Eleştirel düşüncenin yok sayıldığı bir ortamda, sorunların çözümü yerine, sorunlar daha da derinleşmektedir.
Bu ortamda, bazı etnik hareketlerin haklı davalarına destek vermek bile, ajan veya hain olarak damgalanma korkusu nedeniyle insanlar tarafından riskli bulunmakta ve bu nedenle destekler azalabilmektedir. Bu durum, toplumsal birlikteliği ve dayanışmayı zayıflatmakta, haklı davaların savunulmasını zorlaştırmaktadır.
Bir grup veya cemaat içindeki bireyler, farklı düşüncelerini dile getirdiklerinde, grubun homojen yapısını bozmakla suçlanmakta ve bu durum, bireylerin kendilerini ifade etmelerini engellemektedir. Özellikle sosyal medya ve diğer iletişim araçları üzerinden yayılan bu tür suçlamalar, bireylerin seslerini duyurmasını daha da zorlaştırmaktadır.
Etnik hareketler ve diğer hak arayışları, tarih boyunca çeşitli zorluklarla karşılaşmış ve destek bulmakta güçlük çekmiştir. Ancak günümüzde, bu destek bulma süreci, bireylerin ajan veya hain olarak yaftalanma korkusuyla daha da karmaşık bir hal almıştır. Bu nedenle, birçok kişi haklı bir davaya destek vermek yerine, sessiz kalmayı ve geri çekilmeyi tercih etmektedir. Bu da toplumsal adalet ve eşitlik mücadelesine zarar vermektedir.
Sonuç olarak, bireylerin özgürce fikirlerini ifade edebildiği, farklı düşüncelerin saygı gördüğü ve muhalif düşüncelerin hainlik veya ajanlıkla suçlanmadığı bir toplum yapısı, toplumsal ilerleme ve dayanışma için elzemdir. Bireylerin korkusuzca düşüncelerini ifade edebildiği bir ortam yaratmak, hem etnik hareketlerin hem de diğer hak arayışlarının başarıya ulaşmasında önemli bir rol oynayacaktır. Bu bağlamda, toplumsal diyalog ve hoşgörünün artırılması, ötekileştirici ve suçlayıcı söylemlerin azaltılması gerekmektedir.