Hepimiz, hayatın farklı alanlarında çeşitli
zorluklarla karşılaşıyoruz ve çoğu zaman kendi dertlerimize odaklanıyoruz.
Ancak önemli bir gerçek var ki, çoğumuz bir tür "gözlük" takıyoruz. Bu gözlük, bize sadece yakın çevremizdeki
acıları gösteriyor. Başkalarının yaşadığı zulüm, haksızlık ve işkenceler,
bu gözlüğün filtresinden süzülüp bize ulaşmıyor. Sadece kendi çevremizdeki
insanların acılarını görmemizi sağlayan bir gözlük bu. Oysa ben böyle bir
gözlük istiyorum. Çünkü benim gözlüğüm yoruyor; her şeyi çok net gösteriyor.
Her kesimden insanın acısını, yaşadığı zulmü berrak bir şekilde gözler önüne
seriyor ve bu yük bana ağır geliyor.
Hilal Nesin, bu gerçeği çok iyi ifade eden isimlerden biri. O, toplumsal bir yaraya parmak basıyor: Kendi acılarımızdan başkasını hissetmeyen, başkalarının yaşadığı zorlukları umursamayan bir mahalle toplumu haline geldik. Bu körlük, toplumun her kesimine, hatta mabedlerdeki insanlara kadar sirayet etmiş durumda. Artık ne komşumuzun ne başka şehirde yaşayan bir insanın ne de farklı bir ülkedeki toplulukların acılarını görebiliyoruz. Gözlüklerimizi taktık ve sadece kendi küçük dünyamızın sınırları içerisindeki dertlerle ilgileniyoruz. Başkalarının yaşadığı zulüm, acı ve işkenceler gözümüzden kaçıyor, çünkü bu acılar, bizim için bir "öteki"nin acısı.
Örneğin, son dönemde gündemde olan “Kız Çocukları Davası” bunun çarpıcı bir örneği. Namaz kılmak, dua etmek, kitap okumak ya da bowling oynamak gibi eylemler terörist damgası yemenize yetiyor. Bu tür adaletsizlikleri görmezden geliyoruz çünkü onlar bizim mahallenin meseleleri değil.
Farklı bir grubun yaşadığı acıları görmezden geliyoruz
Bu duruma “mahalle toplumu” diyoruz. Her birimiz, sosyal medyanın da etkisiyle, kendi düşünce yapımıza uygun çevrelerde vakit geçiriyor, sadece o çevrenin gündemini takip ediyor ve yalnızca o çevrenin acılarına duyarlı hale geliyoruz. Farklı bir grubun yaşadığı sıkıntılar ya bizi ilgilendirmiyor ya da onları haklı bulmadığımız için acılarını görmezden geliyoruz. Böylece, kendi dünyamızda sınırlı bir duyarlılık geliştiriyor, empati kapasitemizi daraltıyoruz.
Oysa insan olmak, sadece kendi acımızı değil, başkalarının acılarını da hissedebilmeyi gerektirir. Dostoyevski'nin bu konudaki şu sözü hatırlanmalı: "Eğer acı çekiyorsan canlısın; başkalarının acısını hissedebiliyorsan insansın."
Kendi çevremizin dışında da zulüm gören insanlar var; adalet arayışı içinde olan, haksızlığa uğrayan, seslerini duyurmaya çalışan ama duyulmadıkları için daha fazla acı çeken topluluklar mevcut. Bizim gözlüğümüzle görünmeyen bu acılar, onların gerçeğini değiştirmiyor. Her birey ve toplum, insan olmanın bir gereği olarak başkalarının yaşadığı acıları da görebilmeli ve bu acılara karşı duyarlı olmalıdır.
Toplum olarak bu dar görüşlü gözlüklerle yaşamaya devam edersek, kimseye faydamız olmayacak. Kendi mahallemizdeki acılarla sınırlı bir duyarlılık geliştirmek, toplumsal vicdanı daraltır. Oysa zulüm, adaletsizlik ve haksızlık; coğrafya, din, etnik kimlik veya siyasi görüş tanımaz. İnsan acısının evrensel olduğunu bilerek hareket etmeli ve bu acılara ayrım gözetmeden duyarlı olabilmeliyiz.
Gözlüklerimizi değiştirmenin zamanı geldi
Acılar karşısında duyarsızlaşmak, bizi hem birey hem de toplum olarak zayıflatır. Gözlüklerimizi değiştirmenin ve daha geniş bir bakış açısına sahip olmanın zamanı geldi. Herkesin acısını görebilecek, her kesimden insanın yaşadığı zorlukları fark edebilecek bir bilince sahip olmak, toplumsal birlikteliğin ve adaletin en önemli şartıdır.
Sonuç olarak, Hilal Nesin'in işaret ettiği gibi, artık sadece kendi acılarımıza odaklanmayı bırakmalı, başkalarının yaşadığı zulüm ve haksızlıklara da gözlerimizi açmalıyız. Bu dünyada acılar paylaşıldıkça azalır. Eğer herkes yalnızca kendi derdiyle ilgilenirse, toplum olarak birlikte yaşamanın ve insanca var olmanın anlamını yitiririz. Gözlüklerimizi çıkarıp her kesimden insanın acısını berrak bir şekilde görme cesaretini gösterebilirsek, belki o zaman daha adil ve duyarlı bir toplum inşa edebiliriz.