Yaşadığımız ülkede ulus devlet fikri hakim olduğundan bu yana aynı coğrafya üzerinde yaşayan diğer topluluklara, halklara, milletlere ve kültürlerine ait tarihi şahsiyetlerden bahsetmek neredeyse hep suç teşkil etti. Bu coğrafyanın farklı kültürlerinden kıymetli şahsiyetlerin varlığı ya inkâr edildi ya da isimleri bir şekilde gündeme gelmişse geçiştiriliverdi. Ziya Gökalp örneğinde olduğu gibi, bazılarına ise ideolojimotivasyonlu olarak hâkim milletin-kültürün boyası çalınmakta hiç tereddüt edilmedi. Kürt ve Zaza pek çok tarihi şahsiyet sistematik şekilde unutturulmaya çalışılırken rejimin alınlarına damgasını vurduğu bu makbul zevatın kitlelere tanıtılması için her yol denendi.
Konunun detayına girmeden önce taaccübüme giden bir hususa özellikle dikkat çekmek isterim: Belki ırk merkezli milliyetçilerin kendi milletlerine mensup tarihi şahsiyetleri milli kimliklerine vurgu yaparak yücelttikçe yüceltmeleri ve hata haklarında hamaset üzerine hamaset irat etmeleri bir nebze olsun anlaşılır bir durumdur. Ama aynısının kendilerine “dindar” diyen kesimlerce yapılıyor olmasının ne savunulur ne de kabul edilebilir bir tarafını göremiyorum. Egemen milliyete ait şahsiyetlerin yerli-yersiz övgüsünde sınır tanımayanların, sözkonusu Kürt, Zaza veya diğer kültürlere ait şahsiyetler olduğunda bunlardan şöyle böyle bahsetmeyi bile ırkçılık şeklinde yaftalamaları sizce de garip değil mi? Ortak dini değerleri ve dindarlığı açık/gizli ırkçılıklarına perde yapıp Kürtlerle, Zazalarla karşılaştıklarında her fırsatta ayet ve hadis okumayı maharet saymalarına ne demeli peki? Kendilerini adeta dinin tek temsilcileri, tek taşıyıcıları olarak gören bu zavallılar bilmiyorlar ki, bu halklar, bu milletler kendilerinden çok daha dindar ve hatta peşinden gittikleri alimlerin pekçoğu dinen tepeden baktıkları bu milletlerden. Kaldı ki, şayet kendileriyle yüzyıllar boyunca kader birliği etmiş bu milletlerin gayretleri, destek ve dayanışmaları olmasa belki bugün kendilerini hâkim gören bu milletin bir devleti bile olmayabilirdi.
Peki bu tarihi kadirşinaslığı takdir ediyorlar mı? Ne gezer! Mevzu bu milletler olduğunda konuyu hemen “Ekrad kardeşimizdir” deyip geçiştiriyorlar. Hepsi bu kadar. Ama burada da ciddi bir hinlik yapıyorlar. Türkçe Kürtler demek yerine Arapça’da “Kürd” kelimesinin çoğulu olan “Ekrad” kelimesini kullanmayı tercih ediyorlar. Halkın çoğu “Ekrad” diye kimden bahsettiklerini bile anlamıyor. Şüphesiz ki, bunu bilinçli bir geçiştirme yöntemi olarak yapıyorlar, yoksa Kürtlerden “Ekrad” diye bahsettikleri her yerde Türklerden de “Etrak” diye bahsetmeleri gerekmez mi?
Öte yandan, hiçbir terör örgütünü içinden çıkmış olduğu milletle özdeşleştirmezken ve o milletlerden gerekli saygıyı esirgemezken, bir terör örgütünü gerekçe kılıp “Kürt” ve “Zaza” milletlerinden bahsetmeyi neredeyse terörle eşdeğer görüyorlar. Hatta öyleleri vardır ki, Üstad Bediüzzaman Said Nursi örneğinde olduğu gibi, peşinden gittikleri büyük Kürt ya da Zaza zatlardan bile akıllarınca kendi milliyetçiliklerine uygun şekilde millileştirerek bahsetmeyi tercih ederler. O zatların aslî kimliğini dile getirenleri ise bölücülük yapmakla suçlamaktan çekinmezler.
Şüphesiz ki, bu eğilimin tek mağduru bir dönem eserlerini “Kürd Said”ismiyle yazan Bediüzzaman Said Nursi değildir. Bu yazıda ayrıca Mutkili Zaza Halil Hayali ve aslı Zaza olan fakat Kürt olarak bilinen Ahmet Ramiz’den de bahsedeceğim. Arvasi Ailesi’nden, Şeyh Said Ailesi’nden, Dersim’li Zaza dedelerden ve o dönemde idam edilen ya da onbinlercesi sürgün edilen Kürt ve Zaza liderlerinden bahseden bulunmazken Zaza olduğunu inkâr eden Ziya Gökalp ve bir Kürd olan İdrisi Bitlisi nedense dillerden düşürülmez. Ne hikmetse Goranlı/Gevranlı olmasına rağmen Molla Gürani’den de bir Türkmüş gibi bahsedilir. Emir Saadettin Köpek’in Zaza olduğunu da kimse gündeme getirmez. Anadolu Selçuklu Devleti’nin önemli bir devlet adamı ve baş mimarı olan bu şahsiyetin ismi o dönem iltifat sayılan “irileşmek, kabarmak” manasında kullanılan “köpmek” fiilinden türetilmişti. Sadettin Köpek’in Konya’ya 22 km mesafede yaptırdığı Zazadin Hanı oldukça meşhurdur. Nasıl katledildiği hakkındaki şaibelere ise burada girmek istemiyorum.
Bu seri yazıda merhum Abdurrahim Zapsu’nun ve merhum Musa Anter’in hatıratlarında bahsettikleri bazı diğer şark ulemasını ve aydınlarını da yad etmeye gayret edeceğim. Malum olduğu üzere Zapsu, Sibriya esirliği sırasında Bediüzzaman ile birlikteydi ve bu tutsaklıktan beraber firar etmişlerdi. İstanbul’da ikamet eden Zapsu, “Ape Musa” olarak bilinen merhum Musa Anter’in de kayınpederiydi. Ape Musa anılarında, Bedîüzzaman’ın İstanbul’da Zapsu’nun evini ziyaretinde yaşadıklarından detaylıca bahseder. Anlattıklarına göre Bediüzzaman, henüz oldukça genç olduğu halde çekinmeden söze giren Anter’e, Kürtçe “Evladım, gel şöyle yanıma otur,” diye mukabelede bulunur. Anter gidip yanına oturunca Bediüzzaman da elini onun boynuna sarar, öper ve Kürtçe şunları söyler kendisine: “Evladım, daha çocuksun, bilmiyorsun (anlamıyorsun) ben ne yapıyorum. Oku ve ilim öğren.”
Bediüzzaman’ın ilk eseri olan “İki Mekteb-i Musibetin Şehadetnamesi”ni 1908’de matbaalarında basanlar da Ahmet Ramiz ve Halil Hayali beyler idi. Bu eserde, Bediüzzaman Halil Hayali’den sitayişle, örnek alınması gereken onurlu ve şerefli bir kişi olarak bahseder. Eserin takdim yazısını da Ahmet Ramiz Bey yazar. Bediüzzaman vefat edince Kürt, Zaza ve Arap milletlerinden kalabalıklar Urfa’da cenazesinde bir araya gelirler. Zaza avukat Faik Bucak ve arkadaşları hukuki işlemlerin halledilmesinde yardımcı olur.
Osmanlı’da da Kürdistan olarak adlandırılan bu coğrafyada Ahmed-i Hani, Faki-yi Teyrân, Melayê Cizîrî (Molla Ahmed-i Ceziri) gibi pek çok alim ve bilge zat sadece Kürtlere ve Zazalara değil, farklı birçok halka asırlarca ışık olmuştur. Bu coğrafya nice tarihçi, fıkıhçı, botanikçi, tıpçı ve zanaatkar yetiştirmiştir. Ama gelin görün ki, bugün pek çoğunun adlarının bile anılmasından çekinilir. (Devam edecek...)